Arama

“Filin bütünü”nü görene övgü olarak Mevlâna’yı okumak

Mevlâna telakkimiz hikâye anlatan bir dede ile hazır cevaplarıyla imdada yetişen bir söz ustası arasında gider gelir. Mevlâna üzerindeki ilgide, bilginin yerini duygunun alması büyük düşünürün zihin dünyasını şekillendiren mirası hesaba katmamamızdan kaynaklanır.

  • 3
  • 18
FİLİ BÜTÜN GÖRMEK: HAKİKATİ OLDUĞU ÜZERE İDRAK VE AHLAK
FİLİ BÜTÜN GÖRMEK: HAKİKATİ OLDUĞU ÜZERE İDRAK VE AHLAK

Peki, Mevlâna'yı kim olarak görmeliyiz ve eserinin ana fikri nedir? Hiç kuşkusuz Mevlâna'nın düşüncesinin ana konusu "fili bütün görmek" şeklinde ifade edebileceğimiz külli ve yetkin bilgi arayışıdır. Bu arayış onu sadece yedi asırlık İslam mirasının kurucu düşünürlerinden biri hâline getirmez, kökleri asırlara dayanan metafizik gelenekle irtibatlandırır.

İslam'ın Doğu Akdeniz'e yerleşmesiyle Müslümanlar bu insanlık mirasını tevarüs etmiş, farklı dinî düşünceler içindeki geleneklerle "metafizik" düşüncenin sorunlarını tartışmışlardır. Birbiriyle bazen çatışan bazen destekleyen gelenekler bir amacı hiç ıskalamadı: Zihnin bütün dikkatini, hakikati olduğu hâl üzere idrake vermek. Başından itibaren hakikati olduğu hâl üzere idrak etmek tasavvufun temel maksadı idi. Tasavvuf bir teyakkun, yani hakikate dair gerçek ve kesin bilginin aranışı idi.

Sufiler ahlaklanma ve tezkiye yöntemiyle hakikat ile sahici ilişki kurabileceğimizi savunan ilk ekoldü. Onların iddiasına göre doğru bir ahlak, aklımızı yetkinleştirecek en sağlam ve güvenilir yoldur (pratik akıl). Bu amaçla akıl ahlakı var ederken, ahlak aklı terbiye eder ve "sahih" hâle getirir.

En nihayetinde aklı tam olan insan "ahlakı tam" insan olduğu gibi bunun tersi de doğrudur: Ahlakı tam olan insan eşyayı olduğu hâl üzere idrak eden akıllı insandır ki, o da Hz. Peygamber'dir. Sufiler buradan hareketle hakikati aramayı "hakikate ulaşmış" insanın izinde gitmekle sınırlayarak yöntemi sünnete uymak şeklinde tescil etmişlerdir. Bu meyanda zihnimizde birkaç hususu belirginleştirmek gerekir.

  • 5
  • 18
HAKİKAT VE HAKİKATE ULAŞAN İNSAN TASAVVURU
HAKİKAT VE HAKİKATE ULAŞAN İNSAN TASAVVURU

Hz. Peygamber tam ve yetkin anlamıyla hakikate eren kişidir. O zaman hakikat kapısı insana açıktır ve onun ulaştığından başka bir hakikat talebinde değiliz. O bize bir yöntem bırakmıştır: Hakikate gidebileceğimiz başka bir yol da yoktur. Bu ilkeler dâhilinde ahlaklanma ve nefs terbiyesiyle aklımızı kemale erdirmek, bu akıl sayesinde ise hakikati idrak etmek tasavvufun gayesiydi. Mevlâna'nın eserinde birçok hikâyenin gizli veya açık öznesi bu nedenle hep Hz. Peygamber'di. Mevlâna'yı ve eserini anlamada en belirleyici nokta burasıdır: Onun kimin adına ve kime dayanarak konuştuğunu bilebilmek.

Bu noktada Mevlâna'nın hakikat ve hakikate ulaşan insan tasavvurunu iki hikâye üzerinden ele alabiliriz:

Birincisi, karanlık mekânda fili tanımaya çalışan insanların hikâyesidir. Hikâye bilinçli bir amaca doğru bizi sevk ederek sorundan çözüme doğru intikal eder. Hikâyenin cazibesinden kurtulup anlatılana odaklanabilmek için sorunun tespiti ile çözüm kısmını ayrı ayrı düşünmek gerekir: Karanlık odadaki insanlar bir fili nasıl tanıyacaklar?

Onların duyulardan başka imkânları olmadığına göre herkes dokunduğu kısmı fil sayarak bir hüküm verecektir. Bununla birlikte kimse bilgisinin eksik olduğunu da düşünmeyecektir. Birine göre fil ayaktır, başka biri "fil hortumdur" diyecektir. Fili bütün olarak gören biri varsa tartışma bitecek; insanlar tikel ve cüzi bilgiden tümele intikal edeceklerdir. O zaman soru şudur: Gerçekte fili bütün olarak gören var mıdır yok mudur?

Fili bütün olarak gören insan Hz. Peygamber'dir. Biz onun hakikatin tümünü gördüğünü düşünerek hakikati onun yolunda ararız. O hakikatin tümünü görmüş, bize de onun bilgisini ve yöntemini getirmiştir. Yöntem iman-ahlaklanma yoluyla aklımızı ikmal yöntemidir. O hâlde filin bütününü görebilmek, ahlak köprüsünden geçmeye bağlıdır. Mesnevî'yi bir ahlak ve tasavvuf kitabına döndüren budur.

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN