Arama

Mehmet Âkif'in hayatından ilginç hatıralar

Şiirlerinde millî ve manevî duyguları dile getiren, İstiklâl Marşı'nın kıymetli şairi Mehmet Âkif'in çıkış noktası olarak aldığı ışık İslam'dır. Onun en hassas olduğu nokta da diniydi. O kadar ki dinine kem söz edildiği vakit onun aklı, fikri yerinden oynar, artık zabt u rabtı mümkün olamayan bir aslan gibi hasmına saldırmaktan hiç çekinmezdi. Âkif, memleketini o kadar seviyor ve gurur duyuyordu ki Avrupalı birinin İstanbul'a bakarak hayran olması onun sapsarı olmasına yetiyordu. Sizler için Mehmet Âkif'in hayatından ilginç hatıraları derledik.

  • 1
  • 14
"İnsanlara Eyfel Kules'inden bakıyorsunuz!"
İnsanlara Eyfel Kules’inden bakıyorsunuz!

Bir adam vaktiyle sarıklıydı. Bir aralık Paris'e tahsile gittikten sonra büsbütün derin bir kibirle dönmüştü. Şevki Hoca'nın evinde bir gün Âkif eski sarıkla yeni azameti yan yana koyarak adama:

"Siz, dedi, insanları eskiden Fatih minaresinden bakardınız; şimdi Eyfel Kulesinden bakıyorsunuz."

  • 2
  • 14
Âkif'in sözü
Âkif’in sözü

Fatih Gökmen bir hatırasında onun söz hususunda ne kadar titiz olduğunu şöyle anlatır:

Ben Vaniköyü'nde oturuyordum. Kendisi de Beylerbeyin'nde. Bir gün öğle yemeğini bende yemeyi kararlaştırmıştık. Öğleden sonra bir saat evvel bana gelecekti. O gün öyle yağmurlu ve boralı bir hava oldu ki her taraf sel kesildi. Merhum yürümeyi severdi. Havanın bu haliyle karadan gelemeyeceğini tabii gördüm.

Sözleşme vaktinden biraz evvelki vapurdan çıkmadı, diğer vapur bir buçuk saat sonra gelecekti. Yakın komşulardan birine gittim. Vapur gelmeden döneceğimi de hizmetçiye söyledim. Yağmur devam ediyordu. Vaktinde evime döndüm, bir de ne işiteyim, bu arada sırılsıklam bir halde gelmiş, beni evde bulamayınca hizmetçi ne kadar ısrar ettiyse de durmamış "Selam söyle" demiş, o yağmurla dönmüş gitmiş!

Ertesi gün kendini gördüm. Vaziyeti anlatarak özür diledim, dinlemedi.

"Bir söz ya ölüm veya ona yakın bir felaketle yerine getirilmezse mazur görülebilir." dedi. Benimle tam altı ay dargın kaldı.

  • 3
  • 14
En hassas olduğu nokta
En hassas olduğu nokta

Eşref Edip, onun hassas olduğu noktayı şöyle anlatır:

"Onun müsamaha etmediği yalnız bir şey değildi: O da dini idi. Büyük şairin gazabına uğramak isteyenler onun şahsına değil onun eserlerine değil, onun dinine taarruz etmeliydi. O vakit onun aklı, fikri yerinden oynar, artık zabt u rabtı müşkül bir aslan gibi hasmına saldırmaktan hiç çekinmezdi. İşte şiirlerinde onun hücumuna maruz kalanlar onun şahsına değil, onun dinine taarruz edenlerdi."

  • 4
  • 14
Bir tevazu vakası
Bir tevazu vakası

Eşref Edip, Mehmet Âkif'in tevazusunu şöyle anlatır:

"Üstad çok mütevazı idi. Gösterişi hiç sevmezdi. Sırası gelmeyince ilmini bile izhar etmezdi. Mükemmel Fransızca bildiği halde söz arasına Fransızca bir kelime karıştırdığı ömründe vaki değildi.

Zahir-i ahvali de ilmini, irfanını gizleyebilme müsaid. Onu yakından tnaımayanlar, onun eserlerini bilip okumayanşar, onu görünce hiçbir şey anlamazlar.

Tanıdıkları tarafından "Şair Mehmed Âkif Bey!" diye tanıştırdıldığı zaman, muhatabı bir müddet hayret içinde kalırdı. Adeta inanmıyordu. " Bu kalıp kıyafetin içinde o deha-yı şi'r edeb nasıl olur?" Tereddüde düşerdi.

Üstada da bunu hissetmez değil fakat nedense hiç aldırmazdı. Hatta zannedersem hoşuna da giderdi.

Üstadın Eğinli bir arkadaşı var. Beşiktaş'ta oturuyor. Üstad ara sıra onu ziyarete giderdi. Eğinlinin ahbapları da gelir. Bunlardan bir tanesi, Mehmed Âkif'i ya bir kasap ya bir et müteahhidi zannediyormuş. Bir gün üstada Darülfünun kapısında rast gelir. Ahbabın ahbabı diye bir tanışıklık var ya. Bu kasabın yahut et müteahhidinin burada bulunmasını merak eder. Merhabadan sonra: "Hayrola! Buraya niçin geldiniz?" "Ders için" anlayamaz. Biraz durur. Üstadın yüzüne dikkatle bakar. Kendi kendine "Allah Allah, der, bu yaştan sonra bu saç sakalla Darülfunun'a devam. Çok tuhaf şey! Belki adamcağıza ilim hevesi gelmiştir. Ama talebe de olamaz. İhtimal, dersleri dinliyor…" İçinden gülerek şaşarak:

"Dinleyici sıfatıyla mı?" der. "Hayır" Yine anlayamaz. Düşünmeye, Üstadı süzmeye başlar. Gülümseyerek: "Yoksa talebe olarak mı kayıt oldunuz?" der. Üstadın cevabı yine "Hayır".

Üstadın muzipliği görülüyor ya. Karşısındakinin alayı ile düşünüşü ile eğleniyor. Adamcağız şaşırdıkça şaşırıyor. Adeta kızar. Sert bir sual fırlatır: "Ya ne diye buraya geliyorsunuz?"

Mehmed Âkif gayet soğukkanlılıkla cevap veriyor: "Müderris sıfatıyla" Adamcağızın hayreti artar. Bir türlü havsalasına sığdıramayan adamın aklına bir ihtimal daha gelir. "Belki vekâleten olacak!" Mehmed Âkif yine soğukkanlıkla ve gayet kısa: "Hayır, asâleten" der. Adamcağız büsbütün şaşkınlaşır. Artık söyleyecek söz bulamaz. "Allah Allah!"der, çekip gider. Üstad da "Güle güle!" diyerek onu uğurlar. Üstad diyor ki: "Herif bana müderrisliği bir türlü yakıştıramadı."

  • 5
  • 14
Gizli bir kahraman
Gizli bir kahraman

Mithat Cemal Kuntay, Mehmet Akif'i şöyle anlatır: İlk tanıdığım zaman ona inanmadım: Bir insan bu kadar temiz olamazdı. Fena aktör, melek rolünü oynamaktan bir gün yorulacaktı. Gayri tabii bir faziletten yorulan yüzünü bir gün görecektim. Fakat otuz beş sene bu gün gelmedi.

Otuz beş sene onun yanından her çıkışımda, kendime hep bu sualleri sordum: Bu tevazu, kendi kendini inkâr derecesine nasıl çıkıyordu? Mahrumiyetlerden yılmayan secilyesiyle kendisini nasıl kahraman sanmıyordu? Onu yakından tanıyanlar için, her geçen gün, nasıl onun lehine geçen bir gün oluyordu? Onun temizliği yanında insan kendi günahlarından muzdarip olurken, o kendisinin sizden başka olduğunu nasıl görmüyordu?

Onda bütünlük vardı: Kininde de, evlatlık, babalık, kardeşlik kuvvetini alan dostluğunda da bütünlük… Dostlunu, sevmek kelimesinin noksansız mefhumuyla seviyordu: Öldüğü zaman, düştüğü zaman, dünya aleyhine döndüğü zaman, yanında olmadığı vakit ve sevmeyenlerin yanında bulunsa bile.

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN