Arama

"İçimizi dışımızla denk hale getirmemiz lazım"

7 Ekim'den bu yana yaşanan soykırım vahşeti, 75 yıllık bir davanın izlerini taşıyor. Herkes bir şekilde elini taşın altına koymaya çalışıyor, çabalıyor. Bu noktada yol göstermeye yardımcı olacak kişiler ilk olarak aklımıza geliyor. Bizler de; Gazze'de yaşanan katliama Müslümanlar olarak nasıl ses çıkarabiliriz, boykotu yaşamımızda nasıl uygulayabiliriz, çocuklarımıza Kudüs bilincini nasıl aşılayabiliriz" sorularını Merve Safa Erbaş Likoğlu'na sorduk.

Betül Sav: Geçmişten günümüze gelirsek Peygamberimiz (sav) döneminde de boykotlar yapıldı, hicretten sonra Medine'de çarşılar kuruldu. Peygamberimizin stratejisi neydi ve biz bunları günümüze nasıl uyarlayabiliriz?

Merve Safa Erbaş Likoğlu: Efendimizin (sav) kendi hayatında ailesi ile birlikte mazbut bir hayatı tercih etmesi, bizi şuna götürüyor: O zaman Müslümanlar toplum olarak diğer toplumların nazarında mazbut boynu bükük, daim ezilebilen bir halk olmalı. Böyle bir tahdidat var çok uzun zamandan beri, böyle reklam ediliyor. Bu isteniyor, bu anlatılıyor Müslümanlara. Bu yanlış. Efendimiz (sav) sizin de ifade ettiğiniz gibi pazarı kurdu, üzerlerine gelen bir tehdidi yok edebilmek için onların geçim kaynaklarını yok etti. "Efendimiz toplumun idarecisi iken, toplumun imamıyken veya bir komutanken veya bir müftüyken yani fetva veren biri iken nasıl davranıyordu ya da özel hayatında ailesi ile yemek yerken, tek başına yemek yerken yahut arkadaşlarıyla oturup konuşurken, giyinirken nasıldı?" Bu ikisini biz birbirine karıştırıyoruz. Yani iki uçta yaşıyoruz. Ya hiçbir şey yapmayan "bir hırka bir lokma yaşayan" bir Müslüman var; ya da dünyayı sonuna kadar yaşayan, Müslüman olan fakat ticaretin içinde "faiz mi o da olur, haram işler mi o da olur" diyen bir Müslüman tipi görüyoruz. Bu ikisinden de biz uzağız.

Ticarette en ileride biz olacağız. Boykotta en ileride biz olacağız. Şahsi hayatımıza gelirsek de daha az uyumaya daha az konuşmaya ve daha az yemeye çalışacağız. Bizim ortalamamız budur.

https://www.instagram.com/p/CzS_raotFRf/

Betül Sav: Peki anneler, gençler, çocuklar, bizler nereden başlayacağız?

Merve Safa Erbaş Likoğlu: Şair ne der hatırlayalım: "Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden..."

Üç markayla başlayın. Sonra bu üç büyük markayı boykot edin. Sonra temizlik alanında üç marka, giyim alanında üç marka, otomobil anlamında üç marka. Bu şekilde devam edin ve bunların en tehlikelilerini, en yüksek payı olanları ele alın. Şöyle deniliyor bize; o zaman elinizdeki telefonu da kullanmayın. O zaman kullandığınız bilgisayarı da kullanmayın. Ben elimdeki telefonu, bilgisayarı bir silah olarak kullanıyorsam yani savunma aracı olarak kullanıyorsam bunu kullanma durumumda bir beis yok. Çünkü ben onunla İslam'ı yaymaya çalışıyorum zaten. Onunla İslam'ı savunmaya çalışıyorum.

İslam ben savunsam da savunmasam da zaten Allah nurunu tamamlayacak. Ben İslam'ın safında olmaya çalışıyorum. Yani tarih yazılırken doğru yerde durmaya çalışıyorum. O yüzden ben küçük adımlardan her zaman yanayım.

Şu anda birçok akım var. Ben bunların çok faydalı olacağını düşünüyorum. Çünkü önümüzde çarşaf çarşaf listeler var ve o listelerin kim tarafından hazırlandığı belli değil. Biz Türkiye'de şunu yaşadık: yıllarca bir marka bunun içinde tehlikeli ürünler var diye bize yanlış reklam edildi. O yüzden bir marka savaşına kurban gitmemek için Müslümanların genelinin onayladığı, evet bunlar açık açık bunu destekliyor dediği yüksek firmaları boykottan başlayalım, alışkanlık haline getirelim sonra yavaş yavaş aşağı doğru indirelim. Ben 40 yaşına geliyorum. Benim annem de babam da bu markaları kullanmıyorlardı. Ben de evime sokmadım. Eşim Allah razı olsun aynı düşüncede. Bana o yüzden çok kolay geliyor boykot etmek.

Betül Sav: Peki bu bilinci hayatımızda uzun süreli ne kadar diri tutabiliriz?

Merve Safa Erbaş Likoğlu: Çok güzel bir soru. Gazali "Minhacül Abidin" isimli eserinde der ki; zahiri ibadetleriniz vardır, batıni ibadetleriniz vardır. Zahiri ibadetleriniz nedir; gözüken ibadetler; namazımız gözüküyor, orucumuz gözüküyor, tesettürümüz gözüküyor, bunlar gözüküyor fakat der ki; siz "namazımdan lezzet alamıyorum, tesettürü istediğim gibi yapamıyorum, yani yapıyorum ama nefsim zorlanıyor" dersiniz, oruçta zorlanıyorum dersiniz. Bunun sebebi nedir? Yani niye siz zorlanıyorsunuz bu hususta, dönüp bakalım der; "riya, kibir, ucb, süm'a gibi iç ibadetlerinize, iç sıkıntılarınıza, manevi hastalıklarınıza odaklanmıyorsunuz" der. Bunlara odaklandığınız zaman toparlanacaksınız, der.

Bu tür manevi hastalıklardan kurtulmamız gerekiyor. Bunun adı "psikoterapi, ahiret ehli bir insana gidip sormak, İslam alimlerinin kitaplarını okumak" olur. Bu yola girmemiz lazım. İçimizi dışımızla denk hale getirmemiz lazım. Biz; iç dünyamızda neler oldu, neyden ne zaman soğuduk, rasyonalite bizi ne hale getirdi" bunları konuşursak çok daha faydalı olacağını düşünüyorum. Evet hep diyorlar ya; içimize dönelim, içimize dönelim. Tam olarak öyle.

Betül Sav: Bakıyoruz ki iletişim onlar için her şey. Batı için İsrail için. Peki, bu iletişimi onların aleyhine, bizler Türkiye'nin olanaklarını düşünürsek nasıl kullanabiliriz?

Merve Safa Erbaş Likoğlu: Silah olarak, kelimeyi kullanmayı sevmiyorum ama kelimenin tam anlamı bu yani. Medya artık savaş aracı. Yani bu kadar açık ve dezenformasyon için kurulmuş yapılar var. Sadece sabahtan akşama yanlış bilgilendirmek için kurulmuş yapılar var. Buna rağmen şu an insanlar sosyal medya üzerinden, İslam'ı, Gazzelilerin nasıl bu kadar iman dolu olabildiklerini araştırıyorlar, soruşturuyorlar hatta bir hanımefendi Eyüp (aleyhisselam)'a benzetmiş, başına her şey gelmesine rağmen Allah demeye devam ediyor ve bu beni çok etkiliyor, demiş mesela. Bunu yaygınlaştırmalıyız?

Gazzeli kardeşlerimiz zaten kan, felaket, beden bütünlüğü bozulmuş vücutlar… Bunları zaten paylaşıyorlar ve hem Avrupa'ya hem bize iletebiliyorlar. Bu konuda artık kimsenin bir şüphesi kalmadı. Benim önerim; günümüz sinema tekniklerini kullanarak çok daha etkili hikayeler anlatabilmemiz. Yani hem günümüz tekniklerine uygun sosyal medyada paylaşabilecek kısa videolara odaklanmamız hem de uzun yapımlara odaklanmamız. Yani ordumuza yatırım yapıyorsak o kadar da kültür ordumuza yatırım yapmamız lazım. Buna mecburuz. Bu bence tartışmasız.

Betül Sav: Kudüs sevgisini çocuklara, etrafımıza nasıl aşılayabiliriz?

Merve Safa Erbaş Likoğlu: Şimdi bir zamanlar ev okulu diye bir tabir attılar ortaya. Çok da hoş bir tabir oldu. Hanımefendiler bir araya geliyorlar. İşte, çocuklar okuldan çıkıyor. Diyelim ki çarşamba günü ve senin evinde toplanıyoruz ve sen yemeği, içmeyi hazırlıyorsun. Biz de çocukları getiriyoruz. Aramızdan formasyonu olan bir tanesi de çocuklara belli konuları anlatıyorlardı. Bunu aktif hale getirmemiz gerekiyor. Bunun için herhangi bir izne ihtiyacımız yok. Çocuklar bizim. Yapan biziz. Yani kimse bizim elimizden tutmuyor. Kimse bize bunu yapamıyorsun demiyor. Evlerimiz bizim hakimiyet alanlarımız. Evlerimizi aktif kullanmamız gerekiyor bu noktada.

Eve çocuklar girdiğinde güzel koku sıkılacak, evde çocuklar oynarken onlarla güzel konuşulacak, onlara güzel bakılacak. Çocuklar tatlı bir şeyler yiyecekler. Zihinlerinde o an güzel kalacak ve "çocuklar biliyor musunuz orada çocuklar ölüyor orda neler oluyor bir bilseniz" şeklinde değil "masallaştırarak" masallarda hep bir kötü karakter vardır. Kötü karakteri de koyarak ve masalın sonunu da mutlu bitirerek anlatacağız; çünkü bizim masalımızın sonu Allah'ın izniyle cennette bitecek.

Allah sonumuzu hayr etsin ama oradaki kardeşlerimizin şehadetlerini gördüğümüz için sonuç itibariyle diyoruz ki; masalın sonu güzel bitti. Kim kazandı? Muhakkak ve muhakkak o şehit kazandı. Çocuğa bu şehit kavramını çok erken vermeden, masalın sonunu güzel bitirerek anlatmak lazım. Kudüs şarkıları muhakkak söyletmek lazım. Anneler için sıfır maliyet ama bol sevaplı bir girişim.

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN