Arama

Mehmet Akif ve gençlik yıllarına dair bilinmeyen anıları

Hasan Basri Çantay tarafından yazılan Akifname, Mehmet Akif Ersoy'un ölümünü müteakip günlerde basılmak üzere hazırlanmıştı. Ancak bazı sebeplerden dolayı basılamadı… Akifname, içerisinde barındırdığı hikayeleriyle Mehmet Akif'in bambaşka yönlerini ortaya döktü. Mehmet Akif'in veterinerlikten edebiyata geçişi, hayatının tasavvuf anlamındaki aşamaları, en sevdiği şairler, spor hayatında da herkesten üstün geldiği o günler… Sizler için bambaşka bir Mehmet Akif'i inceledik…

Tasavvuf tecrübesinde üç safhadan geçilir. Birincisi terk safhasıdır. Allah yolcusu bu birinci safhada dünyaya ait kendinde ne varsa onların hepsinden uzaklaşır. Uzaklaşma tamamlanınca ikinci safhaya geçilir. Onda, varlık vehimlerinden boşalan ruha lutf-u İlâhî dolar. Kendi yokluğunda İlâhî varlığın azametini duyan ruh, içten bir fırtınaya tutulmuşçasına sarsılır, kendinden geçer. Bu safha, vecd safhasıdır. Vecdin sonunda üçüncü ve son olan Huzur safhası açılır. Huzur, hareketsiz, sarsıntısız, adeta düşüncesiz visal (kavuşma) halidir. Onun yaşattığı, belli bir konuya bağlanmayan ve sınırları olmayan sevinç ve selâmetten ibaret, içerisinde varlığın eridiği tek bir duygudur.

Mehmet Akif'in hayatında bu üç safhayı arayabiliriz. Birincisi o, Çanakkale harbine kadar İstanbul'da yaşadı. Bu devrenin duygularını 'Âsım'dan önceki beş 'Safahât'ında buluyoruz. İkinci safha, bilinci cihan harbinin felâketleriyle başladı. Sanki mağlûbiyet denen büyük ıztırap, milletimize 'Âsım'ı kazandırmakla karşılandı. Sonra bu vecd hali, istiklâl savaşı esnasında Ankara'da devam etti. Üçüncü safha, kendisine vahdet-i vücudu ilham eden çölde başlayacaktır. Onun müjdelerini 'Gölgeler'de buluyoruz.

İstanbul'daki birinci safhada Akif, dünyasına ait nesi varsa nağme halinde hepsinden boşaldı. Mekânın her noktasında durdu. Şark'ta, Garp'ta dolaştı. Yaralarının hepsini neşterledi. İslâm diyarının her karış toprağına ümit tohumları serpmek istedi. İnsan denen hilkat harikasını, İlahi varlığın sınırlarında ona en yakın yere yerleştirdi. Sonunda hüsranın büsbütün boğulmadığını görünce, "Şu sessiz kubbenin altında insandan eser yokmuş!" diye haykırmaktan kendini alamadı.

Buraya kadar Akif'in sanatı henüz feryat halindedir. Eserde Akif ve Âlem tezadı göze çarpmaktadır. Onun tasavvuru olan âlem, dünyamızın gerçeğinden ayrı bir âlemdir. Ona, bu haliyle bu âlemden boşalmak gerekmektedir. Ondaki eflâtunî ideale yakışan hareket, bütünüyle bu âlemi terktir. Kader, bu terk işini, ona biraz geç olmakla beraber, yine yaptırdı. İlk beş Safahat, içinde yaşadığı ve dokunduğu dünya ile sanatkârın ideali arasındaki ürpertici tezat yüzünden, onu belki biraz geç kalan bu terk hareketine hazırlayıcı ızdıraplı geçit olmuştur.

İkinci olan Vecd hali onda Çanakkale harbi ile başladı. İstiklâlini isteyen milletinin o zaman kalbi olan Ankara'da Allaha götüren yolculuk halinde devam etti. «Asım » ile «Gölgeler» deki şiirlerin bir kısmı vecdinin ifadeleridir. Ankara'nın Taceddin dergâhında ümmetin kurtuluşu için Allah tarafından görevlendirilen uyarıcı, sırf ilahi olan cezbelerini daha sonra Büyük Huzura açılan çölde yaşayacaktır. «Gece» ve «Secde», bu devrenin mahsulü olan Vahdet-i vücut aşkının terennümleridir.

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN