Yeni yüzyılda stratejik ortaklık: Türkiye ve Rusya
Rusya Devlet Başkanı Putin'in Ankara ziyareti iki taraf için de çok önemliydi. Rus tarafının bu ziyarete atfettiği büyük önemin en açık işareti, Başkan Putin'e eşlik eden isimler oldu
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin 28 Eylül'de Türkiye'ye bir ziyaret gerçekleştirdi. Bu ziyaret, SU-24 Rus bombardıman uçağının 24 Kasım 2015'te bir Türk F-16'sı tarafından düşürülmesi sonrasında yaşanan gerginliğin ardından başlayan normalleşme sürecinin başından bugüne Putin'in Türkiye'ye gerçekleştirdiği ikinci ziyaret ve iki liderin son bir sene içindeki beşinci buluşmasıydı.
Liderlerin gündeminde Suriye ve Irak meselesi gibi çeşitli konular vardı. Fakat özellikle Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'nin (IKBY) bağımsızlık referandumu ve Türkiye'nin Rus S-400 savunma sistemlerini satın alması konularının öne çıkması beklenirken, diğer bazı siyasi ve ekonomik konuların yanı sıra ikili ticaret de konuşuldu.
İLİŞKİLER 'UÇAK KRİZİ' ÖNCESİ SEVİYEYE TAŞINDI
Türk-Rus ilişkilerinin modern tarihine baktığımızda, ikili ilişkilerin 1990'ların ortasından Kasım 2015'te Rus jetinin düşürülmesine dek artan biçimde geliştiği görülmektedir. Türkiye ve Rusya bu dönemde, 'bardağın dolu tarafına' odaklanarak ikili ilişkileri "stratejik ortaklık" seviyesine yükseltmeyi başararak birbirlerine daha da yaklaştılar. Bununla birlikte, iki ülkenin Ortadoğu meseleleri nedeniyle büyüyen ihtilafların ve özellikle de 'uçak hadisesinin', Türk-Rus ilişkilerinin yaklaşık yirmi senelik seyri üzerinde doğrudan olumsuz neticeleri oldu. Bölgede artan anlaşmazlıkların sebep olduğu rekabet ve güvensizlik, siyasi, ekonomik ve güvenlikle ilgili alanlarda herhangi bir iyileşmenin yaşanması ihtimalini ortadan kaldırdı. Aynı zamanda, Batı ile Rusya arasındaki gerginliklerin artması da zaten kırılgan olan bölgesel dengeyi iyice bozdu. Ankara, bu denklemde, ortada sıkışıp kalmış gibi görünüyordu.
Türk-Rus ikili ilişkileri, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Devlet Başkanı Vladimir Putin'e Kasım 2015'te Rus jetinin düşürülmesiyle ilgili üzüntülerini bildiren bir mektup göndermesinden bu yana yeniden ve kesintisiz bir gelişim gösterdi. Erdoğan 9 Ağustos 2016'da, mektuptan bir ay sonra ve aynı zamanda başarısız darbe girişiminin ardından ilk yurt dışı ziyaretini St. Petersburg'a yaptı. Bu ziyaret, Türk-Rus ilişkilerinde "annus horribilis" (korkunç sene) olarak isimlendirilen, neredeyse dokuz aylık kopukluğun ardından iki ülke arasındaki ikili ilişkilerin toparlanması adına önemli bir dönüm noktası oldu. Her iki lider, St. Petersburg'da yaptıkları görüşme sonrasında, iki ülkenin karşılıklı çıkarlarını ilgilendiren tüm konularda sağlam ve yapıcı bir diyaloğun geliştirilmesinin önemine özel bir vurgu yaptılar ve ilişkileri yeniden 'uçak krizi öncesi' seviyeye taşımak için bir yol haritası hazırladılar. Ayrıca bölgedeki sorunların ortak girişimlerle çözülmesi gerektiğini kabul ederek bunun Türkiye ve Rusya'nın hamiliği altında gerçekleşeceğini belirttiler.
İKİLİ TİCARET HACMİNDE BÜYÜK ARTIŞ
Dolayısıyla bu son ziyaret iki taraf için de çok önemliydi. Rus tarafının bu ziyarete atfettiği büyük önemin en açık işareti, Başkan Putin'e eşlik eden isimler oldu: Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Enerji Bakanı Alexander Novak, Genelkurmay Başkanı Valery Gerasimov, Suriye Özel Temsilcisi Alexander Lavrentiev, Gazprom Yönetim Kurulu Başkanı Alexey Miller ve Rosatom Devlet Atom Enerjisi Kurumu Genel Müdürü Alexey Likhachev.
Toplantının en somut neticesi, 1 Ocak 2016'dan bu yana iki ülke arasındaki ticareti zora sokan, Türk domatesine yönelik ithalat yasağının kaldırılması oldu. Bu yasak, Moskova'nın uçak krizinden sonra Türkiye'ye yönelik uyguladığı ambargoların parçasıydı; bu nedenle kaldırılması, normalleşme sürecinde önemli bir adım teşkil ediyor.
Hemen hatırlanacağı üzere, Rus uçağının düşürülmesi, ikili ilişkilerde 15 senede kaydedilen ilerlemeyi 20 saniye içinde mahvetmişti. Karşılıklı söylemlerin giderek sertleşmesini, Türk şirketlerine ve ihracatına yönelik bir takım hızlı ve sert ekonomik tedbirler izlemişti. Bu tedbirlerin alınmasını müteakip iki gün zarfında da taraflar diplomatik ilişkilerini resmen dondurdular; husumet kamusal alanlara sirayet etti ve dört milyonun üzerinde Rus turistin Türkiye'ye gelmekten vazgeçmesi, Türk turizm sektörüne büyük bir darbe indirdi. Bunun üstüne bir de DEAŞ saldırılarından dolayı, ülkeye gelen Avrupalı turist sayısındaki azalma eklenince, Türk turizmi Irak Savaşı'ndan bu yana en kötü dönemini yaşadı. Bu kriz, 2014'te 31.5 milyar dolar olan ikili ticaret hacminin büyük bir gerileme kaydederek 2015'te 23.3 milyar dolar seviyesine inmesine sebep oldu.
Toplantının sonunda liderler ikili ticaret seviyesinin mevcut seyrinden duydukları memnuniyeti dile getirdiler.
Putin, "Geçen yıl yüzde 32'lik bir düşüş yaşarken bu senenin ilk yedi ayında gördüğümüz artış yüzde 31.5'e tekabül ediyor. Böylece kayıplarımızı telafi ettik ve senenin geri kalan kısmında eski seviyeyi dahi aşmış olacağız" şeklinde konuştu.
STRATEJİK PROJELERDE MUTABAKAT
Her iki lider de ülkelerinin iş dünyalarına yönelik ticaret ve yatırım engellerinin kaldırılmaya devam etmesi konusunda mutabık kaldılar. Bu sürecin iki lokomotif projesi büyük ihtimalle iki büyük enerji projesi olacak: Türk Akımı doğalgaz boru hattı ve Akkuyu nükleer enerji santrali.
Putin, "Bu iki stratejik projenin detaylarını enine boyuna inceledik" diyerek Rusya'nın inşa ettiği Türkiye'nin ilk nükleer reaktörünün kısa bir süre içinde faaliyete geçmesini umut ettiklerini belirtti.
Liderler, S-400 füze sistemlerinin teslimatıyla ilgili herhangi bir açıklamada bulunmadılar. Ancak Erdoğan, Türkiye'nin Batılı müttefiklerinin dile getirdiği güçlü eleştirilere ve endişelere rağmen satın alma işleminin gerçekleşmiş olduğunu zaten açıklamıştı.
Toplantının sonunda, tarafların Irak ve Suriye dâhil olmak üzere bölgesel konuları görüştüğü ve her iki ülkenin toprak bütünlüğünün korunması konusunda mutabık kaldığı duyuruldu. Suriye ve Kuzey Irak meseleleri bugün Türk dış politikası açısından, sadece Ankara'nın Batı ve Rusya'yla olan diplomatik ve güvenlik ilişkileri bağlamında değil, Türkiye'nin bölgesel konumuna ve yurt içinde yaşanan gelişmelere olan etkilerinden dolayı da en önemli güvenlik konusunu oluşturuyor.
Rusya ve Türkiye, İran'la birlikte, Suriye'de çatışmasızlık bölgelerinin kurulmasına çalışıyorlar. Bu bölgelerin, çatışmanın azaltılmasına yönelik olumlu etkilerinin olduğu biliniyor. Erdoğan, Suriye'nin kuzeyinde, Türkiye sınırındaki İdlib ilinde bir çatışmasızlık bölgesinin oluşturulmasının detaylarına odaklandıklarını belirterek Suriye'de siyasi bir çözümün elde edilmesine katkı yapacak ortak siyasi bir iradenin gerekliliğine vurgu yaptı. Putin de, Erdoğan'ı, çatışmasızlık anlaşmasının mümkün kılınmasını sağlayan çabalarından dolayı "Dostumuz Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı selamlıyoruz" diye taltif ettikten sonra bu bölgelerin savaşın durdurulmasını sağlayarak mültecilerin evlerine dönebilecekleri koşulları oluşturacağını söyledi.
SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE'NİN ÖNCELİKLERİ
Türk hükümeti Suriye kaynaklı çok sayıda problemden muzdarip: PKK uzantısı terörist yapılar PYD/YPG'nin yeniden uluslararası aktör olarak ortaya çıkması, El-Kaide'den türemiş grupların Türkiye sınırlarındaki varlığı, DEAŞ'ın yenilgiye uğratılmasından sonra Sünni nüfusun bulunduğu bölgelerin akıbetinin ne olacağı, Beşşar Esed rejiminin giderek artan meşruiyeti, mültecilerin durumu ve Suriye'de bulunan Türkiye yanlısı muhalefetin geleceği.
Bu öncelikler arasında Türkiye için en öncelikli endişe kaynağı, Suriye krizinin başlangıcından bu yana ABD ve Rusya'nın PYD/YPG'ye sağladığı askeri, diplomatik ve siyasi destektir.
Türk-Rus ilişkilerinin normalleşmesinden bu yana Türk yetkililer ABD'nin PKK uzantısı olan Suriye'deki diğer örgütlere yaptığı silah ve mühimmat tedarikinden duydukları rahatsızlığı daha yüksek sesle ifade etmeye başladılar. Yetkililer Rusya'nın Ankara'nın bu meseleyle ilgili hassasiyetlerini daha iyi anladığını ve YPG'ye yaptığı askeri desteği kestiğini belirtiyorlar.
Bu bağlamda, Suriye krizi çözülmeden devam ettiği sürece Rusya -Moskova'ya yönelik siyasi kuşkuların tam anlamıyla giderilmediği de dikkate alınmak şartıyla- Türkiye'nin Suriye'deki menfaatlerini elde etmesinde kati manada dengeleyici bir rol oynayacaktır. Türk karar alıcıların, ABD'yi, Suriye'de YPG'ye yönelik tavrını değiştirmeye zorlamak için Rus desteğine ihtiyaç duydukları ileri sürülebilir. Kürt meselesinin Türkiye açısından belirleyici bir mesele olmayı sürdürdüğü bu süreçte ABD'nin PYD/YPG'ye yönelik tavrı değişmediği sürece Rusya'nın Türkiye'nin Ortadoğu'daki dış politikasını şekillendirmede güçlü ve belirleyici bir rol oynaması beklenebilir.
Olayların akışı ve Ankara'nın diplomatik girişimleri, Türk yetkililerin İran ve Rusya'yı Suriye'de Türkiye'nin yanında tutmaya çalıştıklarına işaret ediyor. Bu tutum, her üç tarafın da bölgede uzun zamandır süregiden jeopolitik rekabetinin bir sonucudur ve bu da aralarında dönem dönem ortaya çıkan anlaşmazlıkları ve işbirliğini yönlendiren unsurdur.
Bu güncel gelişmeler Türkiye'yi Suriye savaşında yeniden sahada bulunan bir aktör haline getirmiş gibi görünüyor; fakat bunun karşılığında Moskova da Ankara'nın Batı ile olan ilişkilerinde önemli bir faktör haline gelmiş bulunuyor. Genel bir değerlendirmeyle, Türk dış politikası için zorlu bir imtihan niteliğindeki bu karmaşık ilişkiler ağı, bu politikanın yapıcılarını Türk dış politikasını sürekli değişen koşullara göre güncellemeye zorluyor.
Prof. Dr. Mitat Çelikpala
[Türk-Rus İlişkileri, Kafkaslar ve Orta Asya, enerji güvenliği ve kritik altyapı koruması alanlarında çalışan Prof. Dr. Mitat Çelikpala Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir]
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.