Arama

Zekeriya Erdim
Temmuz 19, 2020
Virüs içinde virüs mü var?

Yunus Emre; "Bir ben vardır bende benden içeri" diyor. Böylece; "zarf" (dış görünüş) ile "mazruf" (iç var oluş) arasındaki farkı dile getiriyor.

Biz insanlar; "dış âlem" ile "iç âlem" arasındaki uzun, ince yolda yürüyoruz. Bazen, sınır çizgisinin dışına çıkarak; iki taraf arasında gidip geliyoruz.

Şüphesiz; aklımızı, ruhumuzu, bedenimizi "etkileyen" unsurlar var. Bilinen yahut var olan tüm metotları, usulleri, teknikleri kullanarak; kendi istek ve iradeleri doğrultusunda, bizi yönlendirmeye çalışıyorlar.

Bir yandan; cevizin yeşil kabuğunu soyarak ve tahta kabuğunu kırarak, içine ulaşıp yeme amacının peşindeyiz. Öte yandan; "gümüş tasla sunulan zehir" cinsinden tezgâhların, tuzakların içindeyiz.

Onun için; "leş içindeki diş" ile birlikte, "kuzu postuna bürünmüş kurt" senaryolarını da görmek ve bilmek durumundayız. Asırlardır, nice dost görünümlü düşmanın baskınına uğrayıp baltasını yemiş bir devlet ve millet olarak; yedi gün, yirmi dört saat uyanık olmak zorundayız.

Şimdilerde, "corona virüs" yahut "covid 19" denilen salgın konusunda; bir çelişki durumu yaşıyoruz. Bir yanımızla, inandığımız ve güvendiğimiz insanların tenbihleri, uyarıları doğrultusunda "tedbir alma" gereği duyuyor; öteki yanımızla, gene inandığımız ve güvendiğimiz başka insanların ikazları ve itirazları sebebiyle "tezgâha gelme" endişesi taşıyoruz.

BAZI ŞEYLERDEN ŞÜPHELENİYORUZ

Öncelikle, süreç içinde gördüğümüz, duyduğumuz bazı şeylerle ilgili şüphelerimiz, tereddütlerimiz var. Parçaları birleştirip, ipuçlarını değerlendirdiğimizde; vardığımız sonuçlar, zihin dünyamızdaki "kaygı" merkezlerini harekete geçiriyorlar.

Bilim Kurulu Üyeleri'nin bazıları; devlet ve millet nezdinde "güvenilirlik" karnesi zayıf olan çevrelerle yakın diyalog ve iş birliği içindeler. Oluşturdukları kamu-özel sektör-sivil toplum üçgeni içinde; hep aynı yollardan yürümüş, hep aynı köprülerden geçerek gelmişler.

Bu çevrelerin başında; uluslararası ölçekli ilaç ve aşı üreticisi firmalar geliyor. Türkiye'yi bir kaşık suda boğmaya çalışan lobiler ile ekran ekran dolaşıp, "uzman" sıfatıyla toplumu irşat etmeye çalışan kimseler; "aynı fotoğraf karesi" içinde yer alıyor.

Geçmiş dönemlerde de benzeri çalışmaların içine girdiklerini görüyoruz. "İnfeksiyon Çalışma Grubu" yahut "Aşı Çalışma Grubu" gibi kendilerinden menkul oluşumlarla; millete aşı yapmanın ve yaptırmanın faziletlerini anlattıklarını, devlete akıl-fikir verdiklerini biliyoruz.

Buraya gıda, ilaç, temizlik, kozmetik ürünlerinin "kimyasal silah" gibi kullanıldığına dair örnekleri de eklediğimizde; nasıl endişe etmeyelim. Bir yandan kan kusturup, öte yandan çanak tutan "vahşi kapitalizm" zihniyetine ve onun içimizdeki temsilcilerine; bunca acıklı tecrübeden sonra niçin güvenelim.

SORGULAMA GEREĞİ DUYUYORUZ

Bazı yerli ve yabancı uzmanlar; virüs salgınını, "biyolojik savaş" sürecinin bir parçası olarak görüyorlar. ABD, Çin, Fransa, İsrail gibi ülkelerin ortak operasyonu olduğunu söylüyorlar.

İkaz ve itiraz edenler; hem tehdit ediliyor, hem de çeşitli metotlarla itibarsızlaştırılıyor. Uluslararası çevrelerce oluşturulan "standart algılar"; dünyanın ve insanlık âleminin kaçınılmaz gerçekleri olarak dayatılıyor.

İstatistikleri incelediğimizde; başka sebepler ya da hastalıklar yüzünden ölenlerin, söz konusu virüs nedeniyle ölenlerden daha fazla olduğunu görüyoruz. Trafik kazaları sebebiyle ölenler çok diye ulaşımın engellenmediğini, sigara yüzünden ölenler fazla diye tütün ürünlerinin yasaklanmadığını biliyoruz.

Obezite oranları ile açlıktan ölme oranlarının paralel geliştiği de bilinen bir gerçek. Bu sorunu çözmek için; "zenginden alıp fakire verme" seferberliği ilan edilmedi ve edilmeyecek.

Ayrıca, yakın geçmişte yaşanmış bir "domuz gribi" hikâyemiz var. On yıl önce hayatta ve aklı başında olanlar; olup bitenleri hatırlayıp, mukayese yapıyorlar.

Dönemin Sağlık Bakanı, korunma tedbirlerini firesiz uygulamak için; Cumhurbaşkanı'nın ve Başbakan'ın da yaptıracağını belirterek, "aşı yaptırmayın" telkini ile süreci engellemeye kalkışanlar hakkında suç duyurusunda bulunacağını söylemişti. Ancak, dönemin Başbakanı ikaz ve itiraz gereği duyup; "Sağlık Bakanı ile aynı görüşte değilim, ben aşı yaptırmayacağım" demişti.

O zaman, milyonlarca aşı için, milyarlarca liranın boşuna ödendiği algısı oluştu. Hatta depolarda bekletilip kullanım süresi geçen aşıların, binlerce insana enjekte edilip edilmediği üzerine bir tartışma gelişti.

İşin doğrusu şu ki; genelde Türkiye'yi, özelde salgın sürecini yöneten kadrolara ve kurumlara inanıyor, güveniyoruz. Fakat, hayatın çeşitli alanlarında ve konularında şahit olduğumuz "dışarıdan sızma" yahut "içeriden vurma" örneklerini ve öykülerini hatırlayınca; ister istemez, "gene oyuna mı geliyoruz" endişesi duyuyoruz.

Kimse, Sayın Cumhurbaşkanı'nın özel araştırma yaptırıp; sonuçlarını kamuoyu ile paylaşmasını beklemesin. İlgili kadrolar ve kurumlar, sorumluluk üstlenip; işin aslını, delilli ve ispatlı olarak anlatmayı denesin.

Böylece; "virüs içinde virüs" olup olmadığını anlayalım. Ona göre duruş belirleyelim, ona göre tavır alalım.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN