İtaat, ikaz, itiraz, isyan kültürü ve anlayışı
Ailelerde anneler ve babalar çocuklarının, okullarda öğretmenler ve idareciler öğrencilerinin hal ve tavırlarından şikâyet ediyorlar. Farklı kelimelerle aynı mesajı ve muhtevayı tekrar edip; "Söz dinlemiyor, saygı göstermiyor, itaat etmiyor" diyorlar.
Öte yandan sosyal, siyasal, dini, ideolajik görünümlü legal ya da illegal, meşru veya gayrımeşru pek çok yapının; gençlerden, yetişkinlerden, yaşlılardan oluşan ve kayıtsız şartsız itaat edip bağlılık, hatta bağımlılık hukuku içine giren binlerce mensubunun olduğunu görüyoruz. Kişisel, kurumsal, toplumsal düzeyde yaşadığımız nice acı tecrübeden sonra; bu yapıların önemli bir kısmının, insanların iyi niyetlerini istismar ederek, kötü emellerine alet ettiklerini artık biliyoruz.
Bu durum, bize; toplum olarak, ifrat ile tefrit arasında git-geller yaşadığımızı ve orta yolu bularak denge ve uyum içinde yürümeyi başaramadığımızı gösteriyor. Akil ve makul çözüm için; itaat, ikaz, itiraz, isyan kültürümüzü ve anlayışımızı yeniden inşa etmemiz gerekiyor.
Öncelikle ve özellikle; hayatın bütün alanlarında ve konularında, temel değerlere dayalı bir anlayışı ve yaşayışı tercih etmeliyiz. Kabullerimizin ve retlerimizin, isteklerimizin ve ideallerimizin sınırlarını doğru değer ölçülerine göre belirleyip; anneler ve babalar olarak çocuklarımızdan, öğretmenler ve idareciler olarak öğrencilerimizden, şeyhler ve mürşitler olarak müritlerimizden, liderler ve önderler olarak tabilerimizden helal dairesi içinde olacak ve kalacak bir duruş beklemeliyiz.
İnsanlık tarihi boyunca, helal dairesinin sınırlarını çizen en temel değer; dinler olmuştur. Bağlayıcı yahut belirleyici güce sahip olan diğer değerlerin, yani örfün ve hukukun altyapısı bile; çoğunlukla, dini kaynaklardan ve kanallardan gelmiştir.
Hz. Âdem'den Hz. Muhammed(sav)'e kadar, tevhid dininin tüm safha ve süreçlerinde; Allah(cc)'tan geldiği bilinen bütün emirlere ve yasaklara, kayıtsız şartsız uyma, itaat etme geleneği var. Kuldan gelen emir ve yasaklarda ise; ümmetler peygamberlere, müritler mürşitlere, memurlar amirlere, işçiler patronlara, askerler komutanlara, talebeler hocalara, evlatlar annelere ve babalara itiraz edebiliyorlar.
Olaya ve duruma göre; itaat ikaza, ikaz itiraza, itiraz isyana dönüşebiliyor. İtaat, "kabul edip emre uyma"; ikaz, "dikkat çekip uyarma"; itiraz, "reddedip karşı çıkma"; isyan, "engel olmak için mücadele başlatma" anlamına geliyor.
Asr-ı Saadet döneminde, Resulullah(sav) ile ashabı arasında yaşanan nice örnekler var. Allah'tan gelene, "inandık ve itaat ettik" diyor; Peygamber(sav)'den veya başkalarından gelenlerin bazılarında, ikaz ve itiraz haklarını kullanıyorlar.
Hicret'in 6. yılında, Resulullah(sav) ile ashabdan bir kısmı, Kâbe'yi ziyaret amacıyla yola çıkmışlar; Mekkeli müşrikler önlerini kesip, buna engel olmuşlardı. Belli bir mücadele ve müzakere sürecinden sonra; karşılıklı haklara ve sorumluluklara dayalı olarak, Hudeybiye Anlaşması'nı imzalamışlardı.
Anlaşma metni yazılırken; müşrikler, "resulullah" ifadesine itiraz ettiler. "Biz bunu kabul etseydik, senin karşında değil yanında olurduk" dediler. Resulullah(sav), Hz. Ali'ye; "O ibareyi metinden sil" dedi. Hz. Ali(ra), anında itiraz edip; "Hayır, silmem, silemem" cevabını verdi. Daha sonra, anlaşma gereği olarak, müşriklerin eziyetinden kaçıp Medine'ye sığınan Ebu Cendel'in Mekke'ye iadesi söz konusu olduğunda ise; Hz. Ömer(ra), sert bir üslupla karşı çıktı. Çünkü Allah(cc)'ın emirlerine itirazın kapısı kapalı; Peygamber(sav)'in vahye dayalı olmayan, kendi istek ve iradesinin yansıması olan emirlerine itirazın kapısı açıktı.
Bir başka örnekte; ikaz ve itiraz, isyan sınırına kadar vardı. Orada, emre itaat etseler; cehennem ateşinde yanacaklardı.
Peygamber(sav)'in görevlendirdiği bir komutan; emrindeki askerlere ateş yaktırmış ve "Bu ateşe girin" demişti. Bazıları, emre itaat etmek için ateşe doğru yönelmişler; bazıları ise, "Biz, ateşten kaçmak için Müslüman olduk" diyerek onları engellemişlerdi.
Konu, Resulullah(sav)'e sorulduğunda; "O ateşe girselerdi, kıyamete kadar çıkamazlardı" buyurdu. Çünkü itaat; dinin yasakladığı şeylerde (masiyette) değil, emrettiği şeylerde (marufta) olurdu.
Bu ve benzeri örnekler; Peygamber(sav) ile ashabı arasında, hiçbir zaman sevgi ve saygı sorunu haline gelmedi. İkazların ve itirazların; bazıları dinlenip reddedildi, bazıları kabul edilip yerine getirildi, bazıları ise kabul edildi ama imkânlar elvermediği için yerine getirilemedi.
Sonraki dönemlerde; Allah(cc)'ın ve Resulullah(sav)'in yolundan gidenler, bu geleneği devam ettirdiler. "Müminler birbirlerini yıkayan eller gibidir" kavline göre amel edip; yapıcı tenkit ve uyarıları, salih amel bildiler.
Kadim kültür ve madeniyet değerlerimize göre; her yaş ve seviyedeki insana, "Hakka itaat, batıla isyan" ahlakı ve anlayışı kazandırılmalıdır. Yaşta büyük, yolda ileri, makamda yüksek, mertebede yüce olanlar; kendilerini rehber, önder, öncü kabul edenlerin ikazları ve itirazları karşısında sabırlı ve anlayışlı olmalıdır.
Bu işin ifratı, "körü körüne itaat"; tefriti, "herkese ve her şeye isyan" olarak tarif edilebilir. Kayıtsız şartsız bağlılık ve bağımlılık, köleliği ve istismarı; hiçbir kayda ve şarta bağlı olmadan yaşamak da anarşiyi ve bunalımı getirir.
Disiplin ve otoritenin en sağlamı; özgür bir ortamda, kendiliğinden oluşan sevgi ve saygıya dayanır. Adına "ilmi otorite" dediğimiz bu saygınlık; iyi örnek olarak ve iyi işler yaparak sağlanır.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.