Arama

Veysel Kurt
Ocak 25, 2019
Güvenli bölge denklemi ve Adana Mutabakatı

Trump'ın çekilme kararının ardından Suriye'de ortaya çıkan yeni durum, yeni planlamaları ve stratejileri devreye soktu. Trump'ın çekilme kararını uygulaması durumunda Türkiye ve aynı zamanda Suriye'nin geleceği için öne çıkan mesele, ABD'nin çekilmesi ile oluşacak boşluğun nasıl dolduracağı konusudur.

Türkiye bu kaygısını dile getirdikten sonra ABD, 'güvenli bölge' teklifini yüksek sesle dile getirmeye başladı. Ancak henüz somut bir plan ortada yok.

ABD çekilirken bir yandan insiyatifi elden bırakmak istemiyor. Özellikle hava sahasını kendi kontrolünden bırakmayacak gibi.

Bu bağlamda çeşitli formüllerle Türkiye'nin kapısını çaldı ve çalmaya devam ediyor.

Suriye özel temsilcisi olarak atanan James Jeffrey farklı senaryo ve tekliflerle gelecek.

Jeffrey gelmeden ABD'nin olası teklifleri konuşulmaya başlandı.

Bu tekliflerden en dikkat çekici olanı, planlanan 'Güvenli Bölge'de Avrupa ülkelerine önemli bir rol biçilmesi. Buna göre kırsal bölgeleri Türkiye, şehir merkezlerini ise Avrupa gücü kontrol edecek.

Daha zayıf bir ihtimal ise Arap gücünün sahaya konuşlandırılması.

Bu tekliflerin ikisi de bu haliyle Türkiye açısından kabul edilemez çünkü ikisi de PYD'nin korunmasını merkeze alıyor.

Türkiye ise ABD'den gelen çeşitli teklifleri dikkate alırken PYD'nin tasfiyesini merkeze alıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Trump'la 'çekilme' konusu üzerinde belirli bir noktaya geldikten sonra zirve diplomasisini Putin'le sürdürdü.

Çarşamba günü Moskova'da gerçekleşen zirve bu açıdan önemli.

Rusya bir yandan Türkiye ile varılan mutabakatı bozmamak ve yeniden ABD'ye 'itmemek' için dikkatli bir dil kullanıyor; İdlib'de meydana gelen gelişmeleri ihtiyatlı bir dil kullansa da Türkiye'nin çabalarına değer verdiklerini açıkça dile getiriyor.

Öte yandan ise Esed rejiminin kontrol alanlarını genişletmeye ve iktidarını güçlendirmeye çalışıyor.

Putin'in 'Esed ile Kürt temsilciler arasındaki diyalogu desteklediklerini' ifade ederken PYD'yi devre dışı bırakmaması dikkat çekici.

Türkiye'nin PYD'ye ilişkin kaygılarını da rejimi devreye sokarak bir formül üretme arayışında.

Bu açıdan 'Adana mutabakatını' dile getirmesi önemli.

1998 yılında imzalanan Adana mutabakatı Türkiye ile Suriye'nin PKK'dan dolayı savaşın eşiğinden dönerek imzaladıkları bir mutabakattı ve tek konu Öcalan değildi.

Türkiye, Suriye hükümetinden PKK'ya desteğini tamamen kesmesini istemiş, bütün kampların kapatılmasını ve PKK militanlarının Türkiye'ye teslim edilmesi ve cealandırılmasını talep etmişti. Suriye' de bu talepleri olumlu karşılayarak ilk adım olarak Öcalan'ı Suriye'den çıkarmıştı.

Şimdi burada soru Suriye rejiminin bu mutabakat maddelerini tekrar yerine getirmek için yeterli bir kapasiteye sahip olup olmadığı sorusudur. Eğer bu kapasiteye sahipse neden hala adım atmıyor? Böyle bir kapasiteye sahip değilse Türkiye neden bekleyerek zaman kaybetsin?

Putin'in söylemi kendi pozisyonu açısından anlaşılır bir şey. Ancak mevcut konjonktürde Türkiye'nin PKK konusunda rejime güvenmeyeceği ortada.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 'Adana mutabakatını' üzerinde düşünülmeye değer bulması rejimle diyalog kapılarını araladığı anlamına gelmez. Bu mutabakatın Türkiye'ye açacağı manevra alanını kullanmaya dönük olarak anlaşılmalı.

Özetle Türkiye PYD'nin tasfiyesi konusunda önüne gelen tekliflere kapıyı doğrudan kapatmayarak iyi niyetini göstermeye devam ediyor.

Ancak meselenin zamana yayılarak kendi aleyhine yeni bir konjonktürün oluşmasına da razı olmayacaktır.

Veysel Kurt

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN