Arama

Mustafa Özcan
Şubat 8, 2019
Dostları küstürmemek!

Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, son sıralarda Araplar arasında Şam'a ve Esat rejimine geri dönüşü izah ederken bunun Esat muhabbetinden ziyade Türk veya Türkiye nefretinden kaynaklandığını söylemiş (https://arabi21.com/story/1157782/ ). Tespiti kesinlikle yanlış değil. Burada 'düşman' olarak Türkiye faktörü öne çıkmaktadır. Elbette Şam'a rağbet edenlerin Esat'tan farklı bir yönü yok. Suriye'de halk hareketinin başladığı günlerde olacak karakollarda vesair yerlerde kolluk kuvvetleri mahkumları ya da halkı Esat portresine secde ettiriyorlardı. Yahya Asiri isimli yorumcu yemin billah aynı uygulamanın Suudi Arabistan zindanlarında da geçerli olduğunu söylüyor. Ona göre Suudi Arabistan zindanlarında da tutuklulara aynen şu telkin ediliyor: Rabbuke Muhammed Bin Selman! Rabbin Muhammen Bin Selman'dır! Elbette bunun Haremeyn diyarında tekerrür etmesi Şam'da etmesinden daha galiz bir durum! Fakat Arap rejimlerinin birbirinden farkı yok. Meşruiyetlerini Osmanlı'nın ve hilafetin yıkılmasından aldıklarından dolayı insiyaki olarak Türkiye'ye mesafeli olmaları gayet tabii. Bu nedenle düşmanlar sıralamasında, tertibinde veya skalasında Türkiye'nin en üst sırayı işgal etmesi tesadüf değil. Onlara göre İsrail ve Şam rejimi daha ehven. Ürdün'de Sebil gazetesinde yazan Abdullah Mecali'nin, 'İran ile Türkiye Arasında Kalan Araplar' başlıklı makalesinde de değindiği gibi (http://assabeel.net/article/2019/2/3/ ) düşman sıralamasında veya listesinde Türkiye başı çekiyor. İran sıralamada daha geriye düşmüş. Daha doğrusu BAE ve Mısır kurmaylarına göre düşman sıralamasında Türkiye başı çekerken İran küme düşmüş vaziyette. Besbelli Araplar Bernard Lewis'in vasiyetini uyguluyor ve hayata geçiriyorlar. Tarih tilkisi olan Bernard Lewis Arap Baharından hemen sonra 10 yıl içinde Türkiye'nin İran'ın yerini alacağını öngörmüş (https://www.haberler.com/bernard-lewis-turkiye-de-gidis-islamlasmaya-dogru-2630603-haberi/). Belki de Obama idaresi bu öngörü ışığında Türkiye'ye değil de İran'a ön ve yol verdi. Türkiye'nin yerini doldurmasını istedi. Halkın yanında Türkiye ön alacağına varsın rejimin yanında İran ön alsın istedi.

Abdullah Mecali'nin makalesinde de dile getirildiği gibi sadece Suudi Arabistan, hala düşmanlar kategorisinde İran'ı birinci sırada tutuyor. Bununla birlikte elbette Türkiye'yi dost kategorisinde görmüyor. Nasrallah'ın açıklaması çok manidar; Türkiye düşmanlığı üzerinden Arap rejimleriyle köprü kurmak istiyor ve bu açıklamasıyla da göz kırpıyor. Neden olmasın? Bir blok olarak, Esat rejimi ile birlikte Hizbullah da Türkiye karşısında ortak kümeye veya potansiyel dost kategorisine girebilir. İslam ülkelerinin büyükelçileriyle görüşen Kılıçdaroğlu da aynı nakaratı tekrarlamış: Suriye ile temas kurulmalı! Acaba Kılıçdaroğlu da Nasrallah'ın sözünü ettiği Arap rejimleri gibi Türkiye korkusundan mı Esat'a yanaşmak ve Esat'ın yanaşmaları arasına katılmak istiyor? Onun dürtüsünün kaynağı nedir? Arap rejimleri gibi ortak korkuları Osmanlı'nın yeniden hortlaması mı?

İbrahim Kalın Beyin daha önce söylediği gibi Türkiye değerli yalnızlık halini yaşıyor. Bu yalnızlığını sadece halkların desteğiyle kırıyor. Yalnızlığını gideren tek teselli, halkların Türkiye'nin yanında olması ve durmasıdır. Bunun da bir bedeli var. Hem mihmanların hem de mihmandar ülkenin ilişkileri korumak için azami gayret sarf etmesidir. Zaman zaman bu hem misafir ülke hem de misafirler tarafından ihlal ediliyor. Arap rejimlerinin muhalifleri veya Arap Baharının kaçkınları, kılıç artıkları Türkiye'yi güvenli buldukları için ülkemize sığınıyorlar, damlıyorlar. Hüseyin Harmuş vakasından sonra benzeri bir vaka gıyabında idamla yargılanan Mısırlı muhalif Muhammed Abdulhafiz'ın da başına geldi. Maalesef İstanbul Havaalanı yetkilileri Somali'den gelen bu şahsı Mısır'da arananlar listesinde diye Sisi cuntasına teslim ediyorlar. Halbuki, Yusuf Karadavi veya Ahmet Mansur gibiler de Mısır rejimi tarafından arananlar listesinde bulunuyorlar. Sisi onları bulsa ve ele geçirse bir kaşık suda boğacak! Muhammed Abdulhafız'ın 18 Ocak (2019) tarihinde Mısır'a iade edilmesinden sonra benzeri bir suçlamadan dolayı yargılanın üç Mısırlı sanık Sisi'nin giyotininde can verdi (https://arabi21.com/story/1158312 ).

14 Şubat 1991 doğumlu Muhammed Abdulhafiz Mısır'da ziraat mühendisi olarak çalışıyordu. 3 Temmuz 2013'te Sisi'nin Mursi'ye yönelik darbesinden sonra hakkında pek çok dava açıldı. Bunlardan en önemlisi, 29 Haziran 2015'te suikasta uğrayan Mısır Başsavcısı Hişam Bereket'in öldürülmesiyle ilgili davaydı. Mısır Cinayet Mahkemesi Temmuz 2017'de 28 kişi hakkında idam kararı verdi. İdama mahkûm edilenler arasında Muhammed Abdulhafiz da (gıyabında) vardı. Havaalanında yetkililere İhvan mensubu olduğunu ve Mısır'da hakkında idam kararı olduğunu belirtmesine, siyasi sığınma talebinde bulunmasına rağmen iade edilmekten kurtulamamıştır. Tabii bu hususta farklı beyanlar da var ama bu müteakip açıklamalar olayın akışıyla mütenasip görünmüyor.

Belli ki İstanbul Havalimanı'nda bir kafa karışıklığı var ve bu ilk olay da değil. Son sıralarda hızlanmaya başladı ve Türkiye tek sermayesi dostlarını küstürmekle karşı karşıya. Cemal Kaşıkçı olayında iyi bir performans gösterdik dosta düşmana karşı krizi iyi idare ettik. Deriyi yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik ama bu noktada kazanımları zora sokan hatalar yapıyoruz. Kaşıkçı olayında da Arap rejimlerinin muhalifleri başta can kaygısına düşmüşlerdi ama ardından Türkiye'nin başarısını alkışladılar. Güvenleri tazelendi. Lakin bu sonuncusunu izah etmek güç. Zira daha önce de Türkiye'ye sık sık gidip gelen Bessam Duveyhi gibi Suriyeli muhalifler de İstanbul'a son gelişlerinde kendilerinin kara listeye alınmış olduklarını ve deportasyon ihtimali karşı karşıya kaldıklarını söylüyor ve dostlardan yardım istiyorlardı. Dolayısıyla durum ciddi. Sisi rejimi ve Esat rejimi bile bizi tongaya düşürebilir. Muhammed Abdulhafiz meselesini hafife almamakla birlikte onun yerinde pekala Karadavi ve Ahmet Mansur da olabilirdi. Bu tür iade işlemleri siyasi mekanizmaların haberi olmadan yürütülmemeli.

Bu tür gelişmeleri önlemek için de karşılıklı temas grupları oluşturulmalı ve sürprizlere açık boşluk bırakılmamalıdır. Yoksa biz kaybederiz. Nitekim, Cemal Kaşıkçı olayından dolayı kuyruk acısı olan kesimler mal bulmuş Mağribi gibi bu olayı afişe ettiler ve 'Türkiye, güvenilmez bir ülke' imajı oluşturmak için çabaladılar. Cemal Kaşıkçı olayında topladığımız güveni bu gibi yanlışlarla harcıyoruz. Rejimlerden sonra bir de halkları kaybetmeyelim.

Zor günler için rezerv dostlukları muhafaza etmeliyiz!

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN