Türkiye İdlip’ten vazgeçer mi?
Astana toplantılarının sonuncusu bir kez daha Soçi'de yapılıyor. Gündemde teknik konular var. Bu teknik konulardan birisi de Suriye'de kaybolanlar ya da rejimin tutuklamasından sonra haber alınamayanlar. Baas diktatörlüğü gölgesi altında bu kısır döngü 50 yıldan beri devam ediyor. Son sıralarda 'forcibly disappeared/zorunlu veya zorla kaybetme ' diye bir tabir kullanılıyor. Arapçaya 'tağyib el kasri' olarak tercüme etmek mümkün. Bu artık Araplar arasında bir gelenek haline geldi. Suriye, Irak, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan gibi zorba rejimler bu yönteme başvurmaktan çekinmiyorlar. Esat hanedanlığı da yaklaşık 40-50 yıldır bu yöntemi kullanıyor. İnsanları zorla alıkoyuyor ve onlardan yıllarca haber alınamıyor. Ya da aranan insanlar çareyi firarda buluyorlar. İşte bunlardan birisi Ürdün Başbakanı Ömer Rezzaz. Babası Irak kanadına yakın olmaktan dolayı Suriye'deki Baas hakimiyetinden kaçıyor. Ürdün'e sığınıyor, yerleşiyor. Sonrasında da talih kuşu oğlunun başına konuyor ve Ürdün'de başbakan oluyor.
Suriyeli muhaliflerden Halit Hoca Suriye'de istisnasız her tutuklunun Filistin'de kahraman muamelesi gören Ahid Temimi'nin şartlarına imrendiğini ve onun yerinde olmayı yeğleyeceğini ifade etmektedir. Suriye rejimi insanlıktan nasibini almamış bir rejimdir. İsrail rejimi elbette Müslümanlıktan nasibini almamıştır. Lakin Suriye rejimi insanlıktan da nasibini almamıştır. Yönetmek için, öldürmek için yaşıyor. Lieberman gibiler Filistinli eylemciler için idama varan cezalar istese de henüz cürümleri Suriye rejiminin seviyesine ulaşmış değil. Arada büyük açık var. Ama neme lazım Evanjelikler İsrail'i kutsarken bazı dini çevreler ve ulusalcılar da hem Suriye rejimini hem de İran rejimini kutsuyorlar. Demek ki kimilerine tapınacak buzağı gerekli.
Kısaca Suriyeli mahkumlar Suriye zindanları yerine İsrail cezaevlerini yeğliyorlar.
Suriye her geçen gün yeni gelişmelere sahne oluyor, sürprizler yaşanıyor. Bunlardan birisi PYD ve PKK'nın geniş şemsiyesi olan Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) Esat rejimiyle bir ön mutabakata ve çerçeve anlaşmasına varmasıdır. PYD'nin bundan sonraki yol haritası taayyün etmiştir o da Suriye rejiminin sinesine, kucağına geri dönmektir. Herkesle flört ettiler sonunda yine rejimde karar kıldılar. Zaten herkes unutsa, geride dumanı, izi kalsa da IŞİD ile YPG esasında muhalifleri dağıtmak için Suriye rejiminin bir kurgusu ve paravanıydı. Bu yüzden de PYD ile IŞİD madalyonun iki yüzünü temsil ediyorlardı. İki yararlılıkları oldu, rejime meşruiyet temin ettikleri gibi muhalifleri de dağıttılar. Önce IŞİD sırasını savdı ve sahneden çekildi. Ardından da işlevselliği biten PKK'nın yan kuruluşu PYD/SDG Suriye rejiminin kanatları altına dönmeye ikna oldu. Son sıralarda SGD baraj, maden ocağı gibi stratejik öneme haiz mekanları işletemediği için Suriye rejiminin uhdesine devrediyordu. Galiba anlaşmayı resmileştirmek istediler. Suriye Anayasasının 107 maddesi çerçevesinde ve onu kısmen aşacak bir şekilde yeni düzenlemelerle Kürtlerin yaşadığı bölgeye özerklik verilmesini tasarlıyorlar. Böylece Kürtler yeniden Suriye rejiminin kanatları altına, ağılına sokulacak. Buna karşılık PYD ve ortakları Arapların bölgesini tahliye edecekler ve kademeli bir biçimde silahlarına veda edecekler. SDG ile birlikte Barzani yanlısı Suriye Kürt Ulusal Konseyi gibi Kürt partilerinin de katıldığı görüşmelerde Şam rejimini Ali Memlük temsil etti. Böylece Kürtlerin Şam rejiminin kucağına dönme yolu açılmış oldu. Bu Kürt partileri açıkça söylenmeli ki ihanet şebekesinden başka bir şey değil. Bütün güçleriyle Şam rejiminin bekasını konsolide etmiş durumdalar. Şam rejimi, 2012 ve sonrasında hem Türkiye'ye karşı hem de muhalifleri bölebilmek için kontrol ettiği bölgelerden PYD lehine çekilmişti. O sıralarda muhalifler safların bölünmemesi için ihtilaflı meselelerin gündeme getirilmesinin ertelenmesini istiyor ve halkın selametini önceliyorlardı. Esat rejiminin gitmesi halinde Kürtlere özerklik tanınması gibi meselelerin görüşülebileceğini ifade ediyorlardı. Koyun can derdinde kasap et derdindeydi. Tam da teklifin aksine PYD ve ortakları oldu bitti ile kurtarılmış bölgeler ilan ettiler. Özerklik meselesinin görüşülmesini ertelediler ama muhaliflerin lehine değil rejimin lehine! Bunlar halktan başka herkesin kucağına oturan hain bir şebeke. Aksi halde muhalifler PYD unsurlarının ön şart koştuğu gibi özerklik tezini benimseyecek olsalar başta Esat rejimi olmak üzere birçok kesim tarafından hainlikle damgalanacaklardı. Kısaca PYD gibi partiler muvazaa partileri. Suriye rejimiyle ortaklıkları da başta Türkler olmak üzere bölgede ekseriyeti temsil edenlere karşı nefretlerinden ileri geliyor. Onları sevgi değil nefret iklimi birleştiriyor. Patronları PKK gibi sürekli olarak sadakat değiştirdiler. Suriye rejimi, ABD, Rusya ile Batılı ülkeler arasında gidip geldiler. Bu itibarla, Kürt partizanları kiralanmaya ve satılıp alınmaya alışık durumdalar. Yine rejimin payına düştüler.
Rejim ile PYD'nin yakınlaşmasının ardında da yine Türkiye'ye yönelik hesaplar yatıyor. Bu itibarla, Esatlı ya da Esat'sız Kürtlerin kuzeye uzanmaları Türkiye'yi rahatsız eder. Peki! Bu kadar Kürtlerle içli dışlı olan ABD bu duruma ne diyor? Hiç! O kafayı Brunson adlı papaza takmış vaziyette. İsrail gibi ABD de İran'ın nüfuzunun daraltılmasına karşılık Esat'ın güney ve kuzey sınırlarına sarkmasına, uzanmasına ses çıkarmıyor ve yerinde kalmasını onaylıyor. Demek ki, ABD ve İsrail'in derdi sadece Sünni muhalefetin sindirilmesi ve denklem dışına çıkarılmasıydı. Şimdi İran'ın Suriye'deki nüfuzunun geriletilmesini istiyorlar. Buna mukabil Esat'ın kalmasına bir beis görmüyorlar. Şöyle bir genelleme yapmak mümkün: Türkiye dışında Esat'ın kalması noktasında bir çekincesi olan kalmadı. Arap ülkeleri dahi bir iki yıldan beri Esat'ın gitmesi noktasında ısrarcı değiller. Babası Esat'ı Hama katliamından sonra rehabilite ettikleri gibi oğlunu da Suriye katliamından sonra yeniden yüzdürmeye ve yeniden üretmeye (reproduction) hazırlar. Kısaca büyük oyuncular ile bölgesel aktörler Esat'ın kalması noktasında fikir birliğine vardılar. Geride ufak tefek pürüzler kaldı. Bunun tek istisnası Türkiye olmalıdır. Türkiye Esat'a muhalefetini zımni ve fiili olarak sürdürmektedir.
İkinci nokta ise belki Rusya'nın dışında bütün bölgesel ve uluslararası aktörler Suriye'de İran nüfuzunun daraltılması noktasında ittifak halindeler. İran'ın silah arkadaşı Rusya ise menfaatleri gereği İran cephesinden ziyade öteki cepheye yakın olmalı. İran'ı dengeleyen sadece İsrail değil aynı zamanda Batılı ülkelerin tamamı ile birlikte Körfez ülkeleri de Suriye'de İran nüfuzunu istemiyor. Başta Putin için İran Suriye anahtarı idi. Şimdi ise giderek kilit olma rolüne doğru gidiyor. Suriye rejimi ile Putin aslında İran'dan kurtulmanın yollarını arıyorlar. Lakin bunun yağdan kıl çeker gibi arızasız, kırmadan dökmeden gerçekleşmesini yeğlerler.
Bu noktada İran ile Suriye rejimleri muhaliflerin elindeki son kale İdlip'i de ele geçirmek böylece halk hareketi faslına son vermek istiyor. Her iki taraf da İdlip'te nihai finale hazırlanıyor. Suriyeli muhaliflerin sözcülerinden Eymen El Asimi Türkiye'nin kendilerine söz verdiğini kesinlikle İdlip'i Suriye rejimine yem etmeyeceğini söylüyor. Bu açıdan da İdlip'e saldırının pek muhtemel olmadığını beyan etmektedir. Daha önceki taahhütlerinde olduğu gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan Johannesburg'da Putin ile görüşmesi sırasında da Suriye rejiminin İdlip'e saldırmasının Astana sürecini yerle bir edeceğini söylemiştir. Dolayısıyla zımni olarak İdlip'in Doğu Guta ve Doğu Halep olmasına müsaade etmeyeceklerini dile getirmiş, teyit etmiştir. İdlip olmadan Türkiye Suriye'de hem siyasi hem de hukuki olarak açığa düşecektir. İdlip Türkiye'nin Zeytin Dalı ile Fırat Kalkanı operasyonu ile birlikte kontrol ettiği topraklarda bir meşruiyet örtüsü sağlamaktadır ( gıta el şer'i). Dolayısıyla İdlip'ten sonra Türkiye Suriye'nin kuzeyinde taciz altında olacaktır. Bu Türkiye'nin milli güvenliğini zedeler. Türkiye sadece IŞİD değil aynı zamanda PKK bataklığını kurutmak için buradadır. Bu konularda garanti almadan ve bu garantiyi içermeyen çerçeve anlaşmasına ulaşmadan Türkiye bölgeyi terk edemez. Bu açıdan İdlip muhalefet meselesi değil Türkiye'nin milli güvenlik meselesidir. Zeytin Dalı operasyonu bölgesinin savunma hattıdır. Burada kırılacak savunma hattı iki bölgenin de savunmasını zorlaştıracak ve Türkiye siyasi olarak da köşeye sıkışacak ve işgalci olmakla suçlanacaktır. Demek ki muhaliflerin İdlip'e hakim olması Türkiye'ye siyasi olarak meşruiyet örtüsü, şemsiyesi sağlamaktadır. Bu itibarla ÖSO Türkiye'nin vekili değil ortağıdır. Suriye rejimi İdlip'i de ele geçirerek Arap Baharı faslını, perdesini kapatmak istiyor. Ama şu aşamada daha ziyade Türkiye'nin niyetlerini ve kararlılığını ölçüyor, test ediyor.
Johannesburg toplantısında Cumhurbaşkanı, Eylül ayında İstanbul'da dörtlü bir toplantı yapılacağını duyurdu. Bu toplantıya, Türkiye ile Rusya ile birlikte Almanya ile Fransa da katılacak. Bu yeni bir açılım anlamına geliyor. Davet edilen ülkeler arasında İran yok. Bunun anlamı şudur: Türkiye ile Rusya İran'ın Suriye'deki müstakbel rolünün kısıtlanması noktasında zımni olarak mutabakata varmışlardır. İngiltere'nin davetli olmaması Rusya ile gerginliğinden kaynaklanmaktadır. ABD ise kametiyle bağdaşmayan bir sürece dahil olmayı zül sayar! Bununla birlikte Cenevre giderek soluyor, külleniyor ve Suriye için bir minber olmaktan çıkıyor. Rusya Rumsfeld'e göre eski Avrupa'yı (Almanya-Fransa) davet ederek ABD'ye mesaj gönderdiği, çelme attığı gibi katlımı artırarak bu toplantıların meşruiyet katsayısını da artırmaktadır.
Esat çoktan beri Suriye'de birinci patronun kim olduğunu biliyor. Birinci patron olarak Hamaney yerine Putin'i tanımaya çoktan razı. Yeter ki ayakta ve iktidarda kalsın. Esat'ın kalmasına itirazı olmayan ABD için bu sonucun Cenevre de alınmasıyla İstanbul da alınması fark eder mi? Söyleyebileceği farklı bir şeyi var mı? Kredisini çoktan tüketti.
Elbette İstanbul, maratonda sonuncu etap olmayacaktır. Son fasıl bile olsa, Suriye halkına baştan reyini soran olmadığı gibi sürecin sonunda da soran yok. Dileriz bir gün Suriye halkına reyini sormayı akıl ederler de dünyanın vicdanı nasırlaşmaktan kurtulur.
Mustafa Özcan
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.