Arama

Hattatları yetiştiren Medresetü’l-Hattatin’in hüzünlü hikayesi

Bir kamışın şekillenmesiyle başlar tüm hikâye... Kamış şekillenir, kağıdın üzerinde mürekkebini yayar. Oluşan her bir harf, meleklerin dualarıyla korunur. Hat sanatı da böylece ortaya çıkar. Eğitim sisteminde çocukların güzel yazabilmesinde kullanılırken Batı'nın güzel sanat anlayışı içerisinde eriyip yitmeye yüz tutar. Kendi bünyesinde hat sanatçısı yetiştirecek Medresetü'l-Hattâtîn de zamanla büyük bir parçalanmayla oradan oraya savrulur. Öyle ki akademide hocaları aşağılanır, metruk binalarda ayakta kalmaya çalışır, hocaları maaşlarından vazgeçer. Sanatlarımız içerisinden dualara nail olmuş hat sanatı ve okulunun hüzünlü hikâyesini sizler için derledik.

  • 3
  • 13
MEDRESENİN HOCALARI KİMLERDİ?
MEDRESENİN HOCALARI KİMLERDİ?

Medresetü'l-Hattâtîn, önce bütün vakıf mektepleri gibi Evkaf Nezâreti'nin Müessesât-ı İlmiyye Müdüriyeti'ne bağlanmışken bir müddet sonra idaresi, Süleymaniye Külliyesi'nin dârüzzıyâfesinde henüz açılmış bulunan Evkāf-ı İslâmiyye Müzesi'nin (İstanbul Türk ve İslâm Eserleri Müzesi) idare meclisine ve müdüriyetine verildi.

Sülüs-nesih: Hacı Kâmil (Akdik) Efendi (1861-1941); Hasan Rıza Efendi (1849-1920); Hacı Nuri (Korman) Bey (1868-1951). Cenî sülüs - tuğra: Tuğrakeş İsmail Hakkı ( Altunbezer ) Bey ( 1873-1946 ). Ta'lik - celî ta'lik: Hulusi (Yazgan) Efendi (1869-1940). Divâni - celî divânî: Ferid Bey (1858-1930?). Rık'a: Mehmed Saîd Bey (1860-1938). Tezhib: Yeniköylü Nuri (Urunay) Bey (ö. 1951'den sonra).
Cild: Bahaddin (Tokatlioğlu) Efendi (1866-1939). Tarih-i Hat: Yenişehr-i Fenârizâde Hüseyin Hâşim Bey. Ebri-âhar: Necmeddin (Okyay) Efendi (1883-1976). Resm-i hattî ve kûfî: Emirzâde Kemaleddin (Ö.1934). Minyatür: Tâhirzâde Hüseyin Behzad (1889-1963). Kûfi: Damad Ali Kenan Bey (1882-1961).

Medresetü'l-Hattâtîn'in 6 Receb 1333'te (20 Mayıs 1915) gerçekleştirilen açılış töreninde müdür Ârif Hikmet Bey'in konuşmasının ardından Hacı Kâmil Efendi sülüs bir besmele yazmış, orada hazır bulunanlar da altına imza atmışlardır.

1918 ve 1923 yıllarında iki defa mezun veren Medresetü'l-Hattatîn'den ilkinde 13, ikincisinde 22 kişi icazetname aldı. Bunlar arasında, ilk üçü hat, dördüncüsü tezhip sahasında Cumhuriyet devrindeki gelenekli sanatlara kol kanat geren şu dört büyük ismi sıralayabiliriz: Necmeddin Okyay, Halim Özyazcı, Mâcid Ayral ve Dr. Süheyl Ünver.

  • 5
  • 13
“KURULUŞUNA DAİR YAZILMIŞ TARİH DÜŞÜRME ŞİİRİ”
“KURULUŞUNA DAİR YAZILMIŞ TARİH DÜŞÜRME ŞİİRİ”

Levh-ı mahfüza çekilmişdi cihândan hüsn-i hat,
Mârifet erbâbı mahzůnâne eylerdi enîn.

Eyledi ihyâ bu darü'I-feyzi, müftiyyü'l-enâm
Şübhesiz mahzûz olur bu himmete rühü'l-emîn.

Şeyhu'l-İslâm Hazret-i Hayrî-i âli-himmetin
Sâyini meşkûr eder elbette Rabbül'l-Âlemin.

Bu binâ-yı dil-küşâyı âsumandan seyr eder
Ceşm-i encümle melekler, ayn-ı hayretle zemîn.

Devr-i Mesrûtıyyet'in işte budur pırlantası,
Vecde geldi seyr eden ehl-i kalem, ashab-ı dîn.

Ácizâne, hem de mes'ûdâne tebrik eylerim,
Pâyidâr olsun lähi, bu binâ yi bihterin.

Geldi bir cümle anın ihyâsına târîh-i tâm:
Bârekâllâhü teâla, "hayru'l-ebrâr-i güzîn"
1333 (1915)

Medresetü'l-Hattâtîn adıyla açılan müessese elbette bu hastalıklara bir deva olarak düşünülmüştü. Kuruluşuna dair, ebcetle tarih düşürmek üzere yazılan manzume, tüm sorulara cevap teşkil ediyor. Peki, manzumenin şairi kimdi? Bu gibi tarih manzumelerinde şair kendi adını bir evvelki mısrada bildirir. Fakat bunda öyle bir isme yer verilmemiş.

Uğur Derman, bu meseleyle ilgili şunları söyler: "Altıncı beyitte geçen "âcizane, hem de mes'udâne" ifadesinden, acaba Mes'ud isimli bir şair olabilir mi, diye düşündüm. O devirde yaşamış böyle birini de bulamadım. Bu konularda neşideleri bulunan Yenişehr-i Fenârizâde Hüseyin Hâşim Bey'in olabileceğini sanıyordum. Fakat elime geçen metrukâtında buna rastlamadım. Hüseyin Hâşim Bey, 1861-1920 yılları arasında yaşamıştır."

  • 7
  • 13
HER HARFİNİ BİR MELEĞİN BEKLEDİĞİ SANAT
HER HARFİNİ BİR MELEĞİN BEKLEDİĞİ SANAT

Ahmet Hamdi Tanpınar, Müstakimzâde'nin Tuhfe-i attâtin'de her harfi bir meleğin beklediğine dair sözlerini naklettikten sonra, hat sanatının, harfler meleklerini kaybettiği, yani arkasındaki büyük kültür ve medeniyet geri çekildiği için "sadece asil bir hendese" olarak kaldığını söyler.

Bu husus, daha 19'uncu asır sürerken, yani Osmanlı devrinde, belirmeye başlamış bir olaydı. Aslında hüsn-i hattın tekâmülü ancak anılan yüzyılda tamamlanmıştı. Maziyle kıyaslandığında, son mertebeye bu asırda varılmıştı. Hat dışında musiki, mimari, tasvirî ve tezyinî sanatlarımız Batı'nın yıkıcı tesiriyle, benliğini hızla kaybetme yolundaydılar. Onlarda karşılığı bulunmadığı için, kendini kurtarabilen sadece hat sanatı olmuştu.

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN