Arama

  • Anasayfa
  • Edebiyat
  • İslamiyet’in altın çağı ışığında distopya ve 'Dune Serisi'

İslamiyet’in altın çağı ışığında distopya ve 'Dune Serisi'

İslam, tarihler boyunca sadece gönülleri aydınlatmakla kalmadı bilim ve teknolojide de dünyayı aydınlattı. Edebiyata, özellikle Osmanlı’daki edebiyata yansımaları olukça fazla ve gür sesle oldu. Farklı dünyaların ya da dünyamızın gelecekteki hallerinin yazıldığı bilim kurgu ve distopya romanları da İslamiyet’in ince zarafetinin kapısını çaldı.

İslamiyet’in altın çağı ışığında distopya ve ’Dune Serisi’
Yayınlanma Tarihi: 7.11.2018 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 07.11.2018 17:43

İslam'ın 'Altın Çağı', çok sayıda bilim kurgu ve fantastik eserin yeryüzüne yayılmasına ve dünyayı aydınlatmaya hizmet etti. Günümüzün Ortadoğu coğrafyası her ne kadar yaşadığı çağdan kopmuş ve içine kapanmış bir halde çöküş yaşasa da yeni öykülerde bambaşka bir hayal evreni hayat buluyor.

Görünmez adamlar, zaman yolculuğu, uçan makineler ve diğer gezegenlere yapılan yolculuklar, Avrupa veya "Batı" hayal gücünün ürünü müdür? Bir "Bin Bir Gece" açın - İslami Altın Çağı'nda 8- 13'üncü yüzyıllarda toplanan halk masallarından oluşan bir koleksiyon - ve bu anlatılarla dolu dolgun ve daha fazlasını bulacaksınız.

BATILI OKUYUCULAR MÜSLÜMAN DÜNYASINDA NE ARIYORLAR?

Batılı okuyucular, sıkça Müslüman dünyanın hayâl ürünü kurgularına göz atarlar. Tür içindeki ilk gelişmelerden bazıları, 'Altın Çağ'a ait kültürel canlanma döneminde düşlenen ütopyalardı. İslam İmparatorluğu Arap yarımadasından çıkıp, İspanya'dan Hindistan'a uzanan toprakları ele geçirmek için genişlediği dönemde, edebiyat, böylesine geniş bir kültürel ve insani alanın nasıl bütünleştirileceği sorununu ele aldı.

Bilgin el-Farabi tarafından 9'uncu yüzyılda yazılan "Faziletli Kent" (El Madina Fadila), doğmakta olan Müslüman uygarlığının ürettiği en eski hayranlık uyandırıcı metinlerden biridir. Platon'un "Cumhuriyet" adlı eserinin etkisi altında yazılmış ve Müslüman filozoflar tarafından yönetilen mükemmel bir toplum -İslam dünyasında yönetim biçimi için bir şablon- öngörmekteydi.

AYDINLANMA ÇAĞI'NIN FRAGMANI

Siyaset felsefesinin yanı sıra, aklın değeri hakkında yapılan tartışmalar da o zamanlar Müslüman literatürünün damgasını taşımaktaydı. İlk Arap romanı, "Kendi Kendine Öğrenen Felsefeci" adlı eser (Hayy ibn Yakzan), 12'nci yüzyıl İspanya'sında Müslüman bir doktor olan İbn Tufail tarafından yazıldı. Kahramanı, bir çeşit Arap Robinson Crusoe'dur ve akıllı bir varlığın evrende bir dışsal etki olmadan nasıl öğrenilebileceği konusunda fikirsel bir deney bağlamında okunabilir. Uzaktaki bir adada bir ceylan tarafından yetiştirilen ve kazazede insanlarla tanışana dek insan kültürüne veya dine ilişkin fikri olmayan yalnız bir çocuğun hikayesidir. Eserdeki temaların çoğu -insan tabiatı, deneycilik, hayatın anlamı, bireyin toplum içindeki rolü- John Locke ve Immanuel Kant da dâhil olmak üzere, daha sonraki Aydınlanma Çağı filozoflarının çalışmalarını anımsatır.

FEMİNİST BİLİM KURGU DA İSLAM'DAN YARARLANDI

Feminist bilim kurgunun ilk eserlerinden birini hatırlamak için yine Müslüman dünyaya bir göz atabiliriz. Bengalli bir yazar ve aktivist olan Rokeya Sakhawat Hussain'in "Sultana'nın Rüyası" (1905'te kaleme alındı) adlı kısa öyküsü, "Ladyland" adlı kadın efsaneleri âleminde kendisine yer bulmuştur. Öyküde, toplumsal cinsiyet rolleri tersine çevrilir ve kadınların bilimsel becerilerini erkek iktidarını yıkmak için kullandığı bir devrimin ardından, dünya kadınlar tarafından yönetilir. Neticede, dünya çok daha huzurlu ve keyifli bir hale gelmiştir. Bir noktada, ziyaretçi durumundaki Sultana, insanların kendisine güldüklerini fark eder ve rehberi durumu kendisine izah eder.

YİRMİNCİ YÜZYILDAN İTİBAREN SÖMÜRGECİLİĞE DİRENİŞ

Müslüman dünyasında hayalperest kurgu, 20'nci yüzyılın başlarından itibaren Batı sömürgeciliğine karşı bir direnme biçimi olarak ortaya çıktı. Örneğin, Nijeryalı bir 'Hausa' (yerel bir kabile) olan yazar Muhammadu Bello Kagara, Batı Afrika'nın alternatif bir romanı olan "Gand'oki" (yayın tarihi 1934) adlı bir eser yazdı. Hikayede yerli halklar İngiliz sömürgeciliğine karşı bir mücadeleye katılıyorlar; ancak cinler ve diğer mistik yaratıklarla dolu bir dünyada yaşamaktalar.

Bundan sonraki on yıllarda, Batılı imparatorluklar parçalanmaya başlayınca, siyasi ütopyaların teması çoğu kez belli bir siyasi sinizmle (değerlerden arınmış, hiççiliğe benzeyen bir öğreti) kaplıydı. Faslı yazar Muhammad Aziz Lahbabi'nin "Hayat İksiri" (Iksir al-Hayat) (yayın yılı 1974), ölümsüzlüğü verebilecek bir keşfin üzerine odaklanıyor. Fakat toplumu umut ve sevinçle doldurmaktan ziyade, sınıfsal bölünmeler, isyanlar ve toplumsal dokunun çözülmesine yol açıyor.

FRANKENSTEIN BAĞDAT'TA

Bugünün Müslüman kültürlerinden daha koyu bir kurgu markası ortaya çıkmıştır. Ahmed Saadawi'nin "Frankenstein Bağdat'ta" (yayın yılı 2013) adlı eseri, Frankenstein'ı, modern çağın istikrarsız Irak'ında, 2003 işgalinin yarattığı yıkıntıların arasında yeniden kurguluyor. Canavar, bu yeniden anlatımda etnik ve dini şiddet nedeniyle ölen farklı insanların vücut parçalarından yaratılıyor ve sonuçta kendine has bir varoluşsal kopuşa gidiyor. Roman, bu süreçte savaşın anlamsızlığının ve masum tabiatın ölümü hakkında bir araştırma haline geliyor.

Noura Al Noman'ın Birleşik Arap Emirlikleri'nde yayınlanan genç-yetişkinlere yönelik romanı "Ajwan" (yayın yılı 2012), kaçırılmış oğlunu kurtarabilmek için mücadele eden genç, amfibi (su ve karada olmak üzere iki-yaşamlı) bir yabancının yolculuğunu anlatıyor. Kitap bir TV dizisi haline getiriliyor ve mülteciler ve siyasi üslûp dahil olmak üzere mühim temalar üzerine odaklanıyor. Suudi Arabistanlı İbrahim Abbas ve Yaser Bahjatt'ın ilk bilim kurgu romanı olan "HWJN" (yayın yılı 2013) cinsiyet ilişkilerini, dinsel bağnazlığı ve cehaleti kendine konu ediniyor ve paralel bir boyutta yaşayan cinlerin varlığına ilişkin natüralist (doğacı) bir açıklama sunuyor.

Bu arada Mısırlı yazar Ahmad Towfiq'in umutsuz romanı Ütopya (yayın yılı 2008), 2023'te ülkenin toptan ekonomik ve toplumsal çöküşünün ardından Mısır toplumunun seçkinlerinin kendini toplumdan soyutladığı bir kapılı toplum öngörüyor. Ve Arap Baharı sonrası Mısırlı romancı Basma Abdel Aziz, başarısız bir isyanın ardından çaresiz durumdaki vatandaşların baş döndürücü bir anlamsızlıkla ve günahkâr diktatörlükle mücadele ettiği bir hikayeyi aktaran "Kuyruk"ta (yayın yılı 2016) kafkaesk (karamsar ve umutsuz) bir dünya anlatıyor.

Hayalperest kurgu, çoğunlukla Avrupa romantizmiyle birlikte anılır ve Sanayi Devrimi'ne karşı bir tepki olarak görülür. Diğer taraftan, yüzyıllar boyu Müslüman çabasıyla dörtnala ilerleyen bir çaba söz konusuysa, ütopyacı toplumsal düzenlemeleri hayal etmek, fantastik teknolojileri düşünmek, makine ve hayvan arasındaki bulanık sınırları çizmek yalnızca Batı'nın tekelinde değildir.

İSLAMİ MOTİFLERİYLE 'DUNE SERİSİ'

Dune, çok ustaca kurgulanmış sentagması, olay ve entrikalarıyla tam anlamıyla bir serüven zinciriydi. Olay örgüsünde yer alan farklı kültür ve inançtan toplumlar, yönetici sınıfın kendi içinde bölünmüş olarak güç kavgasına girmesi, ticareti elinde tutan kesimlerin, çeşitli kabileler arasındaki çelişkileri fırsat bilerek bu çekişmeden yarar ummaları ve hepsinin orta yerinde dinsel yapılanmadan kaynaklanan tarikatların her şeye yön verme çabası, ustaca yerli yerine oturtulmuş. Olayların, insanların ve olguların birbirleriyle çelişik konumlara; uzak ve yakın bir şekilde yerleştirilmeleri, tüm bunların birbirlerinden etkileşimleri göz önüne alındığında, serinin son derece başarılı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Tartışılması gereken tek şey ise: bir batılı yazarın, egzotik Orta Doğu halklarının farklı özellikler gösteren ayrımlarını, uzayın bir köşesinde bir sentez olarak kullanmasıdır.

Kitaptaki Fremenler'i bedeviler, Uzay Loncası'nı sömürgeci/tekelci sermaye gücü ve Melanj'ı da şimdinin petrolü olarak düşünürsek, karşımıza yabancısı olmadığımız kendi dünyamız çıkıyor. Zaten Dune okunuşuyla, Arap dilinde "Dünya" anlamına gelmekte.

Her şey iktidarı elinde tutan güç odaklarının kendi iç çelişkilerini çözmek için entrikalara başvurmasıyla başlıyor. Olaylar, Dune gezegeninde elde edilen Melanj gelirlerinden daha fazla pay kapmak isteyen imparator ailesi ile Harkonnen ve Atreides ailelerinin kavgasıyla gelişiyor. İmparator, Harkonnen'lerle gizli bir ittifak yaparak, önce Dune gezegeninin yönetimini Atreidesler'e verir. Dük Leto'nun, Baron Vladimir Harkonnen'in ustaca düzenlediği bir planla güvenilir bir adamı tarafından öldürülmesi üzerine, iktidar ve güç kavgası başlar. Ancak hesap edilmeyen dinsel yapılanmaların da bu iktidar kavgasında yer alacaklarıdır.

"BİZ MISIR HALKIYIZ"

Bunun dışında Dune'nun yabani halkı Fremenler ise, Bedevilere benzemekle beraber, Mısır'da köle olarak yaşayan Musevi halkını da çağrıştırmakta. Fremenler'in baş rahibesi, Muad Dib (Muhammed olarak da okunabilir) olarak adlandırdıkları ve bir takım efsanevi izler buldukları Dük Leton'un oğlu Paul'un, annesi Jessica'ya "Biz Mısır halkıyız. Sünni atalarımız Nilotic Al-Ourouba'dan kaçtığından bu yana bozgunu ve ölümü biliriz: Halkımız yok olmasın diye görevi gençler devralacak." derken, Musa'nın Yahudi halkını Mısır'dan çıkararak kırk yıl Filistin çöllerinde dolaştırıp, her türlü doğa koşullarına dayanıklı, savaşçı bir kuşak yetiştirmesi gibi, Paul Muad Dib'te Fremenler'i savaşçı olarak yetiştirir. Dune'un tek ürünü olan Bahar'ı özgürce satabilmek ve gezegeni yaşanılır kılmak için bu halkı mücadeleye hazırlar. Ancak bu o kadar da kolay değildir.

MUAD DİB'İN GELİŞTİRDİĞİ YENİ DİN İSLAMİ ESASLI

Muad Dib'in geliştirdiği yeni din İslami esaslara dayanmaktadır. Muhammed'in, Arabistan'daki dağınık kabileleri bir devlet çatısı altında birleştirmek için geliştirdiği İslam dini bu kez uzayın bir başka köşesinde Fremenler'in var olma mücadelesine koşulacaktır. Bu yeni dinde kadınlara olan bakış ise, hiç değişmeden alınacaktır. Örneğin Bakara Suresi'nin 223'üncü ayetinin bir benzerini kitapta olduğu gibi görmek mümkün. "Kadın senin tarlandır: O halde tarlana git ve onu sür." Bir başka İslami motif ise namazı tanımlayan cümle: "… Jessica, avuçlarını yanaklarına koydu, duyguları yatıştıran ve zihni arındıran ritüel solumayı uygulamaya başladı; ardından vücudu zihnin isteklerine hazırlayan ibadet egzersizi için belini kırarak öne doğru eğildi…" (Kitabın 581'inci sayfası)

Dune gezegeninin dışında ama bu gezegenin ürünün dağıtımını elinde bulundurma mücadelesi veren iki feodal kabile Atreides ve Harkonnen'ler, Arap Yarımadası'nda yaşayan iki kabileyi çağrıştırır: Kureyş Kabilesi içinde iktidar mücadelesi veren Haşimiler ile Şems ailelerini. Her iki aile, kutsal tapınak Kabe'ye yakın olan Mekke'de hacı olmaya gelenlerin su ihtiyaçlarını karşılamakta rekabet halindedirler. Diğer yandan bir süre Mekke'de egemen güç olan Haşimiler'in lideri Abdül-Muttalib'in ve onun torunu Muhammed'in roman kahramanı Muad Dib adıyla benzerliği, seriyi ilginç kılan unsurların başında geliyor.

(Bilimkurgu Ve Spekülatif Kurgunun Müslüman Geleneği - Muhammed Aurangzeb Ahmad;
Dune Serisi'nde İslami Motifler – Bilimkurgu Kulübü)

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN