Din ve Şiddet

Dindarlık herhangi bir anlamıyla toplumları şiddete sevk eder mi? Bütün dinler kendilerini barış, esenlik, insan sevgisi, hayata ve varlığa saygı gibi tabirlerle açıklama yoluna giderken modern zamanlarda dinlerin şiddet ve savaşlarla anılır olması tam bir ironi gibi duruyor. Günümüzde en çok Müslümanlık bu suçlamalardan etkilenmiş görünse bile, öteki dinler de dereceli bir şekilde şiddetle ilişkili kabul edilmeye başlanmıştır. Müslümanlık denilince aklına barış, selamet, dünya için hayırhahlık gelen bir Müslüman için 'şiddet' ile anılmak hiç kuşkusuz iftiranın ötesinde bir anlam taşımaz. Fakat vakıa da ortadadır: Bütün dinler bir şekilde bu şiddet ithamlarıyla karşı karşıya gelmiştir, İslam da gelmiştir.

Bütün dinler arasında en korunaklı olanı ve tartışmaların dışında tutulanı hiç kuşkusuz Yahudilik idi. Yahudilik kanunlar tarafından koruma altına alınmış, entelektüel, bilim ve kültür dünyasındaki etkinlikleri nedeniyle bu koruma hayatın kılcallarına nüfuz etmiştir. Bununla birlikte son yıllarda Yahudilik ile şiddet arasındaki ilişki güçlü bir şekilde fark edilmeye başlanmış, şiddet ve din olgusu bariz deliller ve olgular üzerinden konuşulmaya başlanmıştır. Birçok insan için konu teolojik bir mesele olarak görünmese bile, işin iç yüzünü az çok bilenler için Orta Doğu'da yaşananlar önemli ölçüde teolojik kaynaklı sorunlardır. Üstelik Yahudilerin yol açtığı şiddeti daha genel ve evrensel düşünmek gerekir. Öteden beri bilimsel başarılarıyla övünen insanlar, hali hazırda ortaya çıkan sorunlarda da pay sahibi olmalılar. Öte yandan Hindistan'da şiddetten söz edildiğinde akla farklı mezhepleriyle birlikte Budistler gelmeye başlamıştır. Budizm dünyada tıpkı Hristiyanlık gibi barış ve sevgi dini algısı oluşturmuş olsa bile hakikatin hiç de öyle olmadığı aşikar hale gelmiştir. 'Kutsal mekanlarını korumak' saikiyle yola çıkan 'dindar' budistler, bu dinin ruhunda yer alan sınıfsallığı ve seçkinliği gözler önüne sermiş gözüküyor. Buda heykellerindeki 'çocuksu' masumiyetin veya Batı'da pazarlandığı haliyle nirvanaya ermiş dingin ve mutmain tebessümün tamamen bir cila olduğu, bu cilanın örttüğü saldırganlık fark edilmeye başlanmıştır. Hristiyanlık ise atom bombalarıyla nesilleri yok eden modern dünyada muktedirlerin dinidir ve sömürgecilik çağlarından itibaren Hristiyanlık tam olarak Avrupa siyasetinin kurucu aklı olagelmiştir. Roma devrinden Hristiyanların ikircikli tutumunda bir değişim olmadığı görülüyor: Muktedirler dünyayı yangın yerine çevirirken Hristiyan din adamlarının ağlak halleri timsah göz yaşları olmanın ötesine gitmemiştir. Müslümanlar ise daha çok kendi aralarında şiddete başvuruyor, birbirlerini katletmekten başkasıyla savaşmaya vakit bulamıyorlar. Suriye'de, Afganistan'da, Pakistan'da, Afrika'da, Irak ve İran'da son elli yılda milyonlarca insan iç çatışmalarda öldü. O zaman din ile şiddet arasında herhangi bir ilişki olmadığını söylemek, şiddetin tamamen siyasi ve harici nedenlerden kaynaklandığını düşünmek, dini koruyarak dindarların bütün bu kötü işleri yaptığını iddia etmek, meselenin ehemmiyetini fark etmemek anlamına gelir. Evvelemirde konuyu herhangi bir din için değil, genel anlamda din için düşünmek gerekir ve şunu sormak lazımdır: Dinler gerçekten barış, kardeşlik, sevgi mi getirmişlerdir insanlığa, yoksa çatışmalara, savaşlara yol açacak bir anlayış dinlerde bulunur mu?

Hiç kuşkusuz bu sorular üzerinde uzun uzadıya tartışmalar yapmak gerekir, bu bahiste dine yönelik itirazları - kimden gelirse gelsin- dikkate alarak cevaplar bulmak gerekir.

Dinin şiddete başvurmasına yol açan sebepler üzerinde düşünürken bunların başında seçilmişlik inancı, bir dinin kendi mensuplarını ayrıcalıklı ve üstün kabul etme fikrinin geldiğini belirtmek gerekir. Dinler seçilmişlik fikri içerdikleri ölçüde şiddete veya baskıya meyilli oluyor, öteki insanlardan ayrı ve üstün olduklarını iddia ettikleri ölçüde öteki insanları aşağılayan bir tutum takınıyorlar. Hiç kuşkusuz bütün dinlerde şu veya bu ölçüde seçilmişlik fikri vardır, bunda tereddüt yoktur. Öyle ki görece seçilmişlik inancının daha az bulunduğu müslümanlık bile 'hidayet' anlayışıyla bir seçilmişlik fikri taşır. Bu meyanda İslam ile Hristiyanlık, Yahudilik ve Doğu dinleriyle karşılaştırıldıklarında seçilmişlik fikrini daha az barındırır. Buna rağmen her iki dinde de seçilmişlik, kurtarıcılık, dünyayı bir gayeye taşımak gibi açık ve örtülü gayeler yer alır. Bu durum dinin daha güçlü bir şekilde hayata müdahale etmesine, insanları belirli gayeleri gerçekleştirmek üzere örgütlemesine imkan ve meşruiyet verir. Bir din mensuplarına 'siz Tanrı'nın yeryüzündeki gayesisiniz, siz seçilmişsiniz' diyorsa, Yahudilik tarihinde gördüğümüz üzere, bütün tarih Tanrı ile yaşanan bir mücadele tarihine döner. Bunun ceremesini ise öteki insanlar çeker. Seçilmişlik fikri dinde bulunduğu ölçüde, öteki insanların varlığı anlamsız görülecek, onlara saygın ve muteber varlıklar olarak bakılmayacaktır. Çünkü yeryüzündeki görev seçilmişlere verilmiştir ve öteki insanlar 'kazaen' yeryüzünde bulunan dünyanın yükü sayılan kimselerdir. Üstelik seçilmişler sadece kendilerini seçene karşı sorumluluk hissederler. 'Kazaen' var olan insanlar ise öte dünyada da umut taşıyamazlar, çünkü öte dünya da seçilmiş insanların yurdu olarak kalacaktır.

Müslümanlığı 'savunmak' için değil lakin vakıaya işaret etmek sadedinde belirtmek gerekir ki, seçilmişlik fikrinin toplumsal bir karakter haline gelmediği yegâne din İslam'dır. Müslümanlar, yeryüzündeki dinlerle karşılaştıklarında seçilmişliğe en az mütemayil olanlar, bu nedenle de seçilmişliğin hem sorumluluğundan hem de yüklerinden en azade olanlardır. Bu nedenle öteki insanlarla ilişkide görece daha rahat, öteki insanlarla ortak yaşama kültürüne daha yatkın, daha toleranslı olanlar, Müslümanlar olmalıdır. Bununla birlikte Müslüman toplumların birkaç asrı aşan mağlubiyetlerle dolu tarihleri onların sıhhatli düşünme, kavram ve değer üretme melekelerini felç etmiş, insanlığa evrensel bakabilme yeteneklerini dumura uğratmış, ezilmişliğin yol açtığı güvensizlik, anlamsız bir saldırganlık ortaya çıkartmıştır. Müslümanlar arasında şiddete meyille olmanın esas nedeni bu tarih yükü olmalıdır ve bu durum daha çok kendi toplumlarına zarar vermiştir.

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

YAZAR ARŞİVİ

Ekrem Demirli

Ekrem Demirli Diğer Yazıları