Arama

Zekeriya Erdim
Ocak 26, 2024
Dil de devlet, millet, vatan gibidir

İnançların, ideallerin, hayallerin, hatıraların, ilkelerin, ahlaki değerlerin, duyguların, düşüncelerin, bilimin, sanatın, örfün, âdetin, kültürün, medeniyetin taşıyıcı unsuru olan dil; sadece konuşmaktan ve yazmaktan ibaret değildir. Onu oluşturan kelimeler, kavramlar; korunması ve geliştirilmesi gereken unsurlar bakımından din, devlet, vatan, millet gibidir.

Hayatı ve içindekileri adlandırma, anlamlandırma; geçmişi geleceğe bağlayan yollar açma, köprüler kurma aracıdır. Değerler dünyamızın bayrağıdır, sancağıdır.

Dil zayıflar, daralır, fakirleşirse; insanın akıl etme, fikir yürütme, karar verme, tercih yapma merkezi olan beyin küçülür. Kelimeler, kavramlar ölürse; taşıdıkları anlamlar, temsil ettikleri değerler de ölür.

Bir bakıma, sosyal ve kültürel yönden "Alzheimer" oluruz. Benliğimizi, kimliğimizi, kişiliğimizi, yaşadığımızı, var olduğumuzu, bildiğimizi unuturuz.

Bu zafiyet; kişiden kuruma, kurumdan topluma yansır ve yayılır. Sözümüzün beli, sazımızın teli kırılır.

Oysa biz, söz medeniyetinin mensuplarıyız. Sesimizi değil, sözümüzü yükseltmeye ve yüceltmeye odaklanırız.

Dinimizi, dünya görüşümüzü; "kelime-i tevhit" diye özetleriz. Âleme nizam versin, herkese huzur ve güven getirsin diye; bulunduğumuz yahut gittiğimiz her yerde, onu tebliğ ve temsil ederiz.

Çünkü "zambakları yeşerten gök gürültüleri değil, yağmur taneleridir". Kelimeler, kavramlar; kültür ve medeniyet bahçemizi sulayan yağmurlar gibidir.

Milli birliğin ve bütünlüğün, ana unsurlarındandır. Mümkün ve muhtemel tehlikelere karşı korunması gereken sırları, sınırları vardır.

Wilhelm Humboldt; "Bir milletin gerçek vatanı, onun dilidir. Dil, milli duyguları ve düşünceleri yaşatan güçlü bir varlıktır. Milli dil yok olunca, milli duygu ve düşünce de yok olur" demiş. Gerhard Kessler; "Dili yabancı kelime ve kavramlardan koruyup temiz tutmanın tıpkı vücudumuzu, vicdanımızı, evimizi, köyümüzü, şehrimizi temiz tutmak gibi ahlaki bir görev olduğunu" söylemiş.

Ali Şir Nevai'ye göre; "Dilimiz yücelikler hazinesidir, kelimeleri incilere benzer". Peyami Safa'ya göre ise; "Dilini kaybeden bir millet, her şeyini kaybeder".

Konfüçyus'un meşhur bir sözü var. "Bir milletin ve memleketin yönetimi bana bırakılsa, önce dilini düzeltirim. Çünkü dil bozulursa düşünce anlaşılmaz, yapılması gereken yapılmaz. O zaman töre bozulur, sanat geriler, adalet yok olur, halk çaresiz kalır. İşte bu yüzden, dil başıboş bırakılamaz" diyerek dil ile ülke ve toplum nizamı arasında bağlantı kurar.

Friedrich Schiller; "Dil, milletin aynasıdır. Ona baktığımızda, kendimizin gerçek yansımasını görürüz" diyor. Bugün bizim aynamızda ileri derecede kirlenme, paslanma, çizilme, bozulma var; özümüz de yüzümüz de net görünmüyor.

Sebebini, yıllar önce, Cumhuriyet döneminin Batıcı şair ve yazarlarından Nurullah Ataç özetlemiş. "Dil, medeniyet meselesidir. Bir medeniyetin oluşturduğu dil, başka bir medeniyetin duygularını ve düşüncelerini aktaramaz. Millet medeniyetini değiştirirse, dilini de değiştirmek zorundadır" demiş.

Yönümüzü cebren ve hile ile Batı'ya çevirenler; bunu kutsallık derecesinde yücelterek, tahrif edilmiş Hıristiyanlığın ürünü olan Batı kültür ve medeniyetini kıble edinenler; tarihi ve kültürel geçmişimizle bağlarımızı kestiler. Başımıza balyoz vurup, hafıza kaybı sendromu yaşatarak; dilimizin ve dünya görüşümüzün kelimelerini, kavramlarını terk ettiler, ettirdiler.

Şimdi, o Batı gemisinin kırılıp dökülerek battığını; destanımsı bir dille anlatılan "çağdaş dünya" masalının yalan çıkıp bittiğini görüyoruz. Cilalı, boyalı "evrensel değerler" maskesinin yırtıldığına ve "vahşi batı" kimliğinin ayan beyan hale gelip ortaya çıktığına şahit oluyoruz.

Artık yeniden özümüze dönmeliyiz. Bizi ölüme götüren aşk gemisinden inip, kendi mütevazı filikalarımıza binmeliyiz.

Onlar bizi sahil-i selamete çıkaracaktır. Kültür ve medeniyet dünyamızın anahtarları olan ve yaşadığımız hafıza kaybı sebebiyle unutulan kelimeleri, kavramları hatırlayıp bulursak; kendi yurdumuzun ve yuvamızın kapıları açılacaktır.

Bunun için; devlet, herkesi ve her şeyi içine alan bir "dil seferberliği" başlatmalı. Siyasi liderler, yüksek mevkilerde bulunan bürokratlar, sivil toplum önderleri, aydınlar, yöneticiler, sanatçılar, sporcular, gazeteciler, yazarlar sürece öncülük yapmalı.

Nihat Sami Banarlı; "Bizim dilimiz imparatorluk dilidir, her dil imparatorluk dili olamaz" demiş. Arkasından, "Çünkü her millet imparatorluk kuramaz" diye ilave etmiş.

Biz, asırlar boyu nice devletler kurmuşuz. Üç kıta yedi denizde, adaletle hükmedip payidar olmuşuz.

Uzun bir fetret döneminden sonra kendi kimliğimizle buluşurken; gönül coğrafyamızın uzak diyarlarına bile yeniden ulaşırken; dünya düzeninin oyun kurucusu olma yolunda büyüyüp gelişirken; kadim değerlerimizin taşıyıcı unsuru olan dilimize de sahip çıkmalıyız. İlim, irfan ehli ecdadımızın eserlerini okuyup anlayarak; temel kaynaklarımızdan aldığımız ilhamla, kanal kapağı açılmış su gibi çorak topraklara akmalıyız.

Torunlarımız, dedelerinin dilini ve halini anlayabilmeli. Devletimiz ve milletimiz, geçmişten geleceğe köprüler kurup; "kökü mazide olan ati" idealine yönelmeli.

Evimizden, ailemizden başlayabiliriz. Örgün ve yaygın eğitim kurumlarımızda devam ettirip, oradan ülke ve toplum hayatımıza taşıyabiliriz.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN