Arama

Veysel Kurt
Ağustos 2, 2019
Bürokrasi, MGK ve Dış Politika

Çarşamba günü gerçekleşen MGK toplantısında alınan kararlar Türkiye'nin güvenlik ve dış politikadaki kararlılığını ortaya koydu.

Toplantı sonrasında yapılan basın açıklaması, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sürekli vurguladığı terörle mücadele, Suriye sınırında kurulması planlanan güvenli bölge, müttefiklerle işbirliğinin mahiyeti gibi konuların aynı zamanda bir devlet politikası olduğunu teyit etti. "Barş koridoru" ifadesi bu anlamda en somut gösterge.

Bu konuların her biri oldukça önemli ve dikkatle analiz edilmesi gerekir.

Ancak MGK'nın tutumu ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasındaki ortak söylemsel ve politik tutum hem MGK'nın işlevsel değişimi hem de hükümet ile bürokrasi ve özellikle MGK arasındaki ayrışmanın Türkiye'ye yarattığı maliyeti hatırlattı.

MGK'nın tarihsel rolüne geçmeden, siyaset ile bürokrasi arasında, hükümet içinde, hatta aynı bakanlık içinde farklı görüşlerin olması gayet doğallığına vurgu yapmak isterim. MGK'nın içinde en temel meselelerde ortaya çıkan görüş farklılıkları da sorun değil.

Bu farklı yaklaşımlardan bir sinerji oluşturmak da mümkün.

Mesele özellikle temel konularda/kurumlarda yaşanan ayrışmanın, Türkiye'nin rakipleri ve düşmanları tarafından kullanışlı bir malzeme olarak görülmesi ve bunun üzerinden Türkiye'nin sıkıştırılmasıdır.

Nitekim 1960'lardan beri siyaset ile kurumlar ya da kurumlar arasında yaşanan anlamsız mücadelenin Türkiye'ye önemli maliyetler yarattığını da biliyoruz.

1960 darbesinden sonra kurulan Milli Güvenlik Kurulu, bu tarihten itibaren Türkiye siyasetinde en etkili kurumlardan biri olageldi.

Bu tarihten itibaren Türkiye her dönem güvenlik ve dış politika alanında çok temel meselelerle uğraşmak zorunda kaldığı için böylesi bir kurumun varlığı yadsınamaz.

Ancak MGK'nın on yıllar boyunca bir vesayet kurumu işlevi görmüş olması ve hiç sorumluluğu olmaksızın siyaset üzerinde fiili etki alanı kurması, kurumun işlevi ve verimliliğini tartışma konusu yaptı.

Kararları bağlayıcı değildi ama neredeyse her hükümet döneminde bu kararlar emir gibi telakki edildi.

Çoğu zaman hükümet ile MGK arasında ciddi ayrışmalar da yaşandı.

Özal'ın Başbakanlığı döneminde de Cumhurbaşkanı olduktan sonra da Çöl Fırtınası Harekatı ve Yunanistan'la ilişkiler konusunda nasıl sorunlar yaşandığı biliniyor. Bir çok konuda Özal hükümetinin bürokrasiye nasıl çalım atmaya çalıştığını da.

Hal böyle olunca dış politikada adım atmak zorlaşıyor, devlet hantallaşıyor ve daha önemlisi devlet bir bütün olarak inandırıcılığını kaybediyor.

AK Parti hükümetleri boyunca atılan adımlar hem kurumun rasyonel bir işleyişe kavuşması hem de hükümetle ilişkilerini normalleştirmesi açısından önem taşıdı.

AB'ye uyum süreci, bu normalleşmenin prosedürel çerçevesini oluşturdu.

Ancak ne zaman ki Türkiye güvenlik ve dış politika alanında kendini merkeze alarak bakmaya başladığı andan itibaren AB'nin tavrı değişmeye başladı.

Ve son beş yılda hem içerde hem dışarda karşı karşıya kalınan tehditler Türkiye'nin kurumsal ayrışmalarla yol alamayacağını gösterdi. Tarihsel hafıza ve el yordamıyla bir çok tehdide karşı koyduk.

Son MGK açıklaması el yordamıyla alınan mesafenin kurumsallaştığını gösteriyor. Cumhurbaşkanı'nın bir çok konuda gösterdiği tavrın devletin reflekslerini yansıttığını gösterdi.

Bu tablo da dış aktörlerin kullanabileceği bir alanın kapandığı anlamına geliyor.

Veysel Kurt

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN