Arama

Prof. Dr. Sefa Saygılı
Şubat 16, 2024
Bazı ruhsal problemler ve önleme yolları

Panik atakları önleyecek bir egzersiz var mı?

Panik atakları önleyecek özel bir egzersiz yok, fakat nefes egzersizi oldukça faydalıdır. Hiç egzersiz yapmayanlar epinefrin dalgalanmalarına daha çok maruz kalabilir ve geribildirim sistemleri kimyasal dengesizliği telafi edecek kadar iyi çalışmaz.

Tavsiye edilen nefes egzersizleri, nefes ritmi ve hızının farkında olmaktan ibarettir. Panik atak hastaları aşırı hızlı ve sığ soluk alıp verirler. Bu, hastalara bilinç olarak yavaş ve derin nefes almak öğretilebilir. Sadece nefes üzerine konsantre olarak derin, uzun ve yavaş nefes almak için nefesin ritmini yavaşlatmak, kaslarınızın ve zihninizin gevşemesine yardım edecektir. Mümkün olduğu kadar sık bu nefes alma alıştırmasını yapmalısınız; böylece panik atak ortaya çıktığında üzerinde düşünmek zorunda kalmadan nefes egzersizlerinizi uygulamaya hazır hale gelirsiniz ve nefesiniz otomatikleşir.

Hastalarımdan biri hiç doğru nefes alamadığını iddia ediyordu; bu yüzden panik ataklarında kendisine yardım edecek herhangi bir nefes egzersizini öğrenemiyordu. Ona bakış açısına ilişkin inançlarının yanlışlığını anlattım. Sonunda kendisi ve nefes alışı hakkında birçok önyargılara sahip olduğunu görerek değişebildi. Bu kadın çoğu zaman nefesini tutuyor ve yüzeysel nefes alıyordu; bu da aşırı hızlı nefes almaya ve panik ataklara sebep oluyordu.

Ben dindar bir insanım. Bana panik atak geçirdiğim esnada tavsiye edeceğiniz bir dua var mı?

Evet var. Metafizik uzmanı rahmetli Salih Memişoğlu Hoca'ya yanımda bir hasta bu soruyu sormuştu. Sağ elinizin başparmağını boyun bölgesindeki şah damarınızın üzerine koyarak, "La Havle Vela Kuvvete İlla Billahil Azim" denmelidir.

Bu cümlenin anlamı ise şudur: Gücün ve kuvvetin sadece Yüce ve sonsuz kudret sahibi Allah'tan geldiğini bilmek ve Allah'tan güç ve kuvvet istemektir.

Mutsuzum. Gidermek için ilk önce ne yapmalıyım?

Mutlu olmanın sırlarından biri de, sahip olduğumuz nimetler için onları bize veren Allah'a şükretmektir. Bütün mutlu insanlar, şükran hissi duyarlar ve şükran hissi duymayanların mutlu olmaları zordur. Çoğumuz mutsuz insanların hep şikâyette bulunduklarını zannederiz. Oysa bunun doğrusu tersidir: İnsanları mutsuzluğa iten şey şikâyettir. Verdiği nimetler için Yaradan'a şükreden, eskisinden çok daha mutlu ve huzurlu olduğunu görecektir.

Önemli olan bir başka husus ise: İyilik yapmalı, insanlara yardımcı olmalısınız. Bizim inancımızda da kültürümüzde de iyilik yapma, derdi olana yardım etme, aça ve muhtaca verme, sıkıntısı olanın sıkıntısını giderme tavsiye edilmiştir ve ecri büyüktür. Şimdi de bakıyoruz iyilik etme ruh sağlığımıza fayda veriyor, iyilik ederken aslında kendimize de iyilik yapmış oluyoruz.

Araştırmalara göre; vermekte cömert olanların gerçekten de daha iyi duruma geldiklerine dair güçlü kanıtlar mevcuttur. Harvard Üniversitesi ile British Columbia Üniversitesi'nden araştırmacılar "mutluluğu" rakama döktüklerinde, kişinin sadece kendisi için para harcamasının o kişide neredeyse hiçbir fark oluşturmadığı halde başkaları için harcamasının mutlulukta ciddi bir artışa sebep olduğunu tespit etmişler. Diyorlar ki:

"İnsanlar zamanlarını veya paralarını inandıkları bir davaya adadıklarında problem çizen kişilere dönüşür. Problem çözenler seyirci kalan kişilerden ve bir olayda mağdur durumunda olanlardan daha mutludur."

Gerçekten yardım etme ruhu ve iyilikseverlik kişide terapi etkisi yapmaktadır. Bu tespit birçok çalışmada ortaya çıkmıştır: Yüksek fedakârlık gösteren kişilerde endorfin denilen mutluluk hormonu salgılanmaktadır. Bu hormon ise insanları daha huzurlu ve mutlu olmalarını, bağışıklık sistemlerinin güçlenmesini, rahatsızlıklardan daha çabuk iyileşmelerini sağlamaktadır.

Çok öfkeli olmamdan dertliyim. Daha sakin ve anlayışlı olmak istiyorum.

Kızmak ve öfkelenmek doğaldır, ancak kızgınlığı sürekli hale getirmek veya ani öfke patlamaları yaşamak sağlıklı değildir. Kontrolsüz öfke, birçok yönden kişiyi yaralayabilir.

Öfkelendiğimizde sakinleşmek için kendimize zaman tanıyalım. Sakinleşene kadar ortamdan uzaklaşalım veya pozisyonumuzu değiştirelim (oturuyorsak ayağa kalkalım) ya da yüzümüzü soğuk su ile yıkayalım. Derin derin soluk alıp vermek, yalnız kalmayı tercih etmek veya başkalarıyla sohbet ederek konudan uzaklaşmak da öfkeyi yatıştırma çareleridir.

Ancak öfkelendiğimizi bizi kıran kişiye belli etmemek için içimize atmak ve bastırmak da doğru değildir. Karşımızdaki kişiye sözel olarak saldırıda bulunmak yerine kızgınlığımızı sakin bir şekilde dışa vuralım. "Hakaret ediyorsun" söylemektense "bu sözlerin beni gerçekten kırıyor" demekle daha iyi sonuç alınır. Veya "yalan söylüyorsun" yerine "bu söylediğin şey doğru değil" demelidir.

Kızgınlığımızı içimizden boşaltalım. Kızgınlık uyandıran mantıksız düşünceleri ayıklayalım ve bunları zihnimizden uzaklaştıralım. "Bu korkunç, her şey berbat oldu" demektense, "gerçekten bu durum insanı kızdırıyor, ama dünyanın sonu değil ya..." diyerek kendimizi rahatlatalım.

Kısacası haklı öfkemizi ifade ederken kararlı olalım, saldırgan değil. Öfkemizi sağlıklı yollarla boşaltalım, içimize atıp biriktirmeyelim. Bastırılmış öfke, uzun vadede ciddi sağlık sorunlarına yol açar. Baş ağrısı, gastrit ve hatta ülser, bağırsak hastalıkları ve başka sistem bozuklukları ortaya çıkar. "Beni insanların içinde küçük düşürdüğün için sana kızgınım." Bu basit ve kararlı bir ifadedir, hedefe yöneliktir. Hâlbuki "ne kadar sahte, ne kadar zayıf, ne kadar ikiyüzlüsün!" demek yanlıştır. Böyle kızgınlık ve saldırganlık halleri hem karşımızdaki kişinin düşmanlık oklarını bize çevirir hem de sürekli öfke, düşmanca duygular ve kızgınlık, sağlığımızı tahrip eder.

Geçmişteki acılar mutlu olmama engel oluyor

Ruh hekimliğim sırasında mutsuzluk gerekçeleri içinde, sık karşılaştığım biri de bu olumsuz şartlanmadır. Başımızdan üzücü, söylenmesi bile güç bir olay veya kötü çocukluk yıllarımız geçmiş olabilir.

Bu olayı devamlı zihnimizde tutarak moralimizi berbat etmemiz yanlıştır, kendimize haksızlık etmektir.

Bunu mutsuzluk sebebi olarak görmeyelim. Aksine ibret ve ders vesilesi sayalım. Benzerinin kendi çocuklarımıza, başkalarına yapılmasına engel olalım. Böylelikle kötü hatıralarımız, mutsuzluk kaynağı olmak bir yana, çevremize daha faydalı olmamıza bile sebep olacaktır.

Küçük yaşta başından ağır travma geçmiş hastalarıma genellikle şöyle derim: "Çocuk yaşında başına gelen felaketin sorumlusu kesinlikle sen değilsin. Çünkü çocuktun, reşit değildin. Doğruyu yanlıştan fark edici ve mümeyyiz hiç değildin. Bu yüzden yapanları Allah'a havale et ve güzelce yaşamana bak. Utanan ve acı içinde kıvranan sen değil, sana bu felaketi yaşatanlar olmalı. Ebedi âlemde yüce Yaratıcımızın nazarında sen değil onlar kötü durumdalar. Öyleyse mutsuzluğun niye? Bundan emin ol ve hayata tebessüm et, neşeli olmaya bak."

Geçmişi elbette değiştiremeyiz ve unutamayız. Ama ondan ders alıp uzaklaşabilir ve insanlara faydalı davranışlara dönüştürebiliriz.

Olumsuz davranışlarımı biliyorum ama elimden bir şey gelmez

Niye gelmesin? İrademiz yok mu? Kötü şartlanmalarımızı kıralım. "Kaderim böyle", "her şey kötü", "şanssızım" gibi basmakalıp düşüncelerle olaylara yaklaşırsak kesinlikle yanlış yapmış oluruz.

Hâlbuki nükte ve espri ile olumlu ve iyimser bir bakış açısı geliştirirsek başkalarını bile etkileyebiliriz.

Yaşama sevincimizi artırabiliriz. Yeter ki hemen faaliyete geçelim.

Şükrün şükredene sayılamayacak kadar faydaları vardır

*Şükür; kulun kulluğunun ve aciz olduğunun farkına varmasını, Allah'a yaklaşmasını ve rızasını kazanmasını sağlar.

*İnsan kendisine verilen nimetlerin değerini anlar¸ nimeti verene şükrederek mutlu olur ve hayatından zevk alır.

*Şükretmek kişiliği geliştirip özgüveni artırır. Günlük başına gelen üzücü olayları daha ağırlarını aklına getirerek gözünde çok büyütmez, çoğuna güler geçer.

*Sahip olduğu güzellikleri görüp şükretmeyi bilen kişi pozitif düşünür. İyimser kişilerin sağlığı, mutluluğu, morali karamsarlara oranla yüksek olur.

*Kul, nimetlere şükrettikçe o nimetler hem devam edecek hem de çoğalacaktır. Zira şükür nimetin artmasına vesile olur.

*Şükreden bir kul stresten ve sıkıntıdan uzak olur.

*Kendine verilen nimetleri görebilen kişi¸ kendisine nimetlerin ulaşmasında aracı olanları da bilip takdir eder. Sahip olduğu nimetleri paylaşmak ister. Böylece şükür¸ insanlar arasında kaynaşmayı sağlar. Hadisi şerifte buyrulduğu gibi, "Kula teşekkür etmesini bilmeyen Allah'a da şükredemez."

Bana yapılan kötülük ve ihanetleri unutamıyorum. Yapılan haksızlıklardan dolayı devamlı öfke dolu ve mutsuzum.

Bizi inciten veya hata yapan kişilere karşı küskünlüğümüzü sürdürmek, öfkemizi daha da artırabilir. Öfke devamlı hale geldikçe de yüksek tansiyon ve kalp hastalığı başta olmak üzere psikosomatik hastalıklara yakalanma riski artar.

Bağışlamak, öncelikle bağışlamama durumunun oluşturduğu stresi azaltır. Bağışlamama halinde acı, öfke, düşmanlık, nefret ve korku (yeniden aşağılanma veya acı çekme korkusu) gibi duygular birbirine karışır. Bunlar da fizyolojik olumsuz birtakım sonuçlara yol açar. Sözgelimi tansiyon yükselir, hormonal değişiklikler yaşanır, kalp hastalıkları ortaya çıkabilir.

Bağışlayıcı olmaya çalışalım. Bizi inciten birini affetmek zor olabilir. Ancak bağışlamak; yapılanı unutmak, inkâr etmek, göz yummak veya uzlaşma sağlamak anlamına gelmez. Burada olumsuz duyguların bizi tüketmesine engel olmalıyız.

İntikam peşinde koşmayı bırakarak bağışlamayı başarabilenler, acı ve sıkıntılardan kurtulmuş olur. Sosyal ilişkileri daha güçlenir. Böyle kişiler daha sağlıklıdır.

"Çok şükür ahiret var, ilahi adalet var" diyelim. Kin ve intikam duygularıyla kendimizi yıpratmayalım.

Yalnızlık çekiyorum

Arkadaşlık ve dostluklar, ortak duyguların yeşerdiği, bunların paylaşıldığı bir kaynaktır. İyi arkadaşlık ruhu besler. Sağlam dost, insanın sahip olabileceği en değerli varlıktır. Arkadaşsızlık ise yalnızlık demektir, kişi böylece dostun verebileceği gönül zenginliğinden, samimi ve içten ilişkiden yoksundur. Candan, sıcak ilişki kuramayanlar, yaşama zevkini kaybederler.

Tabii iyi arkadaşlığın da bir bedeli vardır. Başkalarının söylediklerini kalpten duyabilmek, doğacak kederi ve neşeyi paylaşabilmek yürekliliğini gerektirir. Başka insanların ihtiyaçlarını gidermek, onlara ihtimamda bulunmak zor gelebilir, duyguların paylaşılması acı verebilir. Ancak zahmet olmazsa rahmetin de olmayacağını bilmeliyiz.

Sürekli ölüm korkusu çekiyorum. Ölüm hiç aklımdan çıkmıyor.

Aslında inancımıza göre bizim ölüm saatimiz kaderimizde bellidir. Biz istesek de istemesek de, korksak da korkmasak da Azrail (as) yazılı saniyede gelip canımızı alacaktır. Bu yüzden hayatı kendimize azap etmeye gerek yoktur.

İslam'a gönül vermiş müminler olarak hayatın sonu bize esrarlı gelmez. Daha doğrusu bir başka dünyaya, ahirete gideceğimizi biliriz. Ama dine inanmayanlar için böyle değildir. Ölüm onlar için bir yok oluş veya en azından belirsizliktir. Bu da benliklerinin derinliklerinde yatan ölüm korkusu demektir.

İnançlı insan için ölüm çok tanıdıktır, günlük yaşamın bir parçasıdır ve ölmeyi bu dünyadan öteki dünyaya bir geçiş olarak kabul ettiklerinden pek fazla korktukları söylenemez.

Mezarlıklar da ürküten yerler değildir. Aksine yeşilliklerle, sanat eseri mezar taşlarıyla, selâm verdiğimizde bizi duyduklarına inancımızla bizim gelecekteki mekânımızdır. Zaten evlerimize yakın her eski caminin yanında mezarlıkların olması bu yüzdendir. Ölenlere bu kadar yakın olmak ölüme dost olmaktandır. Ölüm, hayatın ayrılmaz bir parçası, dünya yüzündeki varlığın doğal olarak sona ermesi ve geride kalanlara ibret ve nasihat olan zevkli bir yolculuğun başlamasıdır.

Bu yüzden Müslümanlar kabir ziyareti yapar, ölümü hatırlayarak dünya hayatının geçici olduğunu tefekkür ederler. Gerçekten hep ölümlü olduğumuzu düşünsek, hiç aklımızdan çıkarmasak sıradan şeyler bizi üzmezdi. Ayrıca gereksiz hallere de gereksiz yere sevinmezdik.

Ölümü böyle algıladığımızda korkutucu olmaktan çıkacak ve yaşamak daha zevkli hale gelecektir.

Kötü bir rüya gördüm. Rüya tabirleri kitabına baktım kısa süre içinde ölecekmişim. Hayat bana zindan oldu.

Bir takım kitaplara bakarak rüya yorumu yapmak doğru değildir. Çünkü rüyanın tabiri; rüyayı gören kişinin cinsiyetine, yaşına, meşguliyetine, medeni haline, inanç ve düşüncelerine, o zamanki sosyoekonomik şartlarına, içinde bulunduğu faaliyet ve sıkıntılarına bağlı olarak değişir. Bu faktörlerden soyutlanarak yorumlanan rüya, her zaman yanlış neticeler verebilir.

Bu yüzden kötü rüyaları kimseye anlatmamak en uygun olanıdır.

Ama bu, rüyaların hiç nakledilmemesi anlamına gelmez. Hoşa giden güzel rüyalar akılda tutulmalıdır. Ve yorumu istenirse hayra yoran kişilere tabir ettirilmelidir.

Prof. Dr. Sefa Saygılı

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN