İhvan nerede hata yaptı?
What Went Wrong (Bernard Lewis'in Oğlak Yayınları tarafından "Hata Neredeydi?" adıyla çevrilen kitabı), modernizm karşısında İslam aleminin edilgenliğini ve hatalarını bulmaya adanmış bir kitaptır! Bunun bir alt kademesi ve basamağı olarak, "İhvan nerede hata yaptı?" diye sorabiliriz. Elbette Bernard Lewis garazkâr bir adam ama biz garazkâr değiliz ve öğrenmek için soruyoruz.
Bugüne kadarki seyir defterleri, özledikleri ve gözledikleri İslami sistemi ikamede başarısız olduklarını gösteriyor. Siyasi bir hedefleri -daha doğrusu iktidar hevesleri ve hedefleri- olmasa, düşünce zemininde kalsalar, elbette başarısızlıklarından bahsetmek doğru olmaz. Lakin bir yol haritası ve takvimleri var. Bu nedenle iddiaları üzerinden değerlendirme yapmak kaçınılmaz değilse de gereksiz de değildir. Harici amiller ne olursa olsun, biraz da meseleye Malik Binnebi'nin kriteriyle bakmak lazım: Yenilgiye teşne olma meselesi. Kimileri devşirmeye teşne kimileri de yenilgiye teşnedir.
Bundan sonra da başarısız kalmaya mahkumlar mı? Mısırlı dostumuz ve "ex-İhvan" olarak anılan kesimlerden Abdussettar el-Milici, İhvan teşkilatına iş çatallaşmaya vardıklarında siyaseti bırakıp dava zeminine dönmelerini ve yönelmelerini salık vermiştir. Raşid Gannuşi ise 2016 yılında, amiyane tabirle, "Din herkesin, siyaset ise bizim işimizdir" demiştir. Dini alanı umuma ısmarlamış ve terk etmiş; siyaseti ise kendilerine hasretmese de bu yöndeki iddialarını sürdürmüştür. Bu da onları Muhammed Mehdi Akif'in bir tespitine götürmüştür: "Biz siyaseti terk etsek ve cenaze levazımatçılığı yapsak bile hasımlarımızın nazarında bize atfedilen vasıftan ve suçlamadan azade olamayız ve kurtulamayız." Başkalarının suçlamalarını nazarıdikkate alarak kendine yol tayin etmek çıkmaz bir sokaktır. Önemli olan, insanların istediğini değil, doğru olanı bulmak ve yapmaktır.
Doğru nedir ve İhvan nerede durmaktadır? Kimileri İhvan'ı tanımlarken "Sufi meşrep ve selefi menhec veya düşünce" diye özetlemektedir. Dr. Şavan Zengene, İhvan'ın daima yenilenme ve tecdit peşinde koştuğunu da söylemektedir.
Sudanlı İslami etütler üstadı Dr. Mahbup Abdusselam da hareketin başarılı olmasının mümkün olmadığını, zira kabil-i tatbik bir yöntem ve program vaat etmediğini savunmaktadır. Bunun da şumuliyet fikrine -yani totaliterliğe- götüren kapsayıcı bir yaklaşıma dayanmasından ileri geldiğini söylemektedir. Ben de yıllardır İhvan'ı zihnimde süzerken onlardaki şumuliyet meselesini bir çıkmaz olarak görmüşümdür. İhvan bir tecdit ve yenileme harekatıdır lakin bu vazifesini bütün alanlara teşmil etmektedir. Bu topyekün tecdit, bütün Müslümanlara dayanması halinde mümkündür. Lakin bir hareketin kendini bütünün yerine koyması, kendisini "Müslümanlardan bir cemaat" değil, "cemaatü'l Müslimin" olarak görmesine yol açar. Savrulma burada başlar. Halbuki nazariyatta Hasan el-Benna da kendilerini tanımlarken, "Biz Müslümanlardan bir cemaatiz, Müslümanlar cemaatinin kendisi değiliz" demiştir (El Kuds el Arabi, 1 Kasım 2012, Dr. Dime Tarık el-Tahbub).
Lakin fiiliyatta bunu tam olarak tutturamamış ve ortaya koyamamışlardır. Halbuki 2011 ve 2012 yıllarında bir cemaatin bir ülkeyi yönetemeyeceği ifade edilmiştir. Lakin fiiliyat farklı tezahür etmiştir; bu da totaliter anlayışa çıkar.
Şimdiye kadar tecdit, parçalı alanlarda yapılmıştır; külli alanda hiç yapılmamıştır. Zaman zaman Kuveytli düşünür Abdullah Fehd Nefisi, ucundan kıyısından bu meseleye temas etmiştir. Lakin Dr. Mahbup Abdusselam gibi çok az kişi bunu yalın olarak ifade etmiştir. Sudanlı aydınlardan Abdulvahhab el-Efendi'ye de benzeyen Mahbup Abdusselam, Turabi ile yol arkadaşlığı yapmış lakin 2010 yılında Hasan Turabi'den, özür dileyerek, siyasetten çekilmesini istemiş ve elini eteğini çekmesini tavsiye etmiştir.
Bu itibarla onu Abdussettar Milici'nin bir başka versiyonu olarak görebiliriz. Zahiri başarıyı değil, ahlakı önceleyen bir yaklaşımı esas almıştır. Dünya da şimdi Gazze'de aynısını yapıyor. Zira din, mensupları tarafından siyasallaştırılmıştır. Lakin vicdanlar siyasallaştırılamamaktadır. Bu menfezden insanlar doğruyu görebilmektedir. Yani din, mensuplarının elinde politize olduktan sonra asabiyet haline getirilmiş, sekterist bir kimlik kazanmıştır.
İslami kesimlerde fikir önderleri ne kadar entelektüel vüsate sahip olurlarsa olsunlar, yöntem asla uygun olmadıkça şer'i bir başarıdan bahsetmek mümkün değildir. Maslahat gibi başarı da şer'i olmak zorundadır. Yoksa gayri İslami zulümlere ve çözümlere İslami damgası vurulabilir. Bu anlamda yolların sonu yine başa dönmektir. "Ya eyyühellezine amenu aminu / Ey iman edenler, iman edin!" düsturu da bize bunu ihtar etmektedir.
İslami entelektüeller, Sudan'daki ayrışmadan sonra dağılmışlar ve mevcut önderlere ve liderlere yabancılaşmışlardır. Müslüman Psikologların Çıkmazı kitabının yazarı merhum Malik Bedri de Hasan Turabi'nin manevi süzgeçten geçmediğini, sadece entelektüel birikime dayandığını, bunun da yetersiz ve yavan kaldığını söylemiştir. Bu durumda liderlerde şefkat, merhamet ve adalet, müspet hareket ve feragat hissi ve ruhu pek gelişmemiştir. Ömer Abdulaziz gibilerini günümüz İslamcılarından ayıran temel faktör, şefkat ve merhamet gibi temel duygular olmalıdır. Malik Bedri, Hasan Turabi ve emsalinin partilerine insan devşirme peşinde koştuklarını, olgunlaşma ve olgunlaştırmayı ise ihmal ettiklerini söylemiştir. Bu durumda taraftar kitlede de oportünist damar gelişmektedir.
Dr. Mahbup Abdusselam, totaliter yönleri itibarıyla İhvan'ın tezlerinin uygulanamaz olduğunu söylemiştir. Risalelerde (Benna'nın risaleleri) İhvan açılımlarıyla, hem bir spor kulübü hem bir market gibi tanımlamalara gidilmiştir. Hayatın hiçbir alanı boş bırakılmamıştır. Bu nedenle İhvan'ı "her şey" diyerek tanımlamak da mümkündür. Her şey olan, aynı zamanda hiç de olabilir. "İhvan ne değildir?" sorusunun cevabı ise adeta yoktur. Bu kadar yükün altına giren bir örgütün manevra yapma kabiliyeti kalmaz. Davet ile devlet arasında öncelikler zinciri vardır ve bunu bozmamak, takdim ve tehirlere gitmemek gerekir. İslam'da siyaset olması, onu sıralamada birinci konuma sokmaz. Bu da davet ile siyasetin iç içe girmesine ya da başka bir ifadeyle alanların çekişmesine vesile olur. Tamhis/ayıklama kuralı gereği, İslami kesimler arasında da çalkalanma ve elenme kaçınılmazdır. Bu vetire, sonuçta billur gibi safi bir damarı ortaya çıkaracaktır.
Sudan'da kalburüstü entelektüel zümreler yetişmiştir. Bunlardan birisi şüphesiz Hasan Turabi'dir. Bir başkası, aynı ekolden Abdulvehhab el-Efendi'dir. Bir başkası ise Malik Bedri'dir. İslam'ın İkinci Küreselleşmesi kitabını yazan bir başka cins mütefekkir ise Muhammed Ebu'l Kasım Hac Hamd'dır. Nice badirelerden sonra İslami kesimlerin düzlüğe çıkacağına ve zafer kazanacağını müjdelemiştir.
Müslümanların şamil bir doktrinleri olmasa bile mütekamil bir anlayışa ve bakış açısına ihtiyaçları vardır. Bazen şartlar gereği, günümüzde İslami umdelerin uygulanmasının imkansızlığına dair gibi bazı değerlendirmeler oluyor. Biz bu noktada itiraz etmekle değil, iman etmekle mükellefiz. Gücümüzün fevkinde olduğundan icra etmekle de mükellef değiliz. Biz sefere tabi olduğumuzdan, illa da zafer diyemeyiz. İcraatta şart aranır. İstitaat olmadıkça iman etmekle mükellefiz. Ama İslam'ın ahkamı günümüzde uygulanır veya uygulanmaz diyerek Allah'ın işine de karışmayız. Onun bize yüklediği işimize bakarız.
Mustafa Özcan
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.