Arama

Mustafa Özcan
Temmuz 18, 2019
Tanıdığım üç Şevket

Kadir Mısıroğlu'ndan sonra Mehmet Şevket Eygi'yi de bu dünyadan uğurladık. Vefatları peş peşe geldi. Yusuf Kardavi'nin meşhurlarla (abide şahsiyetler) alakalı olarak bir eseri var. Fi Vedai'l A'lam/ Büyükleri Sırlarken, Yolcularken başlığı taşıyan kitabında Hasan Turabi ile ilgili bölümde birden peş peşe büyük şahsiyetlerin ölüm haberini aldığını söyler. 2016 yılında Taha Cabir Alvani, Hasan Turabi'nin aynı günlerde vefatıyla adeta bir hazan mevsimi esmiş ve yaprak dökümü yaşanmıştır. Yusuf Karadavi ile Ebu'l Hasan en Nedevi birbirlerine benzeyen ve tamamlayan şahsiyetlerdendir. Benzeri kitaplara da sahiptirler. Bu alanlardan birisi meşahir alanında yazdıklarıdır. Bu Nedevi için aileden iktisap edilen bir gelenek hatta melekedir. Abdulhay el Haseni'nin yazmış olduğu Nüzhetü'l Havatır bu husustaki öncü eserlerden birisidir. Abdulhay el Haseni, Ebu'l Hasan en Nedevi'nin pederidir ve Hindistan alimleri ve meşhurlarıyla alakalı en kapsamlı eseri vücuda getirmiştir. Bu nedenle kendisine Hindistan'ın İbni Hallikan'ı denmektedir. İbni Hallikan biyografi yazarlarının atası ve babasıdır. Babasının izinden giden Nedevi de, ' Min A'lam el Müslimin ve Meşahirihim' adlı biyografik eseriyle önemli bir boşluğu doldurmuştur. Kardavi ise daha ziyade tanıdık ve irtihal eden öncü simaları ve dostlarını kaleme almıştır. Eski ifadesiyle teraciminde onlara yer vermiştir. Seyyid Kutup ile Ebu'l Hasan en Nedevi arasında da benzerlikler vardır. Ortak yönlerinden birisi Kütüp ve Şahsiyet (kitaplar ve şahsiyetler) adlı birer eser kaleme almalarıdır.

Merhum Erol Güngör'ün çevirisiyle yayımlanan Robert B. Downs'a ait Dünyayı Değiştiren Kitaplar kitabı da bu seri ve tarza ait eserler arasındadır.

Mehmet Şevket Eygi'nin irtihalinden kısa bir müddet önce de Kadir Mısıroğlu'nu da toprağa verdik. İkisi birlikte anılırlardı. Vefatlarının ardından basının ikisini ele alış biçimi bazı farklılıkları da beraberinde getirdi. Düşünce dünyalarında fark olmasa da bununla birlikte ölümlerinin ardından haklarında Batı'da bilindik tarzıyla yazılan obituary yani anma yazılarında farklılık göze çarptı. Bunun nedeni ne olabilir? Elbette üslupları buna neden olmuştur. Şevket Eygi'nin yazıları sert, duruşu esnekti. Dili yumuşak, kalemi ise sert ve keskindi. Bu kimyayı en iyi yansıtan örneklerden birisi şüphesiz şair Osman Sarı olmalıdır. 'Bir savaşçıdır kalbim' adlı eserin sahibidir, kalem yerine adeta demir pençeler kuşansa da oldukça yufka yüreklidir. Ölümüyle Mehmet Şevket Eygi'ye takaddüm eden Kadir Mısıroğlu ise serapa haşin bir üsluba haiz idi. Bundan dolayı da haklarında yazılan yazılar farklılıklar arz etmiştir. Söz gelimi Halit Kakınç değini yazısında bazı abartılarla, mübalağalarla birlikte Şevket Eygi hakkında olumlu şeyler yazmıştır. Onun nezaket timsali bir İstanbul beyefendisi olduğuna temas etmiştir. Elbette Şevket Eygi görgü kurallarına sıkı sıkıya bağlıydı. Bu nedenle de bazen genç kuşakla ters düşebiliyordu. Mehmet Şevket Eygi ideolojik duruşu bir yana kadro konusunda pek ayrım yapmazdı. Hasbel'l kadar birlikte çalıştığımız bir dönemde sol kesim, Ülkücüler ile Tercüman gazetesi yazarlarından kokteyl yapmış ve onları harmanlamıştır. Rahmetli Ergün Kaftancı gibi isimlerle birlikte uyum içinde çalışmıştır. Kendisine veya 'işine' karışılmasını sevmezdi ama onun dışında da çalışanlarını serbest bırakırdı. Kendisine ait bir dünyası vardı.

1950'li yıllarda Galatasaray Lisesini bitirdikten sonra intisap ettiği Mülkiye'den mezun olur. 1956 yılında Mülkiye'den mezun olduktan sonra Hariciye imtihanını kazanır lakin daha sonra mütercim olarak Diyanet'i tercih eder hemen akabinde Ömer Nasuhi Bilmen'in özel kalem müdürü olur. Bu kader birliğidir. Ömer Nasuhi Bilmen son devrin sahasında en yetkin fıkıh bilginleri arasındadır. Tefsir de yazmıştır. Lakin tefsiri teknik tefsir ötesine geçememiştir, dirayet tefsiri sayılmaz. Akait alanında da yed-i tula sahibi birisidir. Eski ilimleri ihya etmiştir. Muvazzah İlmi Kelam eskilerin aktarımı olmuştur. Yeni bir açılım getirememiştir. Bununla birlikte sahabeler arasındaki ihtilaflar ve onlara tebcil ve hürmetin kırılmaması noktasında yazılarıyla gayret etmiştir. Ashab-ı Kiram Hakkında kaleme aldığı Müslümanların Nezih İtikatları kitabında sahabe ihtilafları üzerine Müslümanların ihtilaflarını ele almış ve burada itidal yoluna gitmiştir. Bu kitabın Ömer Nasuhi Bilmen'e bizzat Süleyman Hilmi Tunahan tarafından ısmarlandığı da söylenmektedir. Kimi Alevi ve Şiilerin el kitabı mesabesinde gördükleri Hüseyniye kitabı da, bu kitaba reddiye yazma veya cevap verme ihtiyacını doğurmuş ve bu kitabın kaleme alınmasına vesile ve muharrik unsur olmuştur. Hüseyniye adlı kitap 'Cevap Veremedi' tarzında abartılı bir kitap olup dengeyi tutturamamıştır. Cafer-i Sadık'ın Hüseyniye adlı cariyesinin bile koskoca imamları alt ettiği susturduğu, sırtını yere getirdiği tasvir edilmektedir. Verilen mesaj şudur: Şiilere mensup bir cariye bile öteki mezheplerin imamlarına denk hatta faiktır ve üstündür! Onları alt etmiştir!

Mehmet Şevket Eygi'nin ehli sünnet anlayışı da daraltılmış olup kapsayıcı bir anlayışı temsil etmemektedir. Daha ziyade Vehhabilik ve Selefiliğin panzehri veya kontrası gibi durmaktadır. Cevapları ve karşı duruşu hikmet tarzında olmayıp bilakis polemik üslubuna, usulüne dayanmakta ve istinat etmektedir. Bundan dolayı zaman zaman hakkaniyet çerçevesini aşmaktadır. Elbette karşı tarafta da benzerleri bulunmaktadır. Mehmet Şevket Eygi'nin ihtiyar ettiği ehli sünnet çerçevesi veya çizgisi bir yönüyle tasavvufa diğer yönüyle de Eş'arilik adına yapılan polemikçi ekole dayanmaktadır. Bu ekol kesinlikle İmam-ı Gazali anlayışı ve ekolünü temsil etmez. Gazali'ye selefiler bile bigane kalamaz ve bu ekolden kimilerinin gizli gizli onun eserlerini okuduğu mervidir. Esasen bu Gazali gibi hakperestlerin reddettikleri bir yaklaşım biçimidir. Nitekim o Kadı Ebubekir Bakillani'ye karşı batıl sayılan Mutezile'nin sahasını savunmuştur. Elbette burada mesele Gazali'nin Mutezile mezhebini benimsemesi değil hakkaniyet ölçülerine riayet etmesidir. Tam da şu cümlesiyle Bediüzzaman bunu izah eder "Cebir ve i'tizâlde birer dâne-i hakîkat bulunur." Mesela Eş'arilikte onaylanan 'teklifi mala yutak/ güç erdirilemeyen şeyle mükellef ve sorumlu tutulma' meselesi Kur'an'la pek barışık ve bağdaşık durmuyor. Bunu reddeden Mutezile ise Kur'an çizgisiyle daha barışık görünmektedir.

Mehmet Şevket Eygi daha ziyade polemik kültürünü yansıtan eserlerle ilgilenmiştir. Bu mealde Muhammed Said Ramazan el Buti'nin El la Mezhebiyye kitabını ve Keza yazarı Ebu Hamit Bin Merzuk olaraktakdim edilen meçhul bir müellife ait Ehli Sünnetin Müdafası (Beratı Eşariye) kitabı gibi kitaplara itina göstermiş ve yayınlamıştır. Elbette bu Vehhabileri veya Selefileri toptan aklamak değildir. Halbuki ehli sünnetin geniş tanımı sofistike duruşla birlikte başka ufuklara da açılmaktır. Hak hangi yönden tecelli ederse, belirirse belirsin ona tabi olmaktır. Günümüzde bu sofistike ekolü Ebu'l Hasan en Nedevi, Yusuf Karadavi ile Zahid el Kesveri'nin talebelerinden muhaddis Abdulfettah Ebu Gudde temsil etmektedir. Başkalarında bulduğu kayıp ve yitik hikmeti reddetmemişlerdir. Bu ise kimi vülgarize üslup ve sathi bakışlarla mezhepsizlik addedilmektedir. Mezhep İslam gibi kemale eren değil gelişen bir süreçtir ve dolayısıyla onu İslam gibi mutlak hakikat yerine koyamayız. İslam'a ekleme ve çıkarma yapılamaz ama mezhebe yapılabilir. Mezhebin ulaştığı doğrular içtihadidir.

Şevket Eygi'nin karşı kutbunda yer alan bazı garazkar selefiler Ebu Hamit Bin Merzuk isminin müstear olduğunu bu ad altında Abdulfettah Ebu Gudde'nin kalem oynattığını söylemişlerdir. Gudde bu isnadı reddetmiştir. Zahid el Kesveri'nin parlak talebelerinden olmakla birlikte Abdulfettah Ebu Gudde onun hasımlarına karşı daha mutedil bir çizgi izlemiştir. Bununla birlikte Nasirüddin Elbani'nin Buhari de dahil mevcut sahihleri kendi zaviyesinden elemesini ve kendi şartına göre tekrar değerlendirmesini en hafif tabiriyle edep yoksunluğu olarak görmüştür. Bu tutumu Ebu Gudde''nin öfkesini celp etmiş ve muhakkak ki bu davranışı dolayısıyla Elbani'nin cüretkar ve edep yoksunu olduğuna hükmetmiş olmalıdır. Elbani'nin yatışmaz ve hiddetli bir yapısı vardır. Hakikat arayışı ile hürmet dengesini kurmakta zorlanmıştır. Belki kimilerine göre İbni Teymiye de bu hükme girmektedir. Bununla birlikte Ebu Gudde hakkında hürmetkar bir dil kullanmıştır.

Kısaca Mehmet Şevket Eygi'nin ehli sünnet algısı bu çerçevede seyran ve devran etmektedir. Hilal Yayınları dergisiyle birlikte o günlerde fikren Arap alemi ile Pakistan'a bir açılma yaşanmıştır. Hilal Yayınları arasında Ramazan Nazlı'nın çevirisiyle yayınlanan Yusuf Karadavi'ye ait İslam'da Haram ve Helal kitabı şevket Eygi'nin polemiklerine takılmış ve bu kitabın mezheplerin görüşlerini dikkate almadığı ve mezhepsiz bir kitap olduğunu savunmuştur. Esasında haramlar ve helaller konusu kısmen olsa da doğrudan mezheplerin değerlendirme alanının dışındadır. Bu alanda da mezheplerin kimi görüşleri vardır ve yeri geldikçe bunlara temas edilmiştir. İhya bir irşat kitabı olarak nasıl mezhepler üstü ise Kardavi de bu meseleyi bu zeminde ele almıştır. Nasiraddin Elbani de bu kitapla birlikte Kardavi'nin diğer kitabı, ' Fakirlik Problemi Karşısında İslam' kitabının hadislerini tahriç etmiştir kaynaklarına ve mezannına irca etmiştir. İslam'da Haram ve Helal kitabının mezhebi duruşu noktasındaki bir tartışma beyhude bir polemik idi. Merhum Şevket Eygi'nin bu hususta ateşli bir tutumu vardı.

Tasavvuf anlayışı da İbni Arabi ile Şarani odaklı görünüyordu. Ehl-i Sünneti bu iki ekole (Matüridi-Eş'arilik ve ilave olarak tasavvuf ekolü) hasrediyordu. Bununla birlikte bir defasında 'fena'un nar/ cehennemin geçiciliği, sonluluğu' meselesinde hem İbni Teymiye'den hem de İbni Arabi'den menkul görüşler olduğunu hatırlattığımda hissi bir tutum takınarak İbni Arabi'ye sahip çıktı ve İbni Teymiye'yi reddetti. Bu da onun meşrep meselesiyle hissi düzeyde ilgilendiğini gösterir. Elbette burada mizaç ve eğilimlerin payı da var. Burada bir genel tespit yapma gereği ortaya çıkmıştır. O da şudur: Şiiler nasıl ki meselelere Hazreti Ali odaklı olarak bakıyorlarsa Selefiler de İbni Teymiye odaklı olarak bakmaktadırlar. Gannuşi de yazdığı bir mukaddime de buna işaret etmek durumunda kalmıştır. Selefiler fiilyatta İbni Teymiye'yi merci-i kül hükmünde görüyorlar.

Mehdilik müdafaası

Belki de onu ateşli bir biçimde Mehdilik konusunu savunmada Nasirüddin Elbani ile aynı safta, cephede görüyoruz. Katar Şer-i Mahkemeler Başkanı Abdullah Bin Zeyd el Mahmud ile Mehdilik hadislerinin sıhhati konusunda ateşli bir polemiğe girer (1). Elbani hadislerin sıhhati konusunda iddialıdır ve bu yönde Abdullah Bin Zeyrd el Mahmud'u ilzam etmeye çalışır. Şer-i Mahkemeler Başkanı ise tavrında ısrarlıdır, Nuh der ama peygamber demez. İbni Haldun gibi Mehdi hadislerinin sıhhati konusunda şüphecidir ve tevatür derecesine gelmediği için de akait meseleleri içinde ele alınamayacağını ifade etmiştir. Kardavi de bu münazaradan etkilenmiş daha önce inanç konusu olarak algıladığı Mehdilyet meselesini yaptırımı olmayan sade bir müjde olarak görmeye başlamıştır. Bazları 1979 yılında (Hicri 1400)Kabe baskını gibi Mehdiyet meselesiyle bağlantılı ümmetin iptilalara uğramasını bu hususu redde dayanak yapıyorlar. Gerçekten de belli aralıklarla ve periyodlarla Mehdi kıyamları yaşanmaktadır. Sözgelimi Sudan Mehdisi tam 1300 yılında huruç ederken Kabe Mehdisi Cüheyman da kalkışması için 1400 yılının başlangıcını sıfır saati seçmiştir.

Olaylara bağlı olarak Mehdi'yi inkar furyası zaman zaman yüzeye çıkmaktadır. Olaylara veya istismarına ya da getirdiği iptilalara bağlı olarak gerçekleri sınayacak olursak elimizde değer kalmaz. Ezher şeyhlerinden Muhammed Hıdır Hüseyin de olaylar üzerinden akide belirleyecek olursak İslam'dan geriye bir şeyin kalmayacağını hatırlatır. 'Eş Şeriatü'l İslamiyye Salihatün Likülli Zamanin ve Mekanin' adlı eserinde Mehdi ile ilgili tereddütlere cevap verir ve bunun İslam'ın sağlam inanç rükünlerinden birisi olduğunu beyan eder. Mehdi'nin akaide dair eserlerde yer alması eşratu saa yani kıyamet alametleri bahsiyle alakalıdır. Dolayısıyla Mehdi konusu hadis mecmuaları ile birlikte akait kitaplarının da konusu olmuştur.

Merhum Şevket Eygi bu gibi konularda tamamen vahyi alana ve nakle bağlı idi. Bu çerçevede keşf iddiasında bulunmadan keşif sahiplerinin keşiflerine atıfta bulunur ve onları paylaşırdı. Bunlar bazen gayri Müslimler de olabilirdi. Sözgelimi bunlardan birisi 20'inci yüzyılın en büyük kahinlerinden Jean Dixon idi. 1990'lıyıllarda vefat eden Amerikalı Kahin Jean Dixon hem siyasi hem de dini yani manevi bazı keşifler görmüştür. Kennedy'nin vurulması bunlardan birisidir. Kennedy 1963 yılında suikastla öldürülmüştür. Bundan bir yıl önce 5 Şubat 1962 tarihinde bir rüya görmüş ve hayatı boyunca da rüyasının etkisinden kurtulamamıştır. Rüyadan sonraki günlerde bir çocuğun dünyaya geleceğini ve Ortadoğu'yu ve hatta dünyayı değiştireceğini, yeniden şekillendireceğini haber vermiş, öngörmüştür. Rüyadaki beklenen çocuk, Nil'in çocuğu Musa gibi(Aleyhisselam) tek tanrıcı bir inanca sahip Mısır Kralı Akhenaton'un eşi Kraliçe Nefertiti'nin kollarında dünyaya ışık saçmaktadır. Ama kraliyet ailesinden değildir ve üzerinde garibanlara mahsus pejmürde bir kıyafet vardır. Asil değil isamidir yani anne babası sıradan insanlardır. Muhammed Hasaneyn Heykel bu kehanet veya rüya ile ilgilenmiş ve Jean Dixon ile görüşmüş ve kehanet hakkında mufassal yazılar kaleme almıştır. Heykel bu çocuğun Mısır asıllı olduğunu varsaymaktadır. Şevket Eygi özel sohbetlerinde de konuyu bu çocuğa getirirdi. Yazdığı gazetede birçok defa bu konuya temas etmiş ve Jean Dixon'ın gördüğü bu rüyanın veya kehanetin Mehdi'yi yansıtıp yansıtmadığını sormuş ve sorgulamıştır. Şevket Eygi ahir zamanda yaşadığımıza inanır ve olaylara hep bu pencereden ve perdeden bakardı. Kıyamet öncesi olaylara ilgisi Bediüzzaman'ı hatırlatır. Şevket Eygi bu arada geleneksel cemaatlere yakın dururdu. Bediüzzaman ile Süleyman Hilmi Tunahan gibi zevatı tebcil ederdi. Ahir zaman ikliminde yaşadığına inanırdı ve bu nadir bakış açısından dolayı nev-i şahsına münhasırdı ve ilgili odağı olmuştur.

Dediğimiz gibi geleneksel çizgi ile barışıktı. Şeyh olmasa da bir şeyh gibi yaşıyordu. Bununla birlikte kendisine mürit kabul etmeyecek kadar serazattı.

Şevket Eygi nevzuhur tiplere karşı bir önlem olarak icazetli alim vurgusunda bulunurdu. Bununla birlikte icazetli alimler azaldı. Hatta kibrit-i ahmer hükmüne geçti. Belki de onun evsafına uymayan bir şekilde mezhepsiz addettiği Yusuf Karadavi hadis dalında Abdulfettah Ebu Gudde'den icazet almıştır. Bu anlamda 'karşıt kutupları' temsil etseler de Kardavi Zahid el Kesveri'nin talebesinin talebesi sayılır. Bu alanda da evdeki hesap maalesef çarşıya uymuyor. Asimetrik bir dünyada yaşadığımızdan olmalı son devirlerde ne Şiiler Ali Şeriati gibi ne de Sünniler Seyyid Kutup kademesinde icazetli bir alim yetiştirebilmişlerdir!

İlimde fıkıhta icazet aradığı gibi avamda da inabet veya bir şeyhten dersli olmayı arardı. Bununla birlikte o da Muhammed Said Ramazan el Buti gibi mevcut konumda, durumda şeyhlikten umudunu kesmiş olmalı ki bu hususta eskisi kadar ısrarcı değildi. İş tezkiyeden cemaatlere ve dolayısıyla paralel dini kurumlara ve onun ifadesiyle din baronlarına dönmüştür. Her zamanın bir hükmü var günümüzün hükmü de bu olmalı. 1970'li yıllarda bir şeyhe intisaplı olmak aranan vasıflardandı. Günümüzde ise ne ilmihal ne de intisap eski ehemmiyetini muhafaza ediyor.

1960'lı 70'li yıllarda Bedir Yayınları aracılığıyla Gazali'nin İhyau Ulumuddin, Maverdi'nin Ahkamu's Sultaniyye , Ebu'l-Leys Semerkandi'nin Tenbih'ül Gafilin Ve Bustan'ül Arifin gibi eserleri neşretti. Ubeydullah Küçük mahlasıyla ve meşrebince bu eserlere metodolojik önsözler yazdı.

Takvimden müşterek yapraklar

Şevket Eygi Bey 1991 ile 2019 yılları arasında mütemadiyen kesintisiz bir biçimde Milli Gazetede günlük makaleler yazdı. Yazıları tiryakilik yapıyordu. Mehmet Şevket Eygi'nin titiz takipçilerinden birisi oldum. Öncelikli olarak Bedir Yayınlarının ürünlerinin takipçisi ve tiryakisi idim. Çocukluğumda edindiğim birçok kitap Bedir Yayınları damgasını taşıyordu. Meşrep olarak demeyeyim ama tarz olarak Şevket Eygi hoşuma gidiyor ve polemik yazılarından büyüleniyordum. En titiz takip ettiğim gazete veya haftalık gazetelerden birisi Büyük Gazete idi. Pazartesi gününü iple çeker ve Sakarya'da Yeni Camii muhitindeki bayilerden edinirdim. Orada birçok yazarın yazısıyla tanıştım. Vehip Sinan'in çizgileri beni büyülüyordu. Bununla birlikte özellikle de Milli Görüş veya MSP taraftarları ile girdiği polemiklerden dolayı gazete giderek kan kaybediyor, eriyordu. Hızlı bir biçimde 12 Eylül'e doğru yuvarlanıyorduk. Gazete 48 sayfa iken giderek yapraklarına veda ediyordu. Gazetenin bir gün kapanacağı gün gibi aşikardı. Ve o günler de pek yakındı. Büyük Gazete küçülmekle birlikte kutuplaşmanın odağında idi. O dönemlerde Sebil dergisi de vardı. Daha entelektüel tabakaya hitap ediyordu. O vasatta 12 Eylül'e giden günlerde Türkiye'yi terk ettim.

Hayatımın Suriye ve Arap dünyası faslı başladı. Artık Türkiye'deki gelişmelerin uzağındaydım ve aşina değildim. Ama Suriye'de de aynı ekol çerçevesinde hareket ediyorduk. Bazen Şevket Eygi'nin yayınladığı Mezhepsizlik gibi kitapların yazarı Buti'nin derslerine misafir oluyorduk.

Türkiye'ye dönüşümden sonra Şevket Eygi ile bir üç aylık mesai arkadaşlığımız oldu. Bu beraberliğimizde Şevket Eygi'nin nev-i şahsına münhasır ve ekip çalışmasına kapalı bir mizaca sahip olduğunu gördüm. Netameli meseleleri kurcalamaktan zevk alıyordu. Aczmendilerle yönelik tutumu ya da Adnan Oktar gibilerine fazla mesafe koymaması bazen nazarımdan düşmesine neden olsa da genel olarak hatasıyla kusuruyla sahiplenmeye devam ediyorduk. Yahya Kemal Beyatlı ve Şevket Eygi gibiler gibi ben de yaşadığımız fetret devrinde tarihe tutunarak ayakta kalmaya çalışıyordum. Sosyal olarak asude saydığım ecdadım Osmanlı'yı ve günlerini özlüyordum. Nusret Özcan gibi hep tarihe tutunarak ayakta kalmaya çalışıyorduk ama tarih ve sosyal dokusu sabun misali elimizden kayıp gidiyordu. Tutunmaya çalıştıkça aksine gittikçe özlediğimiz dokudan, ortamdan daha fazla kopuyor, uzaklaşıyorduk. Farkına varmadan hayat cenderesi içinde ölümün kıyısına kadar gelmiştik. Kadir Mısıroğlu, Şevket Eygi derken sıranın bizlerden çok uzak olduğunu sanmam.

Allah gani gani rahmet etsin.

Şevket Demirci'nin dergahında!

Mesai beraberliğinden sonra Şevket bey ve Kadir Mısıroğlu ile buluştuğumuz nadide mekanlardan birisi Şevket Demirci Bey'in Haktaş Dökümcülük dergahı idi. Mütemadiyen her hafta orada kıdemli dostlarla buluşur, alaka tazelerdik. Şevket Demirci bey ve dergahının en verimli dönemi 1990'lı yıllardı. Bizim için de o yıllar altın yıllardı. Sonrasında Şevket Abi diyar değiştirdi ve karşıya taşındı. Biz de guraba vaziyetinde bimekaniler /mekansızlar haline geldik ve mekanın ve dostların öksüzlüğünü yaşadık. Kays gibi ya da Mecnun gibi dile gelip söylendik: :

Diyar'a; Leyla'nın diyarına uğruyorum,

Duvarının sahibini öpüyor, kokluyorum,

Kalbim, gönlüm duvara değil, duvar sahibine vurgun.

Ebuzziyafe'nin çatısı altında unutulmaz günler geçirdik. Geride sağlam hatıralar kaldı. İşte Tiemmuz ayının 9 veya 10'unda (2019) yine Prof. Sefa Saygılı ile Ali Akben beylerin davetiyle Şevket Demirci beyin anma etkinliğine katıldık. Sağ olsun hayru'l halef oğulları Şevket bey'i unutturmuyorlar. Şevket Beyin gıyabında yine yoklama yaptık ve kalan sağlar o yoklamada arzı endam ettiler.

Şevket Demirci üç hasletle birlikte bir çekim odağı oluyordu. Bunlardan ilki cömertliği idi. Allah cemil olduğu gibi aynı zamanda cevattır ve cömertleri sever ve sevdirir. Davasına, dostlara malını veremeyen canını nasıl verir?Heyhat! Cömertlik aynı zamanda müstağni olmaktır. Şevket Abi'nin birbirini tamamlayan üç hasleti vardı. Bunlar bir araya gelmeden Şevket Demirci kimyasını anlamak mümkün değildir. Bu üç haslet olmasaydı ete kemiğe bürünemez ve Şevket Demirci diye görünemezdi. Bu hasletler şunlar:

Cömertliği,

Sahiciliği,

Toparlayıcılığı…

Bu hasletler ayrı ayrı üç kişide olabilir lakin bir araya gelmedikçe cem olmadıkça cami olmaz, bir Şevket Demirci çıkmaz. Cömertliği dillere destan olmuştur. Bir yazımda yazdığım gibi Kastamonu'nun Hatem-i Taisi idi. İkinci hasleti yapmacık ve tasannu ve tekellüften uzak şahsiyeti idi. Bu onu dostlarının nazarında çekilir kılıyordu. Bir insan ne kadar zengin ve cömert olursa olsun tekellüfü varsa başa kakıyor demektir ve orada misafirlik insana sakil ve ağır gelir.

Üçüncü özelliği ise toparlayıcılığı idi. Bencillik arttıkça toparlayıcılık sıfatı azılıyor. Bu nedenle de günümüzde dağıtıcılar fazla ama toparlayıcılar az, neredeyse yok. Zira fedakarlık ve diğerkamlık gerektirir. Buna bir nevi başkası için yaşama sanatı da denebilir. Yaşama sanatı yaşatma sanatıdır.

Şevket Demirci de 10 Temmuz 2009 tarihinde aramızdan ayrıldı. Mevlana'nın dediği gibi naaşı dostlarının gönlünde yatmaktadır.

Şevket Eygi, Şevket Demirci derken sıra geldi üçüncü Şevket'e. Üçüncü Şevket'i de atlamadan geçemem ve anlatmak boynumuzun borcu. Şu kadarını söyleyeyim ki, o kayınpederim olur. Gerisini sırlanmadan anlatamam. Allah hayırlı uzun ömürler versin.

1- Yusuf el Karadavi, Fi Vedai'l A'lam, sayfa: 481, Ed Dar eş Şamiye...

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN