Arama

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Temmuz 18, 2019
Aynı soruyu tekrarlamamız icab ediyor: Suriyeliler hangi evlerine dönsün?
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Yazımıza başlarken teröristlerin açtığı ateş sonucunda Erbil'de şehid olan konsolosluk görevlisi Osman Köse'ye ve iki Kuzey Iraklı din kardeşimize Allah'tan gani rahmetler, yakınlarına başsağlığı, sabır ve metanetler diliyorum.

Acı bir hatıra olarak hafızalarımızda yer etmişti maalesef… Bundan iki yıl önce tam da bugünlerde yazılı basın ve sosyal medyada birbiri ardınca gelen manipülasyon niteliğindeki haberlerde "ülkemizdeki Suriyelilerin karıştıkları hırsızlık, gasp, sahillerdeki ahlaksızca davranışları" ve birtakım olaylar, belli bir kesim tarafından ortak bir söylemin dillendirilmesiyle sonuçlanmıştı: "Suriyeliler evlerine dönsün!.."

Medyanın dezenformasyon, manipülasyon ve provokasyon gibi işlevleri nasıl başarıyla yerine getirebildiğine dikkat çekerek konuya dair bir yazı kaleme almış ve şu başlığı vermiştik:"Suriyeliler hangi evlerine dönsün!.." (Bkz. Fikriyat, 6 Temmuz, 2017)

Maalesef aradan iki gün geçmişti ki, Sakarya'da yaşanan ve hamile bir Suriyeli kadınla 10 aylık yavrusunu vahşice katledenler, savunmalarında sadece "şeytana uyduk" gerekçesini öne sürmüşlerdi…

Yaşanan bu müessif hadise sonrasında, gözlerinde yaş, yüreğinde tarifi imkansız acıyla cenazelerini alıp memleketi olan İdlib'e, yani evine dönmüştü, eşini ve evladını kaybeden Halid Rahmun…

Aradan geçen iki yıl, zaman zaman artan, bazen de durulan bir şekilde bu problemin mevcudiyetini hâlâ sürdürdüğünü gösteriyor. Özellikle mahalli idareler seçimlerinde göreve gelen sol parti zihniyetinin ülkemizdeki Suriyelilere bakış açılarındaki olumsuzluk ve yine, milliyetçilik kılıfı altındaki ırkçılık kokan düşünceler, bu problemin büyümesine yol açacak bir nitelik arz ediyor... Sakarya'da iki yıl önce yaşanan vahşi ve menfur cinayet hadisesinin, benzeri olaylarla tekrarlanmaması adına gerek devlet, gerek sivil toplum kuruluşları ve gerekse vatandaşlar olarak hepimize sorumluluklar düşüyor. İşte bu sebeple, içinde bulunduğumuz gündem ve ortam elimizi vicdanımıza koyarak bize bir kez daha bu soruyu sorma mecburiyeti hissettiriyor: "Suriyeliler hangi evlerine dönsün?.."

İLTİCA VE HİCRET… MÜLTECİ VE MUHACİR…

Bir yönüyle insani, diğer yönüyle dinî kavramlardır, iltica ve hicret… Sığınmak, medet ummak, yardım istemek, bir ümitle iyilik yapacağını umduğu kişinin kapısına gelmektir, iltica… Bazen bir iyiliksever kişi, bazen bir kurum ve kuruluş, bazen bir devlettir, iltica makamı… Ve dâima kendisine sığınılan, iyiliğinden, ikram ve ihsanından yana her daim ümitvâr olunan Zat-ı zül-Celal Hazretleri, alemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ'dır… O ki, kendisine sığınanı reddetmediği gibi, sırf O'nun rızası ve hoşnudluğu için mültecilere el uzatan kullarına da sevgi besleyendir…

Bir terk-i diyar işlemidir, hicret… Doğup büyüdüğü, ekmeğini yiyip-suyunu içtiği, havasını ciğerlerine çektiği topraklarını, evini-barkını bırakıp ayrılmaktır, yurdundan yuvasından… Tüm Peygamberlerin ortak kaderi olduğu gibi, Son Peygamberin de yaşadığı tecrübe; zikredilince hemen akla O'nun geldiği, Mekke'den Medine'ye bir Kutlu Göçtür, hicret… Ama Resul-i Ekrem'in dilinden "kıyamete kadar müminlerin gönlünde cihad ve niyet olarak yaşayacağı" bildirilen bir mukaddes davadır, aynı zamanda hicret…

Şimdi, adına mülteci ya da muhacir, ne diyeceksek diyelim, onlar için kurulan derneklere hangi ismi vereceksek verelim, değişmeyen hakikat şudur: Bu insanlar, durup dururken kurulu düzenlerini terk edip, tüten ocaklarını söndürüp, bin bir zahmet ve eziyete katlanarak yollara düşmediler… Bu insanlar sırtında bir kıytırık can yeleğiyle kapasitesinin üstündeki botlara binerek Akdeniz'in sularına açılmadılar… Onları buna iten bir sebep var: Evlerini başlarına yıkan, bombalarla her şeyi, her yanı darmadağın eden, ciğerparelerini aç-susuz, ilaçsız bırakan bir zalimin tariflere sığmayan zulmü… Bu zulüm karşısındaki çaresizlikleridir, her şeyden önce ve her şeyden önde… Başka da bir sebep zikretmeye hâcet var mı?..

SURİYELİLER: YALAN HABERLERİN MALZEMESİ

İnternette bir arama işlemi gerçekleştirdiğinizde "Suriyeliler" yazdığınızda karşınıza çıkan konu başlıklarının hemen hepsi, "olumsuz" cümlelerden oluşmaktadır. Sözgelimi, "Suriyelilere bayram harçlığı" başlığı altında 2016 yılına ait bir fotoğraf, ilgili resmî makamlarca yalanlanmış bir haber bulunmasına rağmen hala gündemde durabiliyor. Bu başlık ve resim, tarihine bakmadan yorum yaparak aklına eseni ve ağzına geleni söyleyenlerin seviyesiz ve ahlaksız ifadeleriyle ortalıkta dolaşmaya devam edebiliyor.

Şunu açık ve net biçimde ifade edelim. İnsan denilen varlık, özünde Rahmanî özellikler taşıdığı gibi şeytanî vasıflar da barındıran, ruh ve nefsin birlikte bulunduğu, iyilik ve kötülüğe meyyal bir fıtratla yaratılmıştır. İnsanın oluşturduğu topluluklar da böyledir. İyisi de kötüsü de vardır.

İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü'nün 13 Haziran 2019 tarihli açıklamasına göre, "Türkiye'deki kayıtlı Suriyeli sayısı toplam 3 milyon 613 bin 644 kişidir." Bu kişiler içinde çok değerli bilim adamları, akademisyen, İslam âlimi, sanatçı, iş adamı ve sanayici olduğu gibi birkaç dili konuşabilen öğretmenler de vardır. Takdir edilir ki, yine bu kişiler içinde sû-i niyet taşıyan, kaba davranışlı, kötü ahlaklı kimseler de olacaktır. Ancak Emniyet kaynaklarının verdiği bilgilere göre suça karışma ve suç işleme oranlarının çok düşük düzeyde kaldığı bir topluluğu, yaşanan bazı münferit olaylar sebebiyle itham etmek, tamamen bir ön yargı eseridir. Kanaatimizce bu ön yargıların oluşmasına fırsat vermeden devletin ilgili kurumları, rakamları ve bilgileri kamuoyuyla zaman zaman paylaşmalı ve bu hususta toplumu gerçek ve doğru bilgilerle bilgilendirmelidir. Yetkili ağızlardan alınacak bilgilerin, bazı spekülasyonların önüne geçeceğini düşünebiliriz.

Yazımızın sonunda şunu ifade etmek isteriz. Etrafımızda huzuru kaçmış bir coğrafyada sıkıntılarla boğuşup duran insanların ümidini bağladığı bir ülkeyiz. "Aman dileyene kılıç çekilmez" diyen; kendisine sığınanı kapısından kovmayan bir ecdadın torunlarıyız… Kim bilir, ülkemizin birlik beraberliğini, vatanımızın bölünmez bütünlüğünü, milletimizin istiklal ve istikbalini ortadan kaldırmayı hedefleyen dış ve iç düşmanlarımızın zalimce planlarını 15 Temmuz gecesinde yerle bir eden Allah Teâlâ; bu aziz millete, iman ve inancın zaferini, belki de bu mazlum ve çaresizlerin dualarıyla nasib eyledi… Kim bilir?..

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN