Arama

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Ağustos 7, 2023
İnsan israfa düşmeden de yaşayabilir…
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Bir önceki yazımızın son satırlarında Peygamber Efendimizin (sav) tavsiyelerine uyarak kibre ve israfa düşmeden nasıl yaşanabileceğinin yollarını sünnet-i seniyyede bulabileceğimizi ifade etmiştik. Bugünkü yazımızda bu konuya değinmek istiyoruz. Konuya bir Asr-ı Saadet hatırasıyla başlamayalım dilerseniz…

Resul-i Ekrem (sav) Efendimizin değer verdiği genç sahabilerden biri, aynı zamanda varlıklı bir ailenin evladı olan Abdullah b. Amr, (ra) kibir hakkında yapılan uyarılardan sonra bir de israfın kibirle yakınlığından dolayı bir yanlışa düşmemek ve doğru olanla amel etmek hususunda bilgilenmek amacıyla Resûlullah'ın yanına gelerek, "Güzel elbiseler giymem kibir alameti midir, Yâ Resulallah?" diye sordu Hz. Peygamber (sav), "Hayır" cevabını verdi. Abdullah bu sefer, "Asil bir deveye binmemde kibir var mıdır?" diye sorunca yine "Hayır" cevabını aldı. "Peki, ben bir ziyafet hazırlasam ve insanları davet etsem, onlar da benimle beraber o yemekten yeseler ve sonra önlerine düşsem, onlarsa benim arkamdan yürüseler, bu benim için bir kibir midir?" diye sordu. Nebiyy-i Muhterem (sav) aynı şekilde yine, "Hayır" diye cevapladı. "Öyleyse kibir nedir Yâ Resulallah?" diye sordu, son kez genç sahabi Abdullah b. Amr... Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz (sav) şöyle buyurdu: "Kibir, Hakkı hafife alman ve insanları küçük görmendir."

Burada ifade buyrulan "Hak" geniş ve muhtevalı bir mana taşımaktadır. Onu, Rabbimizin "el-Hakk" ism-i şerifiyle irtibatlandırdığımızda Yüce Mevlâ'nın Rubûbiyyet ve Uluhiyyet hakkının gereği olan O'na saygıda ve tâzimde kusur etmek, verdiği nimetleri önemsememek ve nimetleri israf etmek şeklinde anlaşılabileceği gibi insanların ve tüm canlıların hakkını önemsemeyip hafife almak şeklinde de düşünülebilir. Bunlara ilave olarak kişinin, kendisini üstün ve değerli; diğer insanları ise küçük ve değersiz görmesi de kibrin bir başka özelliğidir. O halde, kişinin sahip olduğu mâlî imkanları kendisi ve yakınları için meşru manada harcaması ne israftır ne de kibir alâmetidir denilebilir. Nitekim aktaracağımız bir başka Asr-ı Saadet hatırası bize bu hususta güzel bir ölçü vermektedir:

Mâlik b. Nadle isimli sahabi, malı mülkü olan biridir... Ancak giyim-kuşamına özen göstermediği anlaşılmaktadır. Kendisinin, Peygamber Efendimiz (sav) tarafından bu konuda uyarılmasını şöyle anlatmaktadır bizlere… "Pejmürde bir kıyafetle Hz. Peygamber'in yanına gitmiştim. Resûlullah (sav) bana: "Senin malın mülkün var mı?" diye sordu. Ben de "Evet var, Yâ Resulallah" diye cevap verdim. "Ne gibi malların var?" diye tekrar sordu. Ben de "Allah, bana deve, koyun, at sürüleri ve hizmetçiler ihsan etmiştir." dedim. "Eğer Allah sana mal-mülk ihsan etmişse, Allah'ın nimetinin ve ikramının eseri, senin üzerinde (kılık kıyafetinde) görünmelidir." diye buyurdu…

İki Asr-ı Saadet hatırasıyla aktarmaya çalıştığımız hadis-i şeriflerin meâllerinden, nimetleri kullanmadaki serbestliği sınırlayan tek şeyin kibir ve israf olduğu görülmektedir. Nitekim Sevgili Peygamberimizin (sav) "Kibre düşmeden ve israfa kaçmadan dilediğinizce yiyin, sadaka verin ve giyinin." anlamındaki uyarısı, şu âyette de güçlü bir şekilde vurgulanmaktadır: "Ey Âdemoğulları! Mescide her gidişinizde güzel elbiselerinizi giyin, yiyin, için fakat israf etmeyin. Çünkü O (Allah) israf edenleri sevmez."

Bu ayetten de anlaşılan şudur: Kullarına güzel giysiler bahşeden Allah Teâlâ, onları giyinerek dış görünümü güzel bir hale gelerek mescidlerde namazlar kılmayı ve secdelerde bulunmayı emretmekte, ama sevgisini ne giyim kuşamda ne yiyip içmede sadece israf etmeyenlere lûtf etmektedir. Aslında O'nun özel bir lütuf ve ikram olarak bahşettiği sadece sevgisi değildir… İsraf etmeme davranışını kendisine düstur edinen kullar, aynı zamanda nimetin ziyadeleşmesine de muhatap olacaklardır. Çünkü bu konuda Allah'ın vaadi bir müjdeyi de beraberinde getirmektedir: "Eğer şükrederseniz, elbette ben de size verdiğim nimetleri arttırırım…" (İbrahim, 7) Bu âyet, nankörlüğü değil, şükretmeyi; israfı değil, tutumlu olmayı önemseyen ve müsrif davranmayan, haddini aşmayan kula, Rabbinden bir müjdedir.

Nimetlerin farkında olmanın aynı zamanda şükreden bir kul olmaya; şükreden biri olmanın kadir kıymet bilmeye; bu özellik de insanın hem kendi kadrini ve haddini bilmeye vesile olacağını söylemek mümkündür. İşte Son Nebi (sav) Efendimiz, aslında ümmetinin bu özelliklerle donanmasını istemekteydi… Zira o, ahiret hayatının güzelliklerine nâil olmak için mahşer günü hesabının farkında olunmasını, sık sık vurguladığı hadisleriyle ümmetine hatırlatmıştı. Konuyla ilgili bir hatırayla sözlerimizi tamamlamak isteriz…

Bir gün, cömert bir sahabi olan Ebu'l-Heysem'in bahçesinde kendisine ikram edilen hurmalardan yiyip, bir kuyudan çekilen tatlı ve serin sudan içtikten sonra Peygamberimiz (sav), beraberindeki Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer'e şu hatırlatmada bulunmuştu: "Canımı elinde tutan Rabbime yemin ederim ki, bunlar kıyamet gününde kendisi hakkında hesaba çekileceğiniz nimetlerdendir: Serin bir gölgelik, güzel bir hurma ve serin bir su!"

Bu sözleriyle Resul-i Ekrem (sav) Efendimiz, hem nimetlerin hesabını hatırlatıyor hem de her nimetin kadrini bilmenin gereğini bildiriyordu. Zira bu nimetlerin kadir ve kıymetini bilmemek, nimeti verene karşı bir saygısızlık; aynı zamanda bir nankörlük ve şükürsüzlüktü… Halbuki insan şükretmekle yükümlüydü… Eğer buna yanaşmazsa, kaydığı nokta, haddini aşmak ve israfa düşmek şeklinde gerçekleşecekti. Halbuki, "İnsanoğlu kıyamet günü Rabbi katında beş şeyden hesaba çekilmedikçe ayakları hiçbir yere hareket edemeyecektir. Ömrünü hangi yolda tükettiğinden, gençliğini hangi uğurda yıprattığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından ve öğrendiği bilgilerle nasıl amel ettiğinden." buyuran Sevgili Peygamberimiz (sav) dikkat edilirse bu ifadelerde mahşer günü hesabının temelinde israf konusunun olduğuna dikkat çekmekteydi…

Son sözlerimiz, onun son derece manidar ve önemsenmesi gereken bir hadis-i şerifi olsun:

"Şu beş şey, başına gelmeden önce, beş şeyin değerini iyi bilmelisin: Ölümünden önce hayatının, meşguliyetinden önce boş zamanının, fakirliğinden önce zenginliğinin, ihtiyarlığından önce gençliğinin ve hastalığından önce sağlığının."

Sağlık ve esenlik dolu bir hafta geçirmeniz dileğiyle…

Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN