Arama

İsmail Güleç
Kasım 18, 2020
Aşı neden bir üniversitede bulunmadı?

Malum, neredeyse bir yıldan beri Covid19 ile yatıp kalkıyoruz. Ne olacağını bilmediğimiz bir dönem içindeyiz. Korktuk, evlere kapandık. Sonra biraz rahatlar gibi olduk, gevşedik. Sonra yeniden korkmaya başladık. Ancak bu seferki korkunun yanında ümit de vardı. Aşı çalışmaları ile ilgili ümit verici haberler gelmeye başlayınca sevindik ve ümitlendik.

Dikkat ettiniz mi, bilmiyorum, aşıyı bulduğunu söyleyenler hep ilaç firmaları oldu. Önce Pfizer ve kurucuları Uğur Şahin ile Özlem Türeci adında iki Türk olan BioNTec'in geliştirdiği ve yüzde 90 oranında koruma sağladığı belirtilen aşının ardından bir aşıdan daha umutlandıran haber geldi. ABD'li biyoteknoloji şirketi Moderna, ilk verilere göre koronavirüs aşısının yaklaşık yüzde 95 oranında koruma sağladığını duyurdu. Ülkemizden de müjdeli haberi bekliyoruz.

Aşı neden bir üniversitede geliştirilmedi?

Sadece aşı değil, diğer sektörlerde de durum farklı değil. Meşhur araba firmalarının Formula 1 takımları için geliştirdiği sistemler, NASA'daki uzay çalışmaları, savunma sanayi şirketlerinin geliştirdiği silahlar, iletişim ve bilişim sektörünün önde gelen yazılım geliştiren şirketleri ve hayatımızı ilgilendiren daha birçok şey, hep üniversite dışındaki ortamlarda geliştirildi. 2012 yılında, üniversitelerin ABD Patent Enstitüsü'nden aldığı patent oranı %2 civarında idi. Sonraki yıllarda da bu oran pek değişmedi.

Bu durum size ne söylüyor?

Eskiden de böyleydi

İslam dünyasında ilk bilim ve araştırma merkezleri Maveraünnehir'de kuruldu. Matematik ve fizik rasathanelerde ve tıp dârüşşifa veya bimarhanelerde, hukuk da medreselerde öğretiliyordu. Gökbilim, tıp ve madencilik devrin en önemli araştırma alanlarıydı. Bilim adamlarının büyük bir kısmı aynı zamanda hakîm, yani filozof idiler ve din konusunda da bilgi sahibi idiler. İslam dünyasındaki bilim ve felsefenin öğretildiği yerler Batı'dan biraz farklı idi. Dolayısı ile bir karşılaştırma yapmak sağlıklı olmaz.

İlk üniversite XII. asrın ikinci yarısında Bologna'da kuruldu. Onu Paris Üniversitesi takip etti ve sonraki yüzyılda Avrupa'nın belli başlı merkezlerinde üniversiteler kurulmaya başlandı. Ama hiçbiri devrin bilimsel gelişmelerinin merkezi değildi.

XVI. asırdan itibaren herhangi bir üniversitede hoca olmayan bilim adamları ortaya çıkmaya başladı ve daha sonraki yıllara damgasını vuracak ve gidişatın seyrini değiştirecek buluşlar yaptı. Modern bilim üniversitelerin dışındaki akademi, müze, botanik ve hayvanat bahçeleri gibi yerlerde çalışan meraklı ve ilgili bilim adamları tarafından geliştirildi. Kopernik'in güneş merkezli evren görüşünü ortaya attığı 1543'ten Newton'un teorisini açıkladığı 1687'ye kadar geçen 144 yıllık dönem modern bilimin doğuşunun gerçekleştiği dönem olarak kabul edilir. Ayrıca Alman aydınlanması olarak bilinen ve felsefenin antik Yunan'dan sonra ikinci altın çağı olarak kabul edilen 18. Asır filozoflarını da unutmamak gerekir.

Bilim üniversiteye giriyor

1765'te gerçekleşen I. Endüstri Devrimi bu bilimsel çalışmaları tetikledi. 19. Yüzyıla gelindiğinde tecrübi bilgi ile teorik-modern bilim birleşerek teknolojiye dönüştü. Bu dönüşüme üniversiteler kayıtsız kalmadı ve bu dönüşüm yeni bir üniversite modeli ortaya çıkardı: Humboldt Üniversitesi.

XIX. yüzyılın ilk çeyreğinde bile bilim akademileri üniversitelerden daha fazla bilimsel araştırma yapılan yerlerdi. Darwin, Marx ve Pasteur gibi filozof ve bilim adamlarının herhangi bir üniversite ile ilgisi ve bağı yoktu. Buhar makinesini geliştirerek Sanayi Devrimi'ni başlatan James Watt icadını kendi imalathânesinde gerçekleştirmişti.

ABD ve şirketleşen üniversiteler

XIX. asır Alman üniversiteleri araştırmaları üniversiteye sokmaya çalıştı. Ama ABD üniversiteleri II. Dünya savaşından sonra tekrar çıkardı.

II. Dünya Savaşı ve ardından soğuk savaş yıllarında ABD hükümetleri, üniversitelerin kendilerini güçlendiren ve üstünlük sağlayan atom bombası, radar ve geliştirilmiş denizaltı silahları ve penisilin gibi önemli bilimsel keşifleri yapmasıyla çok destekledi. 1970'lerde özellikle ABD'de üniversiteler, Hewlett Packard, Dell, Intel, Sun Microsystems gibi temelleri teknolojiye dayanan yeni firmaların beşiği haline geldi. Bu aynı zamanda ABD üniversitelerini eskisinden farklı bir kurum haline dönüştürdü. ABD üniversiteleri artık klasik üniversite değildi.

Soğuk Savaş döneminin bitmesinin ardından araştırmalar özel sektöre geçmeye başladı. Uluslararası şirketler hiçbir üniversitenin sahip olmadığı teknik donanıma sahip oldular ve hiçbir üniversitenin araştırmacılara sağlayamadığı desteği sağlamaya başladı. Bugün gelişmiş ülkelerde araştırmaların finansının %60-70 arası özel sektör tarafından sağlanması, araştırmaları üniversitelerden şirketlerin ar-ge merkezlerine kaydığını gösteriyor.

Bunları söylerken üniversiteler araştırma görevini bıraktığını söylemiyorum. Söylemeye çalıştığım şey;

  1. Araştırma bütçeleri o kadar arttı ki artık üniversitelerin gücü yetmiyor.
  2. Teknoloji temelli uluslararası şirketler de birer üniversite gibi araştırmalar yapıp araştırmacılar yetiştiriyor.
  3. Araştırma yapmak için en az bütçe kadar önemli olan bir diğer unsur araştırmacılar. Üniversiteler nitelikli, iyi yetişmiş mezunları ile bu şirketlerin ar-gelerini desteklemeli.

Bizde de durum farklı değil

Ülkemizde de durum aslında pek farklı değil. güçlü sektörlerdeki firmaların araştırma geliştirme merkezlerindeki imkanlar üniversitelerimizde yok. Son yıllardaki gelişmeler, özel sektörün henüz %46 seviyelerinde olan ar-ge harcamalarının yakın gelecekte %60 ve üzerine çıkacağını gösteriyor.

Üniversitelerin araştırma yapma imkanları kısıtlı iken tüm üniversitelerden böyle araştırmalar beklemek haksızlık olur. YÖK de bu gerçeğin farkında olduğu için, içlerinden araştırma yapmaya müsait olduğunu düşündüğü on üniversiteyi belli kriterlere göre seçip desteklemeye başladı. TÜBİTAK ise, üniversitelerin veremediği desteği araştırmacıları vermeye çalışıyor. Kimi kamu kurumları ihtiyaçları olan alanlarda araştırmacıları destekliyor.

Bu destekler çok önemli ama maalesef sadece bu desteklerle dünyayı yakalamamız güç. Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi merkezi bütçenin en az %3'ünü ar-ge çalışmalarına ayırdığımızda bizi sevindirecek daha çok haber alacağız.

Bu rekabetçi ortamda işimiz kolay değil. Normalin üzerinde zekaya sahip olmayanların araştırmacı olamayacağı bir sistem kurmaktan başka çaremiz yok. Çünkü bu işler sıradan zekâ sahipleri ile yapılacak işler değil. ABD ülkesinde yeterince bulamadığı için zeki insanları transfer edip duruyor.

Tekrar başa döndük. Günümüzde de üniversitelerin birinci derecede görevi mesleki bilgileri yeterli aydın bireyler yetiştirmek oldu. Unutmayalım, nitelikli eğitim olmadan ne araştırmacı yetişir ne de araştırma yapılır.

İsmail Güleç

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN