Arama

İsmail Güleç
Ekim 26, 2020

Mim Kemal Öke'yi biz akademisyen olarak tanıdık önce. Musul, Irak, Filistin ve Ermeni sorunları ile Türkiye ve Türk kimliği üzerine yazdığı kitaplarla onu tarihçi ve uluslararası ilişkiler uzmanı olarak biliyorduk. Son on yıl içinde akademisyenlik dışında, tasavvufa olan ilgisini daha belirgin kılacak işlerle de meşgul olmaya başladı. Televizyon programları, seminerler derken geçen sene bir filmde başrol oyuncusu olarak izledik kendisini. Ve bu sene de bir roman yazarı olarak karşımıza çıktı.

TURGUT REİS KİM?

Osmanlı kaynaklarında Turgutça, Avrupa literatüründe Dragut şeklinde tanınmış, İslâm dünyasında "Seyfü'l-İslâm / İslâm'ın kılıcı" gibi sıfatlarla anılan büyük bir denizci komutandan bahsediyoruz.

Dragut, Dragon ve Turgut birleşmesinden oluşan korku salan Turgut gibi anlama da geldiği düşünülür ama ben Dragut'un, Turgut'un İtalyan ve İspanyollar tarafından telaffuzu olduğunu düşünenlerdenim. Fakat diğer anlamını, sonradan yakıştırıldığını düşünsem de doğrusu daha ilgi çekici buluyorum.

Şüphesiz kitaptaki Turgut Reis ile tarih kitaplarındaki Turgut Reis aynı değil. Mim Kemal Öke, hayatı boyunca okuduğu ve topladığı kitaplar ile şahsi tecrübe ve hissiyatını meczederek bize yeni bir Turgut Reis portresi çiziyor. Dolayısıyla kitap ile tarih kitaplarını karşılaştırıp "gemi sayısı şu kadardı, beylerbeyi olmak istedi, ablasının oğlunun adı İsa idi, amcasının oğlu da vardı yanında" gibi bilgileri söyleyerek kitabı eleştirmenin bir anlamı yok. Kanaatimce Öke, kitabı, tarih yönünden eleştirmeyi düşünenlerden daha fazla Turgut Reis'e dair kitap okumuştur. Dolayısıyla Öke'nin yaptığı başka bir şey. Kitaptaki Turgut Reis'in, yazarın Turgut Reis'i olduğunu bir kez daha hatırlatarak bu tip bir tartışmanın anlamsız olduğunu belirtmiş olayım.

ASİL KORSAN

Mim Kemal Öke, kitabında Turgut Reis'i bize örnek bir insan ve komutan olarak sunuyor. Bunu yaparken korsan kavramına ayrı bir anlam yüklüyor. Bildiğiniz gibi korsan, olumsuz anlamı olan bir unvan. Öke, bu kelimenin anlamını olumlu hale getiriyor kitabında.

Kitapta anlatılan Turgut Reis'in korsanlığı, Batı edebiyatında "Soylu eşkıya" olarak bilinen, yasalara göre suç işleyen ancak yapılış amacı ve şekli ulvi bir gayeye hizmet ettiği için âdeta kutsanan ve idealleştirilen bir kahraman tipi. O, Robin Hood'un karada yaptığını Akdeniz'de yapan, Karayip Korsanları ile uzaktan yakından ilgisi olmayan asil korsan örneği.

DERVİŞ KORSAN

Öke'nin yaptığı ikinci temel anlam değişikliği, korsanlığı, bir dervişlik hikâyesine benzetmesi. Ona göre, sülûkunu tamamlamayan, kemâle ermeyen, nefis düşmanını yenemeyen, gerçek bir korsan reisi olamaz.

Turgut Reis'in de böyle bir serüveni var. Denizlere açılmadan önce onu bulup yetiştiren ve âdeta hazırlayan kimsenin yakından tanımadığı Eren Dede adında, bir gazi derviş. Babasından çok sevdiği Eren Dede'yi öldüren şövalyeleri Akdeniz'den temizlemek ise Turgut Reis'in biricik gayesi. Kitap, bir tarafta Turgut Reis'in gayesine ulaşmak için verdiği mücadeleyi anlatırken diğer tarafta onun olgunlaşmasını, en büyük savaşın nefisle yapılan savaş olduğunu öğrenmesini anlatıyor. Leventlik ile dervişlik arasında bir ilişki kuruyor doğal olarak. Yeniçerilerin Hacı Bektaş Veli gibi bir pîri olduğu gibi korsanların da bir pîri olması gerektiğini vurguluyor. Bu haliyle de Turgut Reis'in hem Akdeniz'in hem de içindeki deryaların dalgalı sularında yaptığı yolculukların hikâyesi.

Onu himayesine alan ve yetiştiren ilk mürşidi Eren Dede idi. İkinci mürşidi, zorda kaldığında Turgut Reis'i kurtaran ve hep yardım eden Esmer Sultan olarak şöhret bulmuş Arusî şeyhi Abdüsselâm el-Esmer el-Feytûrî (ö. 1574). Akdeniz'de Batılılara karşı Mağrib'i savunmak için verilen mücadelenin anlatıldığı romanda, Şazeli'nin Kuzey Afrika'da neşet eden kollarından biri olan bir Arusi şeyhinin olmasından daha normal bir şey olmazdı.

MUHİBB-İ EHL-İ BEYT TURGUT REİS

Kitap, âdeta Bektâşî simgeleri olan nesneler ve isimler üzerinden devam ediyor. Her şeyden önce Turgut Reis'in üç sevgilisinin, deniz kızı, gemisi ve eşinin adı Fatıma. Daha çocukken gördüğü ve daha sonra gemisine asacağı simge pençe-i Al-i Aba. Eren Dede'den miras kalan kılıcın adı Zülfikar. Esir iken hücrede kendisine verilen emanet teslim taşı. Haydar-ı Kerrârlığın sırrının Türkte olması gibi satır aralarında Bektâşiliği anıştıracak cümleler de var. Ancak Bektâşilikle ilgili bu kadar sembol ve isim geçtiği halde doğrudan Bektâşilikle ilgili bir olay veya kahraman olmaması dikkat çekici.

TASAVVUFİ KAVRAMLAR GEÇİDİ

Öke, tasavvufa dair simgelerden ve sözlerden sıkça yararlanmış romanında. Gemilerin b harfinin yazılmasına benzetilmesi ve noktasının sahilde bırakılması mesela. Kitaptaki kahramanların ağzından dökülen kimi repliklerin ilâhilerden alınması, Hz. Peygamber'in sözlerine ve hayatına dolaylı veya doğrudan göndermelerin olması, tayy-ı mekân, kerâmetler ve en önemlisi ara başlıklar; "Zikir, letaif noktalarını diriltir.", "Âlem-i cemâlin vardır demi", "Hakk âşıklarının eğlencesi tevhiddir, zikrullahtır.", "nefsini binek haline getir ki gafil avlanmayasın", "zahirimiz huzur-ı hümâyunda, batınımız huzur-ı İlâhi'de", "huyumuz Hu'dandır, celali de giyer cemali de" ve daha birçok başlık daha. Bir kişi sadece bu ara başlıkları okusa metnin tasavvufi bir eser olduğunu düşünür.

BİAT'IN KİME OLMASI GEREKTİĞİNİ ANLATIYOR

Romana ismini de veren biat yani kul olmak kitaptaki en önemli kavram. Bir bağlanma ve hürriyeti teslim etme anlamına geldiği düşünülen biatın anlamını değiştirerek özgürlüğün reçetesi olarak sunuyor bize. Turgut Reis'in biatı kula yapılanlardan değil. Onun, kulu olacağı sultan maddenin değil, mananın sultanı olmalıydı. Ve bu gerçek biatın şartı, gönülden yapılmış olmasıdır. Bu biatta alacak-verecek bir şey yoktur, hiçbir karşılık beklemeden tüm varlığıyla kendini feda etmekten geçer.

Türkçesi ile ilgili dikkatimi çeken iki konuyu dile getirmeliyim. İlki özellikle denizcilikle ilgili bilmediğim çok sayıda kelime öğreniyoruz. İkincisi ise bazı konuşmalarda ergenlerin kendi aralarında kullandıklarına benzer cümlelerin olması. Bu metnin akışını bozuyor, kullanıldığı yerde de eğreti duruyor. Öğretme ve kimi tasavvufî kavramları açıklama kaygısı ile öğretici metne dönüştüğü kısımları romanın akışını yavaşlatıyor.

Öke'nin Biât adını verdiği romanını yazarken aklında olmadığını sandığım bir tevâfuk ile karşılaştı kitap. Bir yıldan beri ülkemizde, Türkiye'nin Kuzey Afrika, özellikle Libya'ya yaptığı askeri yardımlar tartışılıyordu. Bu kitap, Türk ordusunun Libya'da neden bulunması gerektiğini bir başka açıdan izah ederek tartışmaya katılmış oldu. Yazarın bir uluslararası ilişkiler uzmanı olduğunu düşündüğümüzde aklımıza doğal olarak bu konu da geliyor.

Roman bu haliyle biraz tarih, biraz da tasavvuf öğretmek için yazılmış. Akdeniz'i, korsanlığı, Turgut Reis'i ve tasavvufu merak ediyorsanız bu romanı okumalısınız.

İsmail Güleç

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN