Arama

Ekrem Demirli
Ağustos 16, 2018
İslam düşüncesinin en genel tasnifi: "Kitabı Sahada Yazanlar" (I)

İslam'ın Hicaz'dan Doğu Akdeniz'e yayılmasıyla tarihte eşine az rastlanır bir hareketlilik ortaya çıktı. Tarihi, askeri ve siyasi gelişmeler ekseninde okuma itiyadındaki bir Müslüman için hareketlilik İslam'ın hakiki bir özne olarak Doğu Akdeniz'e yerleşme sürecinin tabii bir neticesi olabilir. İslam'ın askeri ve siyasi açıdan galip bir şekilde girdiği bölgelerdeki serüveni bir "fütuhat" sürecinden ibaret gelir birçok insana. İslam Hicaz'daki teşekkül sürecini tamamlamasının ardından kısa zamanda bölgeye yayılmış, Suriye-Irak fethedilmiş, ardından farklı kültürlerin varisi olan geniş bir coğrafya İslam hakimiyetine girmişti. Hz. Ömer Müslümanların Dicle ve Fırat'ın arasında kalmasını istiyordu. İranlıların saldırgan tutumu Müslümanları İran'ı fethe icbar etti; bazı komutanların ısrarıyla da Mısır fethedildi. Müslümanlar bu süreçte askeri açıdan güçlü olsalar bile yerleştikleri yerlerdeki kültürel ve dini gelenekler kısa sürede bir meydan okumaya dönüştü. Kılıçla girilen şehirlerde İslam ciddi dirençlerle karşılaştı; şehirleri süratle ele geçirmek İslam'ın da aynı süratle yayıldığı anlamına gelmiyordu. Ümmi cemaatin okur-yazar toplumlarla karşılaşması İslam'da da ciddi kırılmalar ve bölünmeler ortaya çıkaracak, Müslüman entelektüeller uzun süreli krizlere girecekti. İlk asırlarda kaleme alınan kelam ve mezhepler tarihi kitaplarında bölgenin kültürel canlılığı kadar Müslümanların bu düşünce krizine de şahit oluruz.

İslam'ın karşılaştığı okur-yazar toplumlardan gelen 'şehirli' bir meydan okumaydı. İslam bu meydan okumayı şehirler inşa ederek cevap verdi. Müslümanlar çevrelerindeki şehirlerin kapılarını kılıçlarla açarken yeni bölgelere yerleşmek ve şehirler kurmak kalem ve bilgi sayesinde mümkün olabildi. Bu süreçte dikkatimizi çeken en önemli hadiselerden birisi Müslüman cemaatin 'ümmi' ve bedavet karakterinden gelen sahicilik ve istiğnanın erken dönem İslam düşüncesinin karakterini belirlemiş olmasıydı. Belki bu evrede düşünce hayatının en özgün taraflarından birisi budur: sahicilik ve hakikilik! Bir Müslümanın ahlaki hayatındaki temel ilke olan ihlas ve samimiyet, bilim ve düşünce hayatını şekillendirmeye başlayınca evrensel eserler ortaya çıkabildi.

SAHADA KİTABI YAZANLAR

Erken dönem İslam düşüncesinin ana karakteri düşünce ile hayat arasında kurulan sağlam irtibatta kendini gösterir. Hayatın hemen her alanında muazzam bir dinamizm ortaya çıkarken Müslümanların düşünce hayatı kelimenin tam anlamıyla sahada ve gerçek şartlar altında şekillenen bir düşünce hayatı haline gelmişti. Bu meyanda düşünce hayatını şekillendiren ekollerin hemen hepsi 'sahada' emek harcayan kimselerdi. Önce dilciler sahada idi. İslam düşüncesinin tedvin sürecinde en önemli işi üstlenenlerin başında dilciler gelir. Erken dönemde farklı dil okulları oluşmuş, teoriler geliştirilmiş, ilahi metnin taşıyıcısı olan dil sistematik yapıya kavuşturulmuştu. Dilciler için Arapça mantık veya yöntem demekti. Dilciler ile mantıkçılar-felsefeciler arasındaki görüş ayrılıklarında dilcilerin günümüzde bile anlamını koruyan iddialarına şahit oluruz. Dilciler bölgeleri dolaşarak bedevi kabilelerden kelimeler, şiirler, söyleyişler derlemiş, Arap dilini tedvin etmişlerdi. Bu sayede dil bilimleri, din bilimleri için usul ve yöntem için referans haline gelerek 'beyan' alanını inşa etti. Bu meyanda söz gelişi Mutezile bir dilbilim hareketi şeklinde gelişmiş, ilahi vahyi 'dilin imkanları' içinde anlamaya odaklanmıştı.

İslam düşünce ve bilimlerinin şekillenmesinde önemli bir role sahip hadisçiler sahada idi: "İlim uğruna yolculuk" denilince akla hadis uğruna yapılan yolculuklar gelir. Hadisçiler bölgeler dolaşarak güç şartlar altında hadisleri derlediler. Müslüman olan bölgeler için hadislerin tespiti büyük ehemmiyet taşıyordu. Çünkü Müslümanlaşan toplumlar töreleriyle ve gelenekleriyle birlikte Müslüman oluyor, bu törelerin hadisleri ve sünneti kendine katması en muhtemel tehlike haline geliyordu. Büyük alimler hadisleri derlemekle kalmadı; Müslüman toplumların töreleri, gelenekleri, dilleri karşısında dinin ikinci kaynağı olan sünneti muhafaza ederek Müslüman kimliği muhafaza ettiler.

Hiç kuşkusuz kelamcılar sahada idi: Kelamcıların muhatapları yaşayan insanlardı ve onlar bir düşünceye atıf yaparken yaşayan insanların düşüncelerine atıf yapıyorlardı. Başka bir anlatımla kelamcılar aynı şehri paylaştıkları insanlarla tartışırken kelam ilmi şekilleniyordu. Bir kelam kitabında 'birisi dedi ki' diye bir inanç aktarılır da kelam bilgini onu çürütmeye çalışırsa, biliriz ki, o düşüncenin sahibi oralarda yaşayan biridir. Bu itibarla İslam çevresindeki Hristiyan, Zerdüşt gibi pek çok inanç ve dine göre İslam'ı savunarak Müslümanların Doğu Akdeniz'e yerleşmesine hizmet etti. Fakihler sahada idi: İslam hukuku çevresindeki örf ve hukuklarla mücadele ederek bulunduğu toplumda vahiy merkezli bir hukuk getirmeye çalıştı. Sufiler ve zahitler sahada idi. Onlar bazen şehri terk ederek bazen şehir içinde şehri reddederek sahada kaldılar. İslam düşüncesinin ilk büyük evresi böyle şekillendi. Herkes sahada idi ve herkes yaşayan hayat içinde bir düşünce ve tecrübe arıyordu.

Bu itibarla İslam'da düşünce ve bilim tarihinin birinci evresini 'sahada kitap' yazanlar olarak tespit edebiliriz. Bunun ardından gelen süreci ise ikinci yazıda ele alacağız.

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN