Arama

Ekrem Demirli
Haziran 22, 2018

Ortaöğrenim yıllarında Üsküdar'da gidebildiğimiz birkaç kütüphanenin varlığını hatırlarım: Çinili camii külliyesi civarındaki Çinili Kütüphanesi, Selimiye ve Şemsi Paşa kütüphaneleri! Üsküdar civarında birkaç kütüphane daha vardı fakat gerek kalmıyordu onlara gitmeye. Haddi zatında kütüphaneye gitmemizin sebebi de araştırma yapmak veya ödev hazırlamak veya bulamadığımız bir kitaba ulaşmak değildi; daha çok bir alışkanlık kazanmak, bunun yanı sıra rahat bir ortamda ders çalışmak istiyorduk. Kütüphane üyeliği de revaçtaydı; kitap temin etmenin nispeten güç olduğu yıllarda kütüphane üyeliği, bir kütüphanenin üyelik kartını taşımak ve ödünç kitap almak tavsiye edilen işlerdendi. Zamanla İstanbul'daki öteki kütüphaneleri tanıma fırsatı bulduk. Taksim Atatürk Kitaplığı ile İSAM Kütüphanesi İstanbul'un güzide kütüphaneleri olarak aşina olduklarımız idi. Süleymaniye Kütüphanesi ise yazma eserlerle temayüz etmiş, akademik çalışmalarda gittiğimiz en önemli kütüphaneydi.

Son yıllarda İstanbul'da birçok hayırlı iş yapılmasına rağmen kütüphane sayısının nüfusla paralel bir şekilde artmamış olması bir talihsizlikti. İslâm'ın yeryüzündeki en önemli medeniyet şehrinin daha derin bir kitap ve kültür hayatına ev sahipliği yapıyor olması gerekirdi. Bu büyük sorunun 'kıraathane/okuma evi' bahsiyle gündeme gelmesi okur-yazar herkes için memnuniyet verici olduğu kadar geçmişteki eksikliğin telafisi için umut verici teşebbüstür. Bununla birlikte ülkedeki okuma-yazma sorununun kütüphane veya kıraathane-okuma evleri açmakla bitmeyeceğini akılda tutmak gerekir. Üstelik bu alanda ihtiyacın tam olarak ne olduğunu da tespit etmek gerekir.

'Kütüphane' tabiri insanda iyi duygular oluşturan bir ifade: bilim ve düşüncenin muhtelif alanlarına dair birçok eserin bir arada bulunduğu ve talebenin araştırmalar yapmak, okumak, yazmak maksadıyla istifade ettiği bir bilim merkezidir kütüphane. İnsan kütüphaneye gittiğinde önce moral bozukluğu yaşar: bunca kitap okunabilir mi? Elbette okunamaz ve hiç kimse onca kitabı okumuş değildir. Kütüphanelerin ilk görevlerinden biri herhalde budur: insana büyük bir dünyanın varlığını haber vererek bir yandan onu bilime teşvik ederken öte yandan binlerce insanın birikimiyle teşekkül etmiş evrensel mirasa hürmet duygusu temin etmek. Bu hürmet duygusuyla birlikte talebe o dünyanın bir parçası haline gelebilmek için emek sarf eder; veya daha çok da gerisin geri döner. Kütüphaneler bu büyük dünyanın muteber bir parçası haline gelebilmeye katkı sağlayan en önemli kurumlardan biridir. Türkiye'de de en azından kütüphanelerin bir kısmı bu görevi yerine getirirler. Lakin şimdilerde konuşulan böyle bir kütüphane değildir ve olmamalıdır. Çünkü kütüphanelerin fonksiyonu istisnai olarak bilimsel araştırma yapmaya yöneliktir. Türkiye'de ise kütüphaneler daha çok okuma-evleri, özellikle talebeler için ders çalışma mekanlarıdır. Kütüphanelerdeki kaba bir gözlem şu tespiti doğrular: Talebeler için kütüphane daha çok ders çalışmaya uygun bir mekândır. Bu nedenle kıraathane veya okuma evlerinin ciddi bir ihtiyaç olduğunu söylemek gerekir.

BÜYÜK KÜTÜPHANELER GEREKLİ MİDİR?

Her şehirde insanların araştırma yapabildiği ve her türdeki kitaba ulaşabildikleri yüz binlerce kitaptan müteşekkil büyük kütüphaneler gerçekten gerekli midir? Pek çok insan böyle bir soruya 'tabii ki gereklidir' diye cevap verebilir. Nitekim gelişmiş toplumlarda kütüphanelerin durumundan söz edenler hemen her yerde büyük kütüphanelerin bulunduğunu dile getirirler. Lakin sorunun cevabını verebilmek için uygulamaya ve ülkenin genel eğitim sistemi içinde kütüphanelerin yerine bakmak gerekir. Normal şartlarda kütüphane insanın kendi imkanlarıyla ulaşamayacağı sayıda ve türde kitapla iletişim kurabileceği bir mekandır. Ancak ülkemizdeki özellikle talebeler için kütüphaneler böyle bir işleve sahip yerler değildir. Onlar için kütüphaneler sınavlara hazırlanmak için kullanılan elverişli çalışma ortamlarıdır. Üniversitelerde sınavlar döneminde kütüphanelerde oluşan yoğunluk bunun delilidir; kütüphanelerde sınav dönemlerinde oturma yeri bulmak pek mümkün değildir. Üstelik talebeler kütüphanelerdeki eserlerden yararlanmak yerine daha çok ders notlarından yararlanırlar, ellerindeki malzemeyi kullanırlar. Binaenaleyh gerek orta gerek yüksek okullardaki talebeler için kütüphaneler, 'okuma evleridir.'

Ülkemizde kütüphaneler sorununu bu olguyu göz ardı ederek ele alamayız. Her şeyden önce kütüphaneler veya okuma evleri çalışmaya imkan sağlayacak nitelikte olmalıdır. Böyle ortamlarda talebeler şehir yoğunluğunun yol açtığı dikkat dağınıklığına karşı sakin bir çalışma zemini bulacaklardır. Böyle bir ortam talebeye sadece çalışabileceği bir mekan hazırlamak demek değildir, eğitim faaliyetini okul dışına taşıyarak bilginin alanlarını artırmak demektir. Kütüphanelerin veya okuma evlerinin kitap sayısını değerlendirirken bu gerçeği akılda tutmak gerekir. Her şehirde yüz binlerce kitabın bulunduğu büyük kütüphanelerden bir veya iki tane gerekir; fakat okuma evlerini böyle düşünmek israftan başka bir netice vermez. Her mahalleye lazım olan okuma evleri az sayıda kitaptan oluşmalıdır. Bu kitaplar ise ansiklopediler, sözlükler, tarih, edebiyat, bilim ve felsefenin çeşitli alanlarından seçilen temel ve genel içerikli eserler olmalıdır. Bilmek gerekir ki bir kütüphanede kitap sayısının tek başına bir değeri yok; bir kütüphanede insanların sayfalarını hiç çevirmediği binlerce kitap sadece bir yük olarak bulunur. Esas mesele insanları araştırmaya sevk edebilecek bir eğitim ve öğretim tarzının hayata geçirilmesidir. Türkiye'deki mevcut eğitim-öğrenim tarzı değişmediği sürece talebeler 'araştırma' maksadıyla kütüphanelere gitmeyecektir. Onlar için kütüphaneler, rahat çalışabildikleri sakin okuma evi olarak kalacaktır.

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN