Arama

Zekeriya Erdim
Ağustos 1, 2019
Marifet iltifata tabidir
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Bir ülkenin ve toplumun sosyal, kültürel, siyasal, ekonomik, bilimsel, teknolojik, askeri, diplomatik hayatı; birleşik kaplar gibidir. Su seviyesinin bütün kaplarda birlikte yükselip alçalması gibi, ilerleme yahut gerileme süreçleri de eş zamanlı olarak gelişir.

Türkiye'nin son yıllardaki hal ve gidişi de bu temel prensibe uygun seyrediyor. İçeride ve dışarıda imajı ve itibarı yükseldikçe, biraz daha büyük ve güçlü devlet haline geldikçe, cazibe katsayısı da yükseliyor.

Bunun önemli işaretlerinden biri; dünyanın saygın üniversitelerinde yahut araştırma merkezlerinde çok iyi şartlarda görev yapan Türk bilim adamlarının, "yurda dönüş" eğilimi içine girmeleri. Artık kendi vatanlarında çalışmaya ve kendi milletleri için katma değer üretiminde bulunmaya karar vermeleri.

Son iki yıl içinde, kendi alanında uluslararası düzeyde üne sahip 150 bilim adamımız, kurulu düzenini bozup Türkiye'ye gelmiş. Anlaşılan o ki; daha çok Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi gibi gelişmiş yahut itibarlı kurumlar tercih edilmiş.

Ayrıca, üniversite yönetimlerinin özel girişimlerinin de etkili olduğu anlaşılıyor. Derelerin denizlere aktığı gibi, bilim adamları da daha çok ilgi ve destek görecekleri akademik ortamlara ve araştırma merkezlerine bakıyor.

Her birisinin, gerçekleştirmek istedikleri güzel hayalleri ya da projeleri var. Başta ülkemizin ve toplumumuzun, dünyamızın ve insanlık aleminin öncelikli ve önemli ihtiyaçları olmak üzere; çeşitli alanlarda ve konularda araştırmalar yapmak, nitelikli bilim adamları yetiştirmek istiyorlar.

İşte bu noktada, bir gerçeğin daha altının çizilmesi gerekir. Gerek içerideki bilimsel araştırma ve geliştirme çalışmalarında, gerekse sözünü ettiğimiz "yurda dönüş" kararlarında, TÜBİTAK projelerinin özel bir anlam ve değer taşıdığı bilinmelidir.

Son yıllarda, devlet bir yandan yüksek öğretim kurumlarının nitelik ve nicelik açısından gelişmesi için ciddi adımlar atarken; öte yandan, TÜBİTAK üzerinden, araştırma-geliştirme çalışmalarına da büyük yatırımlar yaptı. Yakın geçmişte, FETÖ sendromunun bu kurumlarda da sarsıcı yansımaları oldu ama artık Türkiye inşaallah tahribat sürecini geride bıraktı.

Şimdi, dengeleri kurma ve yaraları sarma zamanı. Herkese ve her şeye rağmen, büyüme ve gelişme seferberliğine girme zamanı.

Bu cümleden olmak üzere, 2018 yılında, bilimsel araştırma ve geliştirme alanında, önemli bir adım atıldı. TÜBİTAK üzerinden, "Uluslararası Lider Araştırmacılar Programı" başlatıldı.

Alanında üst düzey bilimsel veya teknolojik çalışmalar yapmış, dünyanın saygın üniversitelerinde ve araştırma merkezlerinde bulunarak uluslararası tecrübe kazanmış Türk bilim adamları, ana vatanlarına çağırılıyor. Kendilerine ve projelerine destek olmanın yanı sıra; eşlerine ve çocuklarına da bazı özel haklar ve imkanlar sağlanıyor.

Gene de muhtemelen ciddi fedakarlıkları göze alarak dönüş yapıyorlar. Geldikleri yerlere; yeni bir aşk, şevk ve heyecan katıyorlar.

Atalarımız boşuna dememişler; "Marifet iltifata tabidir, müşterisiz meta zayidir". Devlet ve toplum olarak, hayatın herhangi bir alanında ileri üretimler yapabilecek usta yahut uzman kişilere sahip çıkıp değer verirsek, destek olursak; sadece kendi vatandaşlarımız değil, başka milletlerden insanlar da gelir, kalır, hizmet verir.

Bu anlayış ve işleyiş, tüm sahalara ve sektörlere yayılarak uygulanmalıdır. Sabit değerlerimizi stratejik değerlere, potansiyel enerjimizi kinetik enerjiye dönüştürebilecek örnek, öncü, lider kişilere; hem huzur ve güven içinde yaşayabilecekleri, hem de hayallerini gerçekleştirme fırsatı bulabilecekleri ortamlar hazırlanmalıdır.

Ancak, çok yönlü sıçramaya ve lig atlamaya vesile olabilecek bu iş ya da yöneliş; sadece kamu kurumlarının ve kadrolarının iradesine, inisiyatifine bırakılmamalı. Bunun yanında, özel sektör ve sivil toplum çevreleri de sürece dahil olup aktif sorumluluklar almalı.

Hazır 2023, 2053, 2071 hedeflerinden söz ederken; devlet ve millet olarak, "kızıl elma"larımızı güncelleyip bir "seferberlik ruhu" içinde peşine düşsek ne has olur. Niyetin, gayretin, emeğin, yüreğin olduğu yere; Allah'ın rahmeti ve bereketi de gelir.

Bir yandan, kendi ayaklarımız üzerinde, daha dik ve sağlam dururuz. Öte yandan, başta kan ve din kardeşlerimiz olmak üzere, daha çok mazlumun ve mağdurun hamisi oluruz.

Dünyanın ve insanlık aleminin, kadim kültür ve medeniyet değerlerimizin yeniden ihyasına ve inşasına şiddetle ihtiyacı var. Görünen o ki, bizden başka hiçbir ülke ve toplum, kitlelere bu ümidi ve güveni vermiyorlar.

Kişisel, kurumsal, toplumsal olarak; kolları sıvayıp, "yeni bir dünya için" yollara çıkalım. Sert kayalıklardan süzülen tertemiz sular gibi, yaralı gönüllerin içine içine akalım.

Yeryüzünün tüm yaylaları, platoları diriliş ve direniş sürecine girip yeniden yeşersin. Öyle saksılara, seralara, tarlalara, ovalara öyle tohumlar atalım ki; mevsim bahar olup yaza döndüğünde, ekinimiz bire yedi yüz versin.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN