Arama

  • Anasayfa
  • Tarih
  • Davaları uğruna yolundan döndürülemez mücahitler

Davaları uğruna yolundan döndürülemez mücahitler

Bu coğrafya çok büyük direniş hareketlerine tanıklık etti. Müslüman halkların ve coğrafyaların işgale uğradığı anda tekkeleriyle, müritleriyle ayağa kalkan mücahit mürşitler, bu hakikatin en önemli delilidir. Bineğinin eğeri tahtı olan mücahit Abdülkadir El-Cezâirî, Şeyh Şamil, İzzettin el-Kassam; cihada adanmış bir hayat Ahmed Senûsî, İtalyanları durduran çöl aslanı Ömer Muhtar, Sokoto'da Osman bin Fudî direnişin akla gelen büyük isimleri… Hepsi var oldukları kadim topraklarda İslam'ın bayraktarlığını üstlenmişler ve sömürgecilere karşı durmuşlardı.

Davaları uğruna yolundan döndürülemez mücahitler
Yayınlanma Tarihi: 17.9.2018 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 17.09.2018 15:55

İSLÂM MÜCAHİDİ VE CEZAYİR EMÎRİ
Abdülkadir El-Cezâirî

İslâm mücahidi ve Cezayir emîri Abdülkadir El-Cezâirî, 6 Eylül 1808'de Batı Cezayir'de Maasker şehri civarındaki bir zâviyede doğdu. Çocukluğunda ve gençliğinde sağlam bir din eğitimi gördüğü gibi silâh kullanmayı ve ata binmeyi de öğrendi. 1827'de babasıyla birlikte Mekke'ye giderek hacı oldu. Yurda dönüşünden az sonra, 1830 Temmuzunda Fransızlar Cezayir'i işgal ettiler ve ülkedeki üç yüz yıllık Türk idaresine son verdiler. Yerli Arap ve Berberî kabileleri, yabancı hâkimiyetine karşı koymak maksadıyla Şeyh Muhyiddin'i sultan ilân etmek istediler; fakat o yaşlılığını ileri sürdü ve bu vazifeden oğlu lehine feragat etti. Abdülkadir, Fas sultanının hükümdarlık hakkını tanıyarak, 22 Kasım 1832'de "emîrü'l-mü'minîn" unvanını aldı. Fas Sultanı Abdurrahman'ın halifesi sıfatıyla Fransızlar'a ve onlarla iş birliğinde bulunanlara karşı mücadeleye başladı. Kahramanlığı ve zekâsı sayesinde yerli kabileleri etrafına topladı, nüfuzunu Batı ve Orta Cezayir'e kadar genişletti. Cebelilübnan'da patlak veren ve 1860 Temmuzu'nda Şam'a yayılan Dürzî İsyanı sırasında bizzat müdahalede bulunarak birçok hıristiyanı katliamdan kurtardı. 26 Mayıs 1883'te Şam'da öldü.

Abdülkadir cesur, akıllı ve dindar bir idareciydi. Fransızlar'la mücadelesinde askerlik kabiliyeti yanında siyasî maharetini de ispat etti. Gerektiğinde sert davranmakla beraber, adaleti gözetirdi ve mizaç itibariyle merhametliydi. O aynı zamanda iyi bir şair, değerli bir fikir adamıydı. Şiirleri Nüzhetü'l-hâtır fî karîzi'l-emîr Abdülkadir adı ile Kahire'de basılmış, felsefî mahiyette Zikrü'l-âkil ve tenbîhü'l-gafil adlı kitabının da Arapça aslı Beyrut'ta, Fransızca tercümesi 1858'de Paris'te neşredilmiştir.

İbnü'l-Arabî tasavvufunun tesiri altında kalan Abdülkadir'i Cezayirliler millî kahraman tanırlar. Cezayir istiklâline kavuştuktan sonra kemikleri Cezayir'e nakledilerek şehidler kabristanına gömülür. Ölümünün yüzüncü yılı münasebetiyle kendisine ayrılan Mecelletü't-Târîħ'in özel sayısında hayatına, siyasî faaliyetlerine, eserlerine ve hakkında yazılanlara dair çeşitli makaleler bulunur.

İTALYANLARI DURDURAN ÇÖL ASLANI
Ömer Muhtar

Geçen yüzyılın en büyük mücahitlerinden, 1860'lı yıllarda, Afrika'nın sömürgeleştirilme sürecinin tam da ortasında doğan Ömer Muhtar, Libya'nın İtalyan işgaline karşı direnişinin sembol ismi. Eğitimini bölgede etkin Senusi Hareketi medreselerinde aldı. Eğitiminde başarı gösteren ve hareketin önde gelen isimlerinin dikkatini çeken Muhtar, 1899 yılında Çad'da Fransızların sömürge ve misyonerlik çalışmalarına karşı silahlı mücadele verdi. İtalya, 1911'de Libya'nın işgalini başlatarak, Trablus ve Bingazi'ye saldırdı. İtalyan kuvvetleri bölgedeki Osmanlı güçlerinden teslim olmalarını talep etti ancak Osmanlı birlikleri bunu reddederek Libya yerel savunma birlikleriyle, iç kesimlere çekilip, İtalyanlara karşı mücadele etti.

Osmanlı birlikleri, Balkan Savaşı'nın patlak vermesiyle Anadolu'ya geri dönerken, İtalyanlar Trablusgarp vilayetine bağlı, Trablus, Fizan ve Sirenayka bölgelerini ele geçirdi. Mesleği Kur'an-ı Kerim ve İslami ilimler öğretmenliği olan Ömer Muhtar, coğrafyayı yakından tanıması ve stratejik savaş taktikleriyle İtalyanları büyük hezimete uğrattı. Savaşlardaki başarılarıyla "Çöl Aslanı" lakabını alan Muhtar, ilerlemiş yaşına rağmen İtalya'ya karşı 22 yıllık mücadelesi boyunca birçok işgal valisini mağlubiyetle ülkesine gönderdi.

1931 yılında Mussolini'nin de onayıyla İtalya bölgede kanlı yeni bir taktiğe girişti. Cebel Ahdar bölgesindeki yaklaşık 100 bin kişilik sivil yerel halk, sahil şeridindeki toplama kamplarına getirildi ve Mısır sınırı da kapatılarak, Libya direnişçilerinin destek hattı kesildi. Muhtar'ın liderlik ettiği Senusi birlikleri mücadelesine devam etti ancak yerel halktan İtalyanlarla iş birliği yapanlar ve İtalya hava kuvvetlerinin saldırılarıyla, Muhtar, 11 Eylül 1931'de Slunta bölgesinde pusuya düşürüldü, yaralandı ve yakalandı. İtalyan güçleri tarafından Slunta savaş esirleri kampında çıkarıldığı sözde mahkemede idama mahkûm edilen Muhtar, 16 Eylül 1931'de idam edildi.

Libya'da sergilediği direnişle dünya çapında tanınan Muhtar'ın 16 Eylül 1931'de işgalci İtalya güçleri tarafından idam edilişinin üzerinden 87 yıl geçti. Arap Baharı isimli süreçte, 2011'de NATO'nun askeri müdahalesi ile Libya'yı 42 yıldır "demir yumrukla" yöneten Muammer el-Kaddafi yönetimi devrildi. Ancak Libya, yedi yıldır bölgesel güçler tarafından desteklenen savaş beylerinin doğal kaynaklar ve iktidar için kanlı mücadelesine sahne oluyor. Bugün Libya, bombalı saldırılar, suikastlar, yargısız infazlar, iç çatışma ve ekonomik buhran ile mücadele ederken, istikrara kavuşmak için çözüm yolları arıyor.

OSMANLI'YA KOPMAZ BİR BAĞLA BAĞLI TARİKAT
Ahmed eş-Şerif es- Senûsî

İslam âleminin kurtuluşu ve huzuru en büyük amacıydı. Etkisi Kuzey Afrika'dan Arap Yarımadası'na kadar hissedilen Senûsî tarikatının şeyhi Ahmet Es Senûsî 'nin mücadelesi sadece kendi topraklarıyla sınırlı değildi. Sadelik ve hurafelerden arınmış bir İslami yaşam amaçlayan tarikat, Muhammed İbni Ali Es Senusi tarafından kuruldu. Peygamberimiz dönemindeki gibi arı duru bir inanç yaşamak için, gizemli söylemlere mahkûm edilmeyen, zahir batın ayırımı gütmeyen bir anlayış ile teşkilatlandılar. Tarikatın başına daha sonra Ahmed eş-Şerif es- Senûsî geçti.

Ahmed Şerîf es-Senûsî, Kânim'in Fransızlar tarafından işgal edilmesi yüzünden tekrar Senûsî saflarına katılan Vedây sultanı ile birlikte önce Fransızlar'a karşı büyük başarılar kazandı. Kuzey Afrika'yı işgal eden emperyalist Fransızlara, İngilizlere karşı destansı bir mücadele verdi.

1911 yılında İtalyanların Libya'yı işgal etmesiyle burada da İtalyanlara karşı savaştılar. Osmanlı'ya kopmaz bir bağla bağlıydılar. Tobruk, Derne, Bingazi Ekim ayında işgal edildi. Bu ilk saldırılar sırasında sahil kesimindeki Osmanlı garnizonları iç bölgelere çekildi. Bu sırada Ahmed Şerîf liderliğinde Banino'da direnişi örgütlemek üzere bir toplantı yapıldı. Oluşturulan kuvvetlerin başına Bingazi Senûsî Zâviyesi şeyhi Ahmed el-Îsevî getirildi.

Şeyh Senûsî savaş esnasındaki yazışmalarında "el-Hükumetü's-Senusiyeti'l-Celile" imzasını kullanarak Senusi Devletini ilan etti. Şeyhin savaşı, mücadelesi sadece kendi topraklarıyla sınırlı değildi. Osmanlı'nın iyice tarihten silinmesiyle başlayan Milli Mücadelenin yanında yer aldı. Anadolu coğrafyasını dolaşarak insanları Milli Mücadelenin yanında yer almaya çağırdı. Mehmet Akif gibi vaazlarıyla cihat ateşini harladı. Enver Paşa ve Mustafa Kemal'in şeyhle ilgili çeşitli düşünceleri vardı. Enver Paşa Halifenin cihad çağrısını İslam beldelerine duyurmasını ve buralardaki insanların Osmanlı'yı desteklemeleri konusunda propaganda yapmasını istiyordu. Bu amaçla şeyhi Arap-İslam coğrafyasına göndermek amacındaydı. Bu fikir yeni padişah Vahdettin tarafından kabul görmez. Mustafa Kemal ise onun halife olmasını istiyordu. Bu teklifi şeyhe götürdüyse de kabul görmez. Ahmet Es Senusi halifeliğin Abdulmecit Efendi'de kalmasını söyleyerek teklifi reddeder. Belli bir süre İstanbul'da kalıyor. Hilafetin kaldırılmasından sonra kısa bir süre Mersin'de ikamet eder ve Türkiye'den ayrılır. 1922 yılının sonlarında Şam'a gider, daha sonra Hicaz-ı Şerif'e hicret eder. Burada ise vefat eder.

İSLÂM'IN İLK DÖNEMİNDEKİ HALİNE DÖNÜLMESİ GEREKTİĞİNİ SAVUNDU
Osman bin Fûdî

Osman Dan Fodyo (Osman bin Fûdî), Seku Ahmedu ve el-Hac Ömer et-Tali hareketleri on dokuzuncu yüzyıl Batı Afrika'sında ortaya çıkan üç büyük cihad hareketidir. Osman b. Fûdî, bid'atların geniş ölçüde yayıldığı bir toplumda başlattığı Kur'an ve Sünnet'e dönüş hareketiyle müslümanlara dinlerini doğru bir şekilde öğretmenin yanı sıra kırsal kesimde yaşayan putperest Fûlânîler ve Hevsâ kabileleri arasında İslâmiyet'in hızla yayılmasını sağlamış, Batı Afrika tarihinin 19. yüzyılın başında yeniden şekillenmesinde büyük etkisi olan ve yaklaşık bir asır bölgenin en güçlü devletlerinden biri olarak kalan Sokoto halifeliğini kurmayı başarmıştır.

Genç yaşta babasının liderliğindeki kabilesi Fûlânîler'le birlikte Degal'e taşındı. İlk Kur'an derslerini babasından aldı. Daha sonra çoğu akrabası olan âlimlerden tefsir, hadis, fıkıh ve Arap dili okudu. Hocalarının başında örnek edindiği amcası Osman Bindûrî, Buhârî'nin el-Câmi'u's-sahih'ini kendisinden okuduğu Muhammed b. Râcî ve en çok etkisinde kaldığı ıslahatçı âlim Agâdesli Cibrîl b. Ömer gelmektedir. Agâdes'te Cibrîl b. Ömer'in yanında bir yıl kalan ve onun aracılığıyla tasavvufa intisap eden Osman, Gobir'e dönerek dinî öğrenimine orada devam etti ve bu yıllardan itibaren tebliğ faaliyetine girişti. Kısa süre içinde gezgin bir mürşid, güçlü bir müderris ve ateşli bir vâiz olarak tanındı.

Gobir dışındaki şehir devletlerine gidip oralarda dersler ve vaazlar veriyordu. Önce Kebbi, 1780'de Zamfara şehir devletine geçerek beş yıl süreyle vaaz ve tebliğlerini devam ettirdi. Burada büyük başarı sağladı, "cemaat" olarak adlandırdığı taraftarlarının sayısı arttı. Vaazlarında sünnetin ihya edilmesi ve bid'atların ortadan kaldırılması konusunu ele alıyor, İslâm'ın ilk dönemindeki haline dönülmesi gerektiğini söylüyordu.

Osman b. Fûdî, 21 Haziran 1804'te Tabkin Kvatto savaşında kralın birliklerini ağır bir yenilgiye uğrattı. Bu zafer Fûlânî ve Hevsâlı köylülerin katılımını da beraberinde getirdi. Zamfara'nın güneybatısındaki şehirler de ona katıldı. Aynı yıl içinde Gobir'in başşehri Alkalawa'ya düzenlenen ilk saldırı başarısızlıkla sonuçlandıysa da 1806'da Zaria ele geçirildi. Saldırıya geçen Gobir, Kebbi ve Tevârik birlikleri Alvasa'da yenilgiye uğratıldı. Kano, Katsina ve Daura emirliklerine gönderilen kuvvetler de başarılar elde etti. 1806'da Alkalawa'ya karşı tekrar başlatılan saldırılar 1808'de şehrin alınmasıyla sonuçlandı. Alkalawa'nın ele geçirilmesi cihad hareketinde bir dönüm noktası oldu. Merkezini Sifava'ya taşıyan Osman b. Fûdî Katsina, Kebbi, Nupe, Zaria ve Liptako'ya gönderdiği ordularla diğer Hevsâ devletlerini ortadan kaldırdı. Aynı yıl içinde müslüman Bornu'yu topraklarına katarak bir yıl sonra ele geçirdiği yerlerle kurduğu devletin sınırlarını Atlantik sahillerinden Tinbüktü'ye kadar genişletmiş oldu. Ancak 1809'da Bornu, Muhammed Emîn el-Kânimî tarafından geri alındı.

İSLÂMÎ BİR YÖNETİM KURDU

Bu başarılarının ardından Osman b. Fûdî 1812'de Sokoto halifeliğinin kuruluşunu ilân ederek İslâmî bir yönetim kurdu. Halifelik unvanını taşımak ve cihad hareketini bizzat düzenlemekle birlikte aktif siyasetten büyük ölçüde çekildi. İki eyalete ayırdığı ülkesinin batı eyaletlerinin yönetimini kardeşi Abdullah'a, yeni fethedilen doğu eyaletlerinin yönetimini de Sokoto'yu başşehir yapan oğlu Muhammed Bello'ya bırakıp Sifava'da ikamet etmeye başladı. Ömrünün geri kalan yıllarını ilimle, kurduğu devletin hukukî ve idarî yapısını belirleyen eserler yazmakla geçirdi. Üç yıl sonra oğlunun ısrarı üzerine Sokoto'ya geldi. 3 Cemâziyelâhir 1232'de (20 Nisan 1817) vefat etti. Kabri halen Nijerya, Nijer ve Çad müslümanları için önemli bir ziyaretgâhtır.

GÖNLÜNDE KAFKASYA İLE MEDİNE İKLİMİNİ BULUŞTURAN İSLÂM BAHADIRI
Şeyh Şamil

Rus işgaline karşı direnişi ile tanınan Dağıstanlı lider ve mücahit Şeyh Şamil, Rusların, Kafkasya'da ortadan kaldırmak istediği İslâmiyeti, tekrar ihya etmek, yaymak için uğraştı. Kafkas-Rus mücadelesinin en unutulmaz sîması ve düzenli Rus ordularını dize getiren büyük mücahit Şeyh Şamil, 1212 (miladî 1797) senesinde Dağıstan'ın Gimri köyünde dünyaya geldi. Babası Muhammed, ona Ali ismini verdi. Küçük yaşta ağır hastalığa yakalanan Ali'ye adetlerine göre Şamil ismini de verdiler ve o isimle çağırmaya başladılar. Otuz yaşına kadar tefsir, hadis, fıkıh gibi zahirî ilimleri, edebiyat, tarih ve fen bilgilerini öğrenerek, büyük bir alim, gönül sahibi bir velî oldu.

İmam Şamil daha önce Rusların esaretini kabul etmiş kabileleri de saflarına katarak, düzenli küçük bir ordu kurdu. Bu küçücük ordu ile tam yirmi beş sene, İslâmiyeti yok etmek, Müslümanları kahretmek isteyen, Ruslara kan kusturdu. Nice generallerini harb meydanlarında öldürüp, nicelerini de çarlarına karşı küçük düşürdü. Onları aciz bıraktı. Eşsiz bir mücadele ile hayatını geçiren Şeyh Şamil 1287 (M. 1876) senesinde Medine-i Münevvere'de vefat etti.

Şeyh Şamil'in çocukluk arkadaşı olan Gazi Muhammed Ruslarla yaptığı Gimri muharebesinde şehid olmadan önce:

"Kardeşim Şamil bu savaşda şehid olsam gerekdir. Benden sonra Hamzat başkan olacak, onun kısa süren idaresinden sonra sen başa geçecek, senelerce Kafkasya'ya hüküm edeceksin. Namın cihanı tutacak. Çar ordularını perişan edeceksin. Bu savaştan sonra Gimri'den gitsen bile yine kurtarıb mezarımı düşman çizmeleri altında bırakmazsın inşaallah" demişti…

MEDİNE-İ MÜNEVVERE'Yİ GÖRÜNCE OKUDUĞU ŞİİR

Şeyh Şamil büyük bir itina, bütün şartlarına azamî titizliği göstererek haccını yaptıktan sonra, onun sünneti seniyyesini yaymak için uğraştığı, bu uğurda ölümü göze aldığı, iki cihanın efendisi sallallahu aleyhi ve sellemin huzurualilerine gitmek için, nurlu Medine yollarına düştü. Medine-i Münevvere görünmeye başladığında oldukça heyecanlanan Şeyh Şamil toprağa kapanarak hocası Halid-i Bağdadî hazretlerinin şu şiirini terennüm ediyordu:

Serveri alem sana aşık olub da yanarım
Her nerede olsam, o güzel cemalin ararım.

"Kaabe-kavseyn" tahtının sultanı Sen, ben hiçim
Misafirinim demeği saygısızlık sayarım.

Her şey cihanda, senin şerefine yaratıldı.
Rahmetin bana da yağsa o an olur baharım.

İyilik kaynağısın, dermanlar deryasısın
Bir damla lütfen bana, derde devasız kaldım.

FİLİSTİN CİHADININ KİLOMETRE TAŞI
İzzeddin El-Kassam

Filistin cihadının kilometre taşlarından ve bu topraklarda İslâmi kimliğin korunması yolunda çok yönlü mücadele eden önderlerden olan İzzeddin el-Kassam, 1880'de Suriye'nin Lazkiye şehrine bağlı bir sahil ilçesi olan Cebele'de dünyaya geldi. İlköğrenimini doğduğu yerde yaptıktan sonra 1896 yılında Mısır'daki el-Ezher Üniversitesi'nde tahsil görmeye başladı. El-Ezher'de öğrenim gördüğü süre içinde Mısır'daki İslâmi hareketin ileri gelenleriyle ilişkide bulundu. 1906'da buradaki ilmi tahsilini tamamladıktan sonra çeşitli yerlerde davet ve eğitim faaliyetleri yürütmeye başladı. 1909 yılında büyük alim İzzeddin Tennuhi'nin derslerine ve sohbetlerine katıldı.

Hayfa'da ders vermeye başlayan ve bir yandan da İstiklâl Camii'nde imam-hatiplik yapan Kassâm 1926'da Cem'iyyetü'ş-şübbâni'l-müslimîn'e girdi ve bir süre sonra da başkanlığına seçildi. Bu vesileyle köyleri dolaşmaya başladı, İngiliz işgaline ve siyonist harekete karşı halkı bilgilendirmek imkânı elde etti. Yahudilere arazi satılmasına şiddetle karşı çıkarak bunun önlenmesini istedi. Çevresinde toplanan ve "meşâyih" (kendisinin ölümünden sonra Kassâmiyyûn) denilen taraftarlarının örgütlenmelerini sağladı. 1930'dan itibaren resmî nikâh memuru olarak görevlendirildi.

Kassâm, siyonizmin İngiliz manda idaresi tarafından desteklendiği kanaatiyle esas mücadelenin İngilizler'e karşı yürütülmesi gerektiğine inanıyordu. Dolayısıyla genel bir mücadele için hazırlıklarını tamamladıktan sonra Balfour Deklarasyonu'nun yıldönümünde hareketi başlattı (2 Ekim 1935). Fakat ilerleyen günlerde İngilizler teşkilâtın gizli karargâhını bastılar ve Nablus-Cenîn arasındaki Ya'büd mevkiindeki çatışma neticesinde Kassâm öldürüldü (20 Kasım 1935).

Cenazesi Hayfa'ya götürülerek ertesi gün defnedildi. Bu çatışma İngilizler'e karşı yürütülen silâhlı mücadelenin başlangıcı olmuş, daha sonra 19 Nisan 1936 günü patlak veren ve ilk intifâda sayılan Filistin ayaklanmasında Kassâmcılar önemli rol oynamışlardır.

İzzeddin el-Kassâm'ın hareketi, İngiliz idaresine karşı cihad fikrinde birleştiği diğer hareketlerden, özellikle Mısır'daki İhvân-ı Müslimîn'den daha çok askerî tarafı ağır basan bir hareket olmasıyla ayrılır.

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN