Arama

Sinema sanatına armağan edilmiş bir başyapıt

1950 senesinde çekilen Rashomon, Japon sinemasını ve Akira Kurosawa’yı 51. Venedik Film Festivali’nde aldığı Altın Aslan ile batıyla tanıştıran film olarak literatürlere geçti. Edebiyatla samimi ilişki içinde olan Kurosawa, klasik ve modern yapıtları yakından takip etmiş, bu samimiyet sinemasına yansımıştır. Rashomon, 20. yüzyılın başında yaşamış çağdaş Japon hikâyecilerden Ryunosuke Akutagawa’nın Ormanın Sıklığında ve Rashômon isimli hikâyelerinden filme uyarlanmıştır.

Sinema sanatına armağan edilmiş bir başyapıt
Yayınlanma Tarihi: 25.5.2018 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 25.05.2018 23:56

Yağmur, güneş gibi doğasal olayların senaryo içindeki kullanımından, tanıklar dinlenirken duyusal anlamda varlığına dair bize tek bir ibare verilmeyen hâkim ve insanlığa dair umudu temsil eden rahip karakterlerine kadar pek çok ayrıntısıyla sinemasal alegorinin en başarılı örneklerinden biri haline gelen Rashomon ayrıca, Akira Kurosawa'yı uluslararası arenada tanınan bir sanatçı noktasına vardıran ve Japon sinemasını dünyaya tanıtan film olarak nitelendirilmektedir.

"İnsanoğlu zayıftır. Bu yüzden yalan söyler. Hatta kendine bile!"

Rashomon, kelime anlamı olarak Japonca da "kale kapısı, hisar kapısı ve ya şehir kapısı" anlamına gelmektedir. Hikâyemiz yıkık dökük bir şehrin kapısında başlar. Gök delinmişçesine yağan yağmurdan kaçan iki yabancı terk edilmiş bu yerin kapısına sığınırlar. Yabancılardan biri sürekli şunu sayıklamaktadır:

"Anlamıyorum. Sadece anlamıyorum! Hiçbir şey anlamıyorum."

Yağmurdan sığınmak için gelen üçüncü yabancı sorununun ne olduğunu sorduğunda dört başı mamur bir hikâye dökülür dudaklarından. Korkunç bir cinayet hikâyesidir. Zaman geri döndüğünde öldürülen bir adam, saldırıya uğrayan bir kadın, gerilerden olayı gözleyen bir şahit ve bir haydudun yaşadıkları onların gözünden anlatılır.

Yalanın ve inanmak istemenin sınırları zorlanır. İçlerinden sadece birisi doğruyu söylemektedir ve bulmak seyirciye düşer.

BÜYÜK YALANLAR ANCAK ZAYIFLIKLARI GİZLEMEK İÇİN SÖYLENİR

Köyün azılı haydudu Tajomaru, ormanlık arazide dinlenirken karşı yoldan atının üzerinde güzel bir kadının ve ona eşlik eden genç bir adamın gelmekte olduğunu görür.

Kadınlara karşı büyük bir zaafı olan Tajomaru, adamı öldürmesine gerek kalmadan kadını elde etmek için bir plan yaparak karı-koca olduklarını tahmin ettiği çifte yaklaşır ve yakınlarda gömülü kılıç ve ayna bulduğunu ve makul bir fiyata satabileceğini söyleyerek onları kandırır.

Adamı iple bağlayıp etkisiz hale getirdikten sonra asıl amacını gerçekleştirerek genç kadına zorla sahip olur. Buraya kadar bütün tanıkların ifadesi aynıdır, bundan sonraki kısım için anlatılanlar ise birbirinin taban tabana zıttır.

Bu olayı içinden çıkılmaz haline getiren şeyse, olayın üç kahramanın da maktulün katili olarak kendisini işaret ediyor oluşudur. Tajomaru adamı düelloya davet ederek onurlu bir şekilde öldürdüğünü, kadın olayın ardından histeri krizi geçirerek eşini öldürdüğünü, bir medyum aracılığıyla konuşan maktulün kendisi ise öldürülmesine razı olan eşinden duyduğu utanç yüzünden kendi canına kıydığını iddia etmektedir. Rahibin dediği gibi, büyük yalanlar ancak zayıflıkları gizlemek için söylenebilir.

FİLMİN EN BAŞINDAN İTİBAREN SEYİRCİ İLE ÖZDEŞLEŞİYOR

Kendi çıkarlarını düşünen insanlar aracılığıyla gerçeklik ve doğruluk algısının öznelliğini dolayısıyla göreceliliğini vurgulayan filmde salt iyi salt kötü diyebileceğimiz herhangi bir karakter de bulunmuyor.

Filmin başındaki gizemli konuşmalar ve ormancının olayı anlatmaya başladığı geri dönüş sahnesindeki müzik eşliğinde ormanda uzun yürüyüşü merak unsurunu yükselterek daha filmin başında seyirciyi filmin içine çekiyor. Zaten filmi bu denli başarılı kılan temel sebeplerden birinin seyirciyi filme dâhil edebilmesi olduğu düşünülebilir.

Ormancı ve rahibe sorular sorarak olayı dinleyen hizmetkâr ve adliyedeki görünmeyen ve duyulmayan hâkim seyirci adına rollerini üstlenmişlerdir. Onların aracılığıyla seyirci tarafından merak edilen sorular soruluyor ve hikâyeyi farklı ağızlardan dinliyoruz. Olaya şahit dört farklı insan (gücüyle var olan haydut, gücünü aklıyla harmanlayan samuray, namusunu korumaya çalışan samurayın karısı ve altı çocuğuna bakmak zorunda olan yoksul ormancı) dört farklı hikâye anlatılıyor ve dördünün hikâyesinde de açıklar, çelişkiler mevcut olmaktadır.

İNSANLIĞA OLAN İNANCI KAYBETMEYEN BİR YÖNETMEN

"Değişim ve kutuplaşma aynı süreçte işler ve kutuplar birbirinin özünü karşıtında barındırır. Her şey, hiçlikten doğar doğmaz kutuplaşma da başlar."

Kendi çıkarlarını düşünen insanlar aracılığıyla gerçeklik ve doğruluk algısının öznelliğini dolayısıyla göreceliliğini vurgulayan filmde salt iyi salt kötü diyebileceğimiz herhangi bir karakter de bulunmuyor. İyi sandığımız biri öğrendiğimiz yeni bir bilgiyle kötü, kötü sandığımız biri de aslında aynı zamanda iyi biri olarak karşımıza çıkıveriyor. Uzakdoğu temelli Yin ile Yang felsefesi akla geliyor bu noktada.

Filmin sonlarına doğru yönetmen hizmetkâr aracılığıyla ipleri eline alıyor. İnsanlar kötü şeyleri unutmak ve yalan da olsa iyi şeylere inanmak ister. Bir haydut diğerine haydut diyor, asıl bencillik bu cümleleri ve olayda tek masum kalan rahibin insanlığın cehenneme sürüklendiğini düşünmeye başlamasıyla umutsuz bir tablo çizilirken, bir anda tüm masumiyetiyle bir bebek ağlaması duyuluyor. Henüz kötü bir yanını görmemiş olduğumuz ormancı, bebeğe sahip çıkıyor. Sağanak yağmurun durması ve güneşin açmasıyla da adeta umut tazeleyen yönetmen her şeye rağmen insanlığa olan inancımızı kaybetmememiz gerektiğini hatırlatıyor bizlere.

DERS ÇIKARTILMASI GEREKEN ÖNEMLİ DOKUNUŞLAR

"İnsanlar kötü şeyleri unutmak ve yalan da olsa iyi şeylere inanmak isterler. Böylesi daha zahmetsizdir."

Aynı zamanda ressam olan Kurosawa, filmde yakaladığı estetik fotoğraf kareleriyle filmin belirgin özelliğini sezdiriyor adeta: Çerçevelemeleri, çerçeveleri başarıyla ikiye, üçe böldüğü planlarda kameraya yakın-uzak duran oyuncu yerleştirmeleriyle yakaladığı derinlik ve oyunculara verdiği mizansenler ders çıkartılması gereken derecede ustaca.

Hareketli haydut karakteriyle üne kavuşan ve II. Dünya Savaşı sonrası Japon sinemasının önemli oyuncularından biri haline gelen Toshiro Mifune ve neredeyse sadece yüz ifadeleriyle oynayan samuray Masayuki Mori ve karısı Machiko Kyo isimlerinin anılmasını fazlaca hak ediyorlar. Bu başarılı oyuncuların da yardımıyla tek planda birçok şey sadelikle anlatılabilmiş. Yine aynı sadelikteki ve hiçbir gereksizliğe dönüşmeyen işlevsel kamera hareketlerini de işin içine katarak yönetmenin özgün sinema dilini oluşturduğunu görebiliyoruz.

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN