Arama

Van gogh filtresinden geçenler beyaz perdede

Film, ünlü ressam Vincent Van Gogh’un trajik hayat hikâyesini ve her zaman gizli kalmış ölümünü ressamın tablolarını bir araya getirerek anlatıyor. Filmde yer alan 65.000 karenin her biri Polonya ve Yunanistan’da yer alan stüdyoyu ziyaret eden 125 profesyonel yağlı boya ressamı tarafından çizilmiş. Bu yönü ile de film dünyada ilk olma özelliği taşıyor.

Van gogh filtresinden geçenler beyaz perdede
Yayınlanma Tarihi: 17.5.2018 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 17.05.2018 01:10

Varoluş sancıları çekmek, yalnızlık ve akla gelebilecek tüm yaşam ızdırapları büyük sanatçıların kaderidir. Ortaya çıkardıkları şaheserler de genellikle bu acılardan beslenir. Bir gerçektir ki bu ölümsüz isimlerin çoğunun değerleri onlar hayattayken anlaşılmaz. Şafaktan önceki karanlıkta, sıkıntılı hayatlarında yarattıkları sanat, onlar tan yeri ağarırken göçüp gittiğinde, yıllar geçip de güneş doğduğunda ışıldar her yerde.

Bu acı gerçekleri yüzümüze vurabilen, kalbimizi ağrıtan sıra dışı bir film çekildi. Yönetmenliğini ve senaryosunu Dorota Kobiela ile Hugh Welchman'ın üstlendiği, ABD – Polonya ortak yapımı Loving Vincent (Vincent'ten Sevgilerle), 19. yüzyılın önde gelen sanatçılarından ünlü Hollandalı ressam Vincent Van Gogh'un trajik ve bir o kadar da gizemli son günlerini, daha önce görülmemiş bir tarzla ele alıyor.

Sinemada daha önce çokça ressam biyografisi görülmüş ancak çok azı resim estetiğine yakınlaştı. Loving Vincent, bugüne kadar yapılmış ressam filmleri içerisinde nitelikli bir yere sahip olduğu şüphesiz. Waking Life, Scanner Darkly gibi görünse de daha başka, animasyon sınıfında olsa da daha karanlık ve derin. Van Gogh'un resmettiği o meşhur resimleri fonuna alan yapım ilginç bir sinema deneyimi.

PASTEL TONLAR VE RENKLERİN OLAĞANÜSTÜ AHENGİ

Ömrünün son 10 yılı boyunca yaklaşık 900 suluboya / yağlıboya resmi ve 1100 karakalem çalışma üreten Van Gogh'a yönelik bu biyografik film, 15 ressamın tek tek yaptığı 65 bin kare yağlıboya tablonun birleştirilmesiyle oluşturulmuş.

İzleyiciyi hareketli bir Van Gogh tablosundaymış gibi hissettiren filmde ressam Vincent Van Gogh'u Robert Gulaczyk, ölümünün gizemini çözmenin peşindeki Armand Roulin'i Douglas Booth ve Van Gogh'un son günlerine damga vuran Doctor Gachet'i ise Jerome Flynn canlandırıyor.

Filmin Van Gogh-vari resim tekniğinin hareketlendirilmesi sayesinde oyuncular beklenenden daha fazla iz bırakıyor seyircinin zihninde. Pastel tonlar ve renklerin olağanüstü ahengi, yapımın etkileyiciliğini artıyor. Örneğin Adeline Ravoux rolüyle karşımıza çıkan Eleanor Tomlinson, al yanaklarının ve dikkat çekici gülümseyişinin çizimiyle belki sıradan bir filmde görünemeyecek kadar canlı ve çarpıcı bir şekilde boy gösteriyor.

Van Gogh'un eşsiz ve öncü stili, ölümünden 127 yıl sonra çekilmiş bu filmin oyuncularını da yüceltiyor, onlara bambaşka bir ruh veriyor ve silinmeyecek bir şekilde zihinlerde yer etmelerini sağlıyor. Yağmurlar, yıldızlar, akan bir nehir, kuş sesleri eşliğindeki doğa, çayırlar ve tarlalar, bazen gecenin sükûneti, bazen de şehirlerin gürültüsü, hepsi Van Gogh filtresinden geçerek yansıyor beyaz perdeye. Filmin müziklerinde imzası bulunan Clint Mansell'e özellikle vurgu yapmak gerekiyor. Melodiler, Loving Vincent'ın dram ve gizem unsurlarına çok başarılı bir şekilde eşlik ediyor ve seyirciyi kalbinden yakalıyor.

AYDINLATILMAYA ÇALIŞILAN BİR GİZEM

Loving Vincent filmi, 1890 yılında Fransa'nın Auvers-sur-Oise kenti yakınlarında, 37 yaşındayken hayata veda eden Van Gogh'un son kez resim yapmak için gittiği buğday tarlasında aslında ne olduğunu sorguluyor. Sıcak bir Temmuz günü tarlaya gelen büyük ressam, intihar etmek için kendisini karnından mı vurdu? Yoksa başka biri tarafından kazara ya da bilerek mi vuruldu? Yaralı halde odasına dönen ve "intihar etmek için kendimi vurdum" diyen Van Gogh, iki gün sonra hayatını kaybediyor. Film, Van Gogh'un ölümünden bir yıl sonrasında geçiyor ve yolculuk 1891'de Arles'te başlıyor.

Armand Roulin karakteri özelinde aydınlatılmaya çalışılan bu gizem, aslında bizlere Van Gogh'un hayat mücadelesini, kendisini kanıtlama çabasını, duygusal dünyasını, yalnızlığını, ruhsal git gellerini ve belki de ölümüne sebep olan vicdan azabını keşfetme fırsatı veriyor. Filmde de duyduğumuz, "Yaşam, en güçlüleri bile baş aşağı getirebilir" sözleri Van Gogh'u ölüme götüren süreci özetlemek için yeterli olabilir.

Ressamın o dönem eserlerini satamadığını ve kardeşi Theo'ya mali açıdan daha fazla yük olmayı istemediği için vicdan azabıyla ölümü kabullendiği tezi filmde ağırlık kazanıyor.

Empresyonizm akımının öncülerinden kabul edilen ve yoksulluk içinde bir yaşam süren Van Gogh'un resimlerinden bazılarının, bugün dünyanın en tanınmış ve pahalı eserleri arasında yer aldığı gerçeğini de hatırlayınca, usta ressamın yaşadığı dram daha da acıtıyor seyircinin kalbini. Satılamayan tablolar, mutlak yalnızlık, dışlanmışlık, kendisiyle dalga geçen züppe zenginler ve bir de üstüne eklenen aile dramı, Van Gogh'un ölümü istediği düşüncesini güçlendiriyor.

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN