Sultan II. Abdülhamid'in politikası: İttihad-ı İslam
İttihad-ı İslam, 19. yüzyılın son çeyreğinde gündeme gelen bir ideolojiydi ve Müslümanlar arasında birlik sağlayarak sömürgeciliğe karşı koymayı amaçlıyordu. Sultan II. Abdülhamid, hem düşünce yapısı hem de dini inancı nedeniyle bu politikayı destekledi; İslam aleminin bütünleşmesi için yurt içinde ve dışında pek çok faaliyette bulundu. Hilafet makamını padişahlıktan daha çok önemsedi. Müslümanlar arasında ortak bir şuur uyandırdı ve bu şuur, dönemin önemli siyasi olaylarında etkili oldu.
Önceki Resimler için Tıklayınız
93 Harbi ve Balkanların büyük bir kısmının elden çıkması bu durumu daha da hassas hale getirdi. Osmanlı, savaşı sona erdiren Ayastefanos ve Berlin antlaşmalarıyla yarısı Müslüman olan en az 5 milyon nüfusunu ve topraklarının üçte birine yakın bir bölümünü kaybetti.
Tanzimat'ın Osmanlıcılık ideolojisi ve ümitlerine büyük darbe olan bu tablo, devletin bekası için Müslüman unsurlardan başka dayanağın olmadığının da göstergesiydi.
Şehzadeliği döneminde Yeni Osmanlılar'ın etkili olduğu bir kültür ortamında yer alması, özel hayatında dindar bir kişiliğe sahip bulunması, tahta geçince de halife unvanıyla bütün Müslümanların sorumluluğunu hissettiğini belirtmesi, tarihe merakı, onun bu siyasete yönelmesinde etkili oldu.
Devletin bütün işlerini doğrudan kendi kontrolüne aldıktan sonra hem toplumsal alanda hem başka Müslüman halklarla olan ilişkilerde İslam'a, İslam kardeşliğine ve bilhassa hilâfet kurumuna özel bir vurgu yapmıştı.
II. Abdülhamid'in halife unvanını padişah unvanından daha fazla önemsemesi ve hilâfetin üzerinde çok durmasının sebebi dünya İslam dayanışması projesinde bu kurumun işgal ettiği mevkiydi.
Osmanlı hilâfetinin meşruluğunun sorgulanmasına şiddetle tepki göstermiş; bunun tartışılmaz bir gerçek olarak bütün dünyada kabul edilmesi için yoğun faaliyetlerde bulunmuştu.
Sırf bu gaye ile İstanbul, Kahire ve Londra'da Osmanlı hilâfetinin meşruiyeti için gazeteler çıkarılmış, mevcut yayın organlarına destek sağlanmış veya müstakil hilâfet risâleleri hazırlatılarak İslam dünyasına dağıtılmıştı.
Aynı şekilde İslam dünyasından bazı nüfuzlu ulemâ, önemli kişiler, tarikat şeyhleri ve gazeteciler İstanbul'a davet edilerek ağırlanmış, zaman zaman ortak meseleler hakkında görüşleri alınmış ve bu misafirlerin kendi ülkelerinde yapacakları çalışmalar için yönlendirmelerde bulunulmuştu.
Din, milletin devamı için sahip olunması gereken unsurlardan biri olduğu gibi Devlet-i Aliyye'nin devamı ve bekası İslamiyet'le kaimdi.
Ona göre hassas bir konu olan ve ciddi anlaşmazlıklara götürmesi muhtemel bulunan milliyet meselesine itibar edilmemeli, bunun yerine Müslümanların kardeş olduğu gerçeği üzerinde durulmalıydı. Müslümanlarda ise imandan sonra halife aşkı en başta gelmeli, zihinlere din, devlet ve vatan sevgisi yerleştirilmeliydi.