Arama

Ekrem Demirli: "İbn'ül Arabi cömert ve sofrası olan bir yazardır"

Bazı isimler ve eserler aradan yüzlerce yıl geçmesine rağmen düşünce dünyamızı ayakta tutmaya, beslemeye devam ediyor. Anadolu coğrafyasının kurucu ismi ve büyük düşünürü Muhyiddin İbn Arabi de bu müstesna isimlerdendi. İbn Arabi'nin meşhur kitabı Tedbirat-ı İlahiyye, kısa süre önce Fikriyat Yayınları tarafından neşredildi. Tedbirat-ı İlahiyye'yi çeviren ve notlandıran ise İbn Arabi düşüncesine ciddi emekler veren Ekrem Demirli... Tedbirat-ı İlahiyye'nin düşünce dünyamız için önemini konuştuğumuz röportajda Demirli, "İbn Arabi cömert ve sofrası olan bir yazardır" cümlesi etrafında eserin ince detaylarını anlattı.

Ekrem Demirli:

İbn Arabi bu bakımdan kitabı ikmal etmek istiyor. Kitap aslında bir talep üzerine yazılıyor ve talepte bulunan kişinin beyanı burada belirleyici bir rol oynuyor.

Diyor ki: "Aristoteles dünya saadetinin, dünya refahının, huzurunun bulunduğu bir kitap yazdı. Eğer insanlar bu kitaba uyarlarsa, bu kitabı takip ederlerse yeryüzünde bir düzen oluşur bir ahlak oluşur bir nizam-intizam ortaya çıkar. Ama sen, ahiret saadetimizin de bulunduğu bir kitap yaz bize."

Böyle olunca bu kitap üzerinden ahireti hedefleyen yani ölüm sonrasını, eskatolojiyi hedefleyen bir kitap yazmış oluyor. Dolayısıyla kitap, bu açıdan bir tamamlama kitabıdır.

Eskatoloji nedir?
Dünyanın sonunu ifade eden bir terim.

Ekrem Demirli:

Fakat biraz daha geniş baktığımız zaman aslında İbn Arabi'de bu tamamlama konusu birçok açıdan ortaya çıkan bir meseledir. Yani tamamlama, ikmal etme, kemale erdirme konusunda evvel emirde hareket noktamız şu olabilir: Peygamber Efendimiz (SAV) bir hadis-i şerifte; "Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim" buyuruyor.

Şimdi "tamamlamak" dediğine göre ortada güzel ahlak diye bir şey var. Peki, tamamlamak ile olan arasındaki ilişki nedir? Yani olan ahlak ya bozulmuştur ya eksilmiştir ya başka birtakım nedenlerle etkisini kaybetmiştir. Hz. Peygamber (SAV) bu ahlakı ayağa kaldırarak, canlandırarak tekrar insanı dönüştürebilecek, insanı başkalaştırabilecek bir hale getirmeye gayret ediyor. Yani bunun için peygamber gelmiş oluyor. Bu tamamlama düşüncesi Müslüman entelektüellerin de kendilerinden önceki kültürlerle kendilerinden önceki düşüncelerle veya medeniyetlerle ilişkisinde belirleyici bir rol oynuyor. Haddizatında daha öncesinde de aynı şey vardır. Platon ve Aristo da kendisinden önceki düşünürleri tamamladıklarını düşünürler, ikmal ettiklerini düşünürler.

Ekrem Demirli:

Her büyük düşünür, kendisinden öncekine tabi olmak yerine onu ikmal etmeye çalışır. Yani hem muhteva, ana fikir bakımından hem oluşturduğu perspektif bakımından ikmal etmeye çalışır. Dolayısıyla İbn Arabi de bir ikmal filozofudur. Yani bir ikmal düşünürüdür: Tamamlama, kemale erdirme filozofudur ve onun hareket noktası da bu hadis-i şerif olabilir.

Bir yönünü daha söyleyelim; mesela İbn-i Rüşd ile konuşmasında İbn Arabi bir evet bir hayır der. Bu evet ve hayır aslında İbn Arabi'nin tamamlama yönünü bize gösterir. Tam olarak öncekini kabullenmek değil; yani Aristo'dan kalanı tam kabullenmek değil, onu ikmal etmektir. Dolayısıyla güçlü bir ana fikri var. O ana fikir doğrultusunda düşünceyi kemale erdirmiş ve insanlığa katkı sağlayacak hale getirmiş oluyor.

Bekir Salih Yaman: "Tedbirat-ı İlahiyye" 22 ana bölümden oluşuyor. Ana hatlarıyla incelediğimizde bu bölümler birbirinden bağımsız. Makrokozmos- Mikrokozmos'u merkeze aldığımızda ise birbirini tamamlıyor. Bunu nasıl anlamamız lazım?

Ekrem Demirli:

Kitap aslında ilave bölümler olmakla birlikte kendi başına bir bütünlük arz ediyor. Yani İbn Arabi, tamamıyla nefs terbiyesi üzerine odaklanmıyor, diğer konulardan da bahsediyor. Dolayısıyla yönetim, iktidar, iktidarın özellikleri, halife, halifenin özellikleri gibi konular üzerinde de duruyor. Bir feraset, akli kanunlar, yasalar bahsi var. Bunlar önemli ve Müslüman düşüncede işlenmiş konulardır.

En nihayetinde müride tavsiyeler konusu, doğrudan Tedbirat-ı İlahiyye ile ilgili gözükmüyor aslında ama o da bu kitaba dâhil ediliyor. O bölüm belki başka kitaplarında yer alabilecek bir konuydu. Kitap, kendi içerisinde tam anlamıyla birbirine geçmeli konular değil. Özellikle girişte "tasavvuf nedir" konusu ele alınıyor. Tam manada birbirine çıkabilecek konular değil ama neticede bir bütünlük oluşturabiliyor. İbn Arabi düşüncesi mikrokozmos-makrokozmos ilişkileri üzerine kuruldu. Bu, Müslüman düşüncenin tasavvuf kanadının üzerinde durduğu, esaslı bir konu olarak ele aldığı bir meseledir. Şimdi mikrokozmos, insanın evren içerisindeki müstesna konumunu anlatmak için kullanılan bir tabirdir yani "âlemi sagir"dir.

Hz. Ali Efendimizin (RA), "Ey insan sen kendini değersiz görme, sen bu âlemin zübdesisin." dediği ifade edilir. Ya da "Cirmine bakıp kendini küçük addetme aslında sende dürülmüştür bütün cihan." tabirini kullandığı beyan edilir.

Böylece Müslüman, dünyada erken dönemden itibaren insanın bütün âleme karşılık bir varlık olduğu fikri işlenmiştir. İbn Arabi buradan hareket eder. Daha sonra birçok kavram bu eksende dile gelmiştir. Bunlardan bir tanesi "cihannüma"dır. Cihannüma aslında insanı anlatan bir kavramdır. "Evreni gösteren" demek. Yani bir ayna gibi bütün evrenin kendisine yansıdığı, bütün evrenin kendisine görüldüğü varlık demek. Buna Cihannüma deniyor ya da Şeyh Galip insandan söz ederken "dide-i ekvan" der. Var olanların gözü, göz bebeği tabirini kullanır.

Fususü'l Hikem'de İbn Arabi insan için "göz bebeği" ifadesini kullanır. Bütün bunlar insanın müstesna konumunu, varlıktaki yerini anlatır. Ama hepsinin birden dayandığı kavram aslında Allah'ın insanı halife olarak isimlendirmiş olmasıdır. Allah insanı halife olarak yarattığında veya halife olarak onu yeryüzüne gönderdiğinde insan bütün varlıklara göre daha farklı bir görev daha farklı bir statü elde etmiş oluyor. Bütün bunlar mikrokozmos fikrini İbn Arabi'ye göre destekleyen, ortaya çıkartan görüşlerdir.

Ekrem Demirli:

Makrokozmos ise büyük evrendir. Mikrokozmos ile makrokozmos arasındaki sürekli ilişkiler, irtibatlar insanın dünya ile ilişkisini, dünyaya karşı görevlerini belirliyor. Bence çağımızda bu düşüncelerin tekrar ele alınması, tartışılması lazım ve buradan çok önemli ahlaki sonuçlar çıkabileceğini de belirtmem lazım. Bir tanesini örnek vereyim: Fikriyat.com'daki yazılarda da bunun üzerine çok durmuşumdur. Bugün insanların dünyayı nasıl ve niçin savunmaları gerektiği hakkında bir fikirleri yok. Doğayı niçin savunacaklar, ağacı ya da hayvanları niçin savunacaklar? Bu konuda bir fikirleri yok. Sürekli insan çıkarından hareket ediyorlar. Mesela ağaçların yaşama hakkı sadece oksijen verme ile o da insanlara bir katkı sağlamak şartına bağlı gibi addediliyor. Halbuki mikrokozmos çok başka bir evren teorisi demektir. Bütün evrenle bilerek ya da bilmeyerek çok yönlü ilişkiler içerisindeyiz. Biz, bir evrensel varlığız yani evrenin bir parçasıyız. Yıldızlar bizimle ilgili, güneş bizimle ilgili. Biz güneşle ilgiliyiz, yıldızlarla ilgiliyiz, yeryüzündeki varlıklarla ilgiliyiz. Dolayısıyla her birimiz aslında ummandan bir katre gibiyiz. Bir damla gibiyiz ve ummanın bütün özelliklerini, bütün hususiyetlerini üzerimizde taşıyoruz. Bu durum tabii bizim evrenle ilişkimizin çok boyutlu kurulması anlamına geliyor. İbn Arabi'nin düşüncesinde bu önemli bir yer tutar yani altını çizmiş olalım.

Ekrem Demirli'nin "İnsan ve Doğa: Ağaç İyi midir Faydalı mıdır?" başlıklı yazısını okumak için tıklayın

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN