Arama

Yahya Kemal'in Üsküp'ten başlayan mektep hikayesi

Türk İslâm terbiyesi, bütün Orta Çağ kültürleri gibi ritüellerini, merasimlerini, gelenek hâline getirdiği davranış biçimlerini dine göre şekillendirmiş, bu anlamda hayatın bütün dönüm noktalarını, doğumdan başlayarak, yerli bir İslâm yorumuyla renklendirmiş, inceltmiştir. Mektebe gitmek, mektepli olmak, okumak-yazmak da böylesi bir inanç ve hayat üslubunun ilk adımını ifade ediyordu. Edebiyatımızın büyük ismi Yahya Kemal de mektebe bu usullerle başlamıştı. Üsküp'ten İstanbul'a eğitim kültürünün yansımasını sizler için derledik.

Ümmî kelimesi Arapça "annesinden doğduğu gibi kalan" yani ilim öğrenmeyen, ilerlemeyen, tekâmül ve tekemmül etmeyen demektir. Eskiler, bununla beraber tek başına yazmak ve okumanın bir değer ifade etmediğini, kitapların biz ne ve ne kadar isek o ve o kadar olduklarını çok iyi biliyorlardı. Bu yüzden olsa gerek "Ne okudun?" değil, "Kimden okudun?" diye sorarlardı. Yine bu yüzdendir ki tahsilin cehaleti aldığını ama bazı şeylerin bâki kaldığını da söylerlerdi.

İlim ve âlim, padişah katında da önemli bir yere sahipti. Gazi Ebü'l-feth'in, bizzat yaptırdığı medreselerde bir oda istediğini fakat devrin, ilme âşık ve sâdık hâcegânının, o medrese hücrelerine ancak âlimlerin sahip veya misafir olabileceklerini söylediklerinde, herkes gibi imtihana girip kazandığını; Yavuz'un sandukasının üzerinde örtülü olan kaftanın macerasını da ilme âlime hürmet, muhabbet sadedinde anıyoruz.

Elbette tüm bunlarla beraber birisinin söylediğini bellemek, yeri geldiğinde de nakletmek için edinilen bilginin gerçek bir ilim olmadığını; zâhirî ilmin, irfan denen hikmetli bilgiyle taçlandırılmadıkça kîl ü kâlden yani dedikodudan ileriye gidemeyeceğini, ilmin gerçek sahibi ve kaynağına vuslat demek olan aşkın bu anlamda her şey olduğunu söyleyen şairin isminin "fazl"dan geldiğini de unutmamalıyız. Öyleyse yapılacak iş, ilme talip olmak, okumak ve yazmaktan başka bir şey değildir.

Medeniyetimiz okumaya, yazmaya, ilme ve âlime değer ve önem verirdi. Türk İslâm terbiyesi, bütün Orta Çağ kültürleri gibi ritüellerini, merasimlerini, gelenek hâline getirdiği davranış biçimlerini dine göre şekillendirmiş, bu anlamda hayatın bütün dönüm noktalarını, doğumdan başlayarak, yerli bir İslâm yorumuyla renklendirmiş, inceltmiştir. Mektebe gitmek, mektepli olmak, okumak-yazmak da böylesi bir inanç ve hayat üslûbunun belirlediği bir "hadise"ydi ve dualı / niyazlı, "âmin"li, "maşallah"lı bu türden bir ilk adımı ifade ediyordu.

Mektebe bu şekilde besmele, dua ve tebriklerle başlamak, çocukluğun saflık ve heyecanını; ev içlerinin sakin ve hür koşuşmacalarını, kurallı, yasaklı ve sınırlı bir hayata değişmek durumunda kalmanın önemini unutturan bir şey olsa gerek. Çok uzak değil, 19'uncu yüzyılın sonlarında doğanların bile hatıralarında mektebe başlamak, çocuksu yani saf, sıcak ve samimî ifadelerle anlatılır. Hemen akla gelenler, Muallim Naci'nin ustaca ama çocuk ruhunu ve dilini muhafaza etmedeki başarısına o kadar şaşırdığımız Ömer'in Çocukluğu, Ahmet Râsim'in Falaka'sındaki 'Âmin Alayı' ve bu yazının konusu olan Yahya Kemal'in 'Mektebe Nasıl Başladım? 'ıdır.

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN