Ramazan hikayeleri; Bin salavata satılan zırh
Peygamber Efendimizin Kabe'deki putları temizlerken okuduğu duanın ne olduğunu biliyor muydunuz? Peki ya Kur'an-ı Kerim'de geçen Hz. Süleyman ve karınca kıssasını? Ramazan ayındaki ilginç açık arttırmada neler satıldığını? Ya da ünlü mütefekkir şair Nabi'nin neden heyecan ve sevinçten bayıldığını? Bazı hatıralar insanı derinden etkiler. Hele de bunlar tarihin önemli şahsiyetleri tarafından yaşanmış ve anlatılmışsa. İşte Ramazan ayına özel hikayeler..
Önceki Resimler için Tıklayınız
Sultan İkinci Bayezid, Ramazan ayının sıcak bir yaz gününde İstanbul mesirelerinden birine çıktı. İkindi namazı kılındıktan sonra iftar vaktini beklemek üzere, sultanın huzuruna oturuldu. Akşamı da kıldıktan sonra sultanla birlikte iftar yemeği yenilecekti. Güneş batmaya doğru yaklaşıyordu. Gerçekten uzun ve sıcak bir gündü. Devrin büyük âlimlerinden Molla Ali Çelebi, bekledikçe uzayan zaman karşısında güneşin hareketinin yavaşlığını kastederek "Sıcağın şiddetinden güneş bile hareket edemiyor." dedi.
Osmanlı sadrazamlarından cömertliği ve hayırseverliği ile bilinen Mahmud Paşa, Ramazan ayı geldiğinde hayır hasenatına daha bir önem verirdi. Paşanın sofrasında oruç açanlar, diş kirasına ilaveten her akşam mutlaka ikram edilen nohutlu pilavın gelmesini, dört gözle beklerlerdi. Çünkü Paşa, kazanlarda pilav pişirilirken pilavın içine nohut biçimi verilmiş altınlar attırır ve misafirlerine bu altınları ihsan ederdi.
Necip Fazıl Kısakürek, çocukken Ramazan ayında yaşadığı bir hadiseyi şöyle anlatır:
"Çocuktum. 6-7 yaşlarında var yoktum. Bir Ramazan günüydü. Çemberlitaş'ta oturduğumuz büyük konaktan sokağa çıktım. İleride, bir sehpaya oturttuğu tablasından çoluk çocuğa şeker meker satan birini gördüm. 10 para mı, 20 para mı, ne verdiğimi hatırlayamadığım bir horoz şekeri satın aldım. Şekeri eme eme konağa dönmek üzereydim ki, üzerime hamal kılıklı bir adam çullandı. Yarı ciddi, yarı şakacı bir edâ ile haykırdı: "Şu bacaksıza da bak! Sokakta, elâlemin karşısında yiyor!"
Ödüm patlamıştı sanki… Şekeri yere attım ve evime doğru koşmaya başladım. Adam beni kapıya kadar kovaladı. Konağın açık kapısını bu herifin suratına çarparcasına kapatıncaya kadar adeta baygınlık geçirdim.
Şimdi, masum çocuklara değil, Ramazan günü açıkça ve iftihar edercesine sigaralarını tüttüren her vasıf dışı insanlara o hamal kılığı içindeki saffet ve hassasiyetle hitap etmek istiyorum: "Günahınızı niçin Allah İle aranızda bırakmıyor ve sanki onun reklâmını yaparcasına, zedelediğiniz Allah hakkına kul hakkını da ekliyorsunuz? Eskiden Ermenisi, Rumu, Yahudisi bu kul hakkına tecavüz etmemek için Ramazanlarda Müslümanların karşısında oruca aykırı bir harekette bulunmazlardı. Düşünün, sizin derekeniz ne olmalı!
Hamalın kovaladığı çocuk bugün 75 yaşında ama kovalayanın soyundan kimse kalmadı."
Necip Fazıl'ın kaleminden çocukluk anıları
Sultan IV. Mehmed zamanında hacca giden Nabi, Medine-i Münevvere'ye yaklaşıldığı bir sırada insanlık icabı hafif uykuya daldı. Peygamber Efendimizin bu kadar yakınında uyumanın edebe aykırı olduğunu düşünen Nabi, irticalen yüksek sesle beş beyti terennüm etti.
Sakın terk-i edebden, kûy-i mahbûb-i Hudâ'dır bu!
Nazargâh-i ilâhîdir, makâm-ı Mustafâ'dır bu.
(Edebi terk etmekten sakın! Zîrâ burası Allah'ın sevgilisinin bulunduğu yerdir. Bu yer, Hak Teâlânın nazar evi, Resûl-i Ekrem'in makâmıdır.)
Habîb-i Kibriyânın hâb-gâhıdır fazîletde,
Tefevvuk-kerde-i Arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ'dır bu.
(Burası yüce Allah'ın sevgilisinin istirahat ettikleri yerdir. Fazilet yönünden ise, arş-ı âlânın üstündedir.)
Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-i âdem zâil,
Â'mâdan açdı mevcûdât dü çeşmin; tûtiyâdır bu.
(Bu mübarek yerin mukaddes toprağının parlaklığından yokluk karanlıkları sona erdi. Yaratılmışlar, iki gözünü körlükten açtı.)
Felekde mâh-ı nev Bâb'üs-Selâmın sîne-çâkidir,
Bunun kandîli cevzâ Matla-ı nûr-i ziyâdır bu.
(Gökyüzündeki yeni ay, O'nun kapısının yüreği yaralı âşığıdır. Gökyüzündeki oğlak yıldızı bile O' nun nûrundan doğmaktadır.)
Mürâât-ı edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha,
Matâf-ı kudsiyâdır bûse-gâh-ı enbiyâdır bu.
(Ey Nâbî! Bu dergâha edebin şartlarına riayet ederek gir. Zîrâ burası, büyük meleklerin etrafında pervane olduğu yer olup; bu kapının eşiğini, peygamberler bile edep ve hürmet dairesinde eğilip öperler.)
Kutsal topraklara hac farizası için giden Nabi, şehre girince acayip bir hadise yaşandı. Onun irticalen yüksek sesle söylediği şiiri, müezzinler tarafından minarelerden okundu. Bulduğu müezzine işin sırrını ve hikmetini sorsa da cevap alamadı. En son, ser müezzini bulan şair, kendisini de tanıtıp aynı soruyu sordu. Bunun üzerine ser-müezzin der ki: "Arkadaşlarımız ketum davranmakta haklıdırlar; çünkü mesele sırdır. Ancak siz Nâbî iseniz, sizden de gizli değil tabiî. Efendimiz (sav) bu gece her birimizin rüyasını teşrif ederek bu şiiri ta'lîm edip emrettiler: Ümmetimden Nâbî şehre geliyor; sabah ezanından sonra bunu okuyarak kendisini karşılayınız!"
Nâbî tekrar sordu: "Ümmetimden Nâbî dedi mi?" Evet cevabını alıp, yeminle teyit ettirdi. Yemini üç kez tekrarlattı ve sevincinden bayıldı.