Mücadele ehli bir düşünür: Ömer Ferit Kam
Osmanlı'nın son, Cumhuriyet'in ise ilk devir şair ve düşünürlerinden olan Ömer Ferit Kam, Sultan II. Abdülhamid'in harem doktoru Ahmed Muhtar Paşa'nın oğludur. İyi bir tahsil hayatı geçiren Kam, hayatı boyunca büyük bir eğitim seferberliğinin içinde olmuştur. Mekteb-i Hukuk ve Tıbbiye'yi terk eden şair, İslami ilimlere dair icazet aldığı gibi özel derslerle kendisini yetiştirerek Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde üniversite ve lise hocalığı yapmış, böylece pek çok mühim talebe yetiştirmiştir.
Önceki Resimler için Tıklayınız
◼ Ömer Ferit Kam, Şark'ın seçkin irfanıyla Avrupa'nın el değmemiş fikrini harmanlamıştır. Bu yönüyle Tanzimat Fermanı'nın ilanından sonra ortaya çıkan, Doğu ve Batı kültürlerinin anahtar-kilit modeli oluşturduğunu düşünen zümrenin içerisinde yer alır.
◼ Fakat bu yaklaşımıyla Doğu ile Batı arasında kurduğu köprüyü geçmekte zorlanıyordu. Ama Allah'a (CC) olan inancı onun bu yolda kaybolmasını engelliyordu. Kaleminden çıkan şu rubâî onun sırat-ı müstakim üzere olduğunu göstermektedir:
Yâ rab, bana Sen âlemi zindan etme
İdrâkimi hem hâlet-i nîran etme
Mademki îman ile ettin âbâd
İklim-i dili küfr ile virân etme
◼ Peygamber Efendimiz'e (SAV) büyük bir saygı duyan Kam, O'na (SAV) duyduğu muhabbeti yazdığı şiirlerle dile getirmiştir. Bir dönem Tâceddin Dergâhı'nın meşrutasında Ömer Ferit, burada bulunduğu süre içerisinde naat yazmıştır.
◼ "Vücûd-ı akdesin a'lâdan a'lâ yâ Resûlallah / Cemâlidir tecellîgâh- Mevlâ yâ Resûlallah" diye başlayan naatını "Ferîd-i bînevâyı defter-i uşşâkına kaydet / Budur senden niyâz- kalb-i şeydâ yâ Resûlallah" mısralarıyla bitirmiştir.
◼ Ancak son beyitte "kaydet" yargısıyla Peygamber Efendimiz'e (SAV) emir verdiğini düşünerek bu hatasını Mahir İz'e aceleyle düzelttirmiştir. Bunun üzerine naatın son mısrası "Ferîd-i bînevâyı defter-i uşşâkına geçsin" şeklinde değiştirilmiştir.
Naat-ı Şerîf
Vücûd-i akdesin a'lâdan â'la yâ Resûlallâh
Cemâlindir tecelligâh-ı Mevlâ yâ Resûlallâh
Sen ol âyîne-i maʼnânûmây-ı zât- vâhdet'sin
Görür Mevlâyı sende çeşm-i bînâ yâ Resulallâh
Vücûdun cevheriyle girdi vahdet reng-i esmaâya
Ne cevherdir o menşüûr-i tecella yâ Resulallaâh
İzâfiyyâta aslâ kalb-i hakbin iltifât etmez
Senin zâtında gûyâ Hak Ta'âlâ yâ Resulallaâh
Zevaâhir perdesi dîdâra hâil olmasa billâh
Yanardı der'akab Sînâ vü Mînâ yâ Resulallaâh
Kemâl-i sırr-ı vahdet müncelî iken zât-ı päâkinde
Bilinmez hikmet-i esrâr-ı İsrâ yâ Resulallâh
Meded kıl tavr-ı temkîninde dursun bu dil-i şeydâ
Olur dünyâya karşı yoksa rüsvâ yâ Resulallâh
Ferîd-i bîneva da defter-i uşşaâkına geçsin
Budur senden niyâz-ı kalb-i şeydâ yâ Resulallâh
Osmanlı sultanlarının Peygamber sevgisini dile getirdiği şiirler
◼ Felsefeyle de ilgili olan Ömer Ferit; Hint, Çin, Doğu ve Batı felsefelerine eleştirel bir şekilde yaklaşır. Bir süre "Voltaire" takma adıyla tanınan François Marie Arouet'e hayranlık duyar ve bu durum yıllarca sürer.
◼ Fikir dünyasındaki dalgalanmalar ruhunun kıyısını dövmeye devam ederken aradığı sükûnu Mevlânâ'da bulur. Onun Mesnevî'sini zevk alarak bir nefeste okur ve Mesnevî'ye duyduğu hayranlık üzerine şiirler kaleme alır.
Yegâne şems-i Hüdâ'dır Cenâb-ı Mevlânâ
Hulûs-ı kalb ile kıl intisâb-ı Mevlânâ
Tarîk-i aşk-ı ilâhide rehberin olsun
Kitâb-ı pencğm-i Hak'tır kitâb-ı Mevlânâ
Son mısraını Molla Câmi'nin "Peygamber değil, fakat kitabı var" sözünden hareketle yazar.
◼ Ömer Ferit, elinde olmaksızın hep kötü ihtimalleri düşünüp vehmederdi. Hâlbuki ilim dünyasında hatırı sayılır biri hâline gelmişti. Evlatları da hayırlı çıkmış, babalarını başları üzerinde tutuyorlardı. İşte, "Cezbe" manzumesi onun bu hâlet-i rûhiyesinin kalıba dökülmüş hâliydi.
◼ Hem Türkçe hem de Farsça şiirler kaleme alan Ömer Ferit, şiirlerinde "Ferid" mahlasını kullanmıştır.
Eserleri:
▶ Türehhat (ilk şiirleri)
▶ Şiir Defteri
▶ Âsâr-ı Edebiyye Tetkîkatı Dersleri
▶ Şerh-i Mütûn Ders Notları
▶ İran Edebiyatı Tarihi
▶ Afgan Şairleri
▶ Felsefe Lügatçesi
▶ Dinî Felsefi Muhasebeler
▶ Vahdet-i Vücûd
▶ Eski İran'da Felsefe
▶ Hall-i Mesele-i Tabiat ve Emile Boirac'tan çevirileri (Mebâdi-i Felsefeden İlm-i Ahlak ve İlm-i Mâ Ba'de't-tabîa)
◼ Akif ondaki cevheri görüp onu yazmaya teşvik etmiştir, onu edebiyat mecrasına "hâkim" diye tanıtmıştır.
🔹 Bir gün Mehmet Akif, Ferid Bey'le La Martin'in Meditasyon Poetik'ini okurken "Cenab-ı Hak" isimli, manzumesine hayran kalmışlar. Mehmet Akif, bu manzumenin Türkçe tercümesi olmaması dolayısıyla hayıflanmış. Bunun üzerine Ferid Bey, şiirin ana dilindeki anlamını koruyarak manzumeyi Türkçeye tercüme edip bir mektupla Mehmet Akif'e göndermiştir.
🔹 Mehmet Akif onun yazılarını okumaktan hem hoş sohbetinden keyif almıştır. Onun hoş sohbetine ithafen "Ferid Bey, sen kitap okuma! Kitap okumak senin feyzine engel olur! Sen yalnız düşün ve düşündüklerini söyle!" demiştir.
◼ Ömer Ferid, Beylerbeyi'ndeki babadan kalma evini satmış ve karşılığında bin lira almıştı. Bu para ona parasızlık kadar büyük bir sıkıntı vermişti. Parayla ne yapabileceğini danışmak üzere günaşırı Eşref Edip Bey'in idarehanesine gelirmiş. Sonunda bir dostunun tavsiyesiyle tahvilata alarak bu kaygıdan kurtulmuş.
◼ Yayımlanan yazılarındaki küçük imla hataları Ömer Ferid'in günlerce üzülmesi için yeterli bir sebep hâline gelirmiş.
🔹 Ömer Ferid'in en yakın dostu Mehmet Akif imiş. Hatta Mehmet Akif ona komşu olabilmek için Sarıgüzel'deki evini bırakıp Beylerbeyi'ne taşınmıştı. Dahası Ferid Bey'in Darülfünun'da yok yere kadro dışı bıraktıklarını öğrenince bunun liyakate saygısızlık olduğunu düşünerek kendisi de Darülfünun'dan istifa etmiştir.
🔹 Safahat'ın üçüncü kitabının sonunda Ferid Bey'in "Enîsi ruhum Akif'e" diye başlayan üç sayfalık bir takrizi yani Safahat'ı öven yazısı bulunmaktadır.
🔹 Mehmet Akif, dil tartışmaları dolayısıyla yazdığı bir makalede tarihin tekerrürden ibaret olduğu görüşüne katılmış ve bu önermeyi Ömer Ferid'in "Dünya bir tiyatrodur ki yalnız oyuncuları değişir, yoksa oyunlar aynıdır." sözüyle destekler.
🔹 Mehmet Akif Mısır'dayken oğlu Âsım'a yazdığı bir mektupta da ona Ömer Ferid'in sözleriyle sesleniyor:
"Bu seneki Ramazan, daha öncekilerden hayli farklı bulunsa gerek, eski oruç ayları âbidler için olduğu kadar fâsıklar için de zevkliydi. Câmilerin içi hafızlarla, vaizlerle, huşu içinde ibadet eden kimselerle dolu olduğu gibi, avlusu da sergilerle, nefis sanat eserleriyle süslenirdi. Ferid'in dediği gibi ibadetin de zevki vardı, fıskın da…"
🔹 Ömer Ferid, Mehmet Akif ile aralarında geçen muhabbetin tespiti olsaydı bunun koca ciltlik bir kitap meydana getireceğini söylerdi.
◾ Edebiyatımızın "Beş Hececi" şairlerinden Orhan Seyfi Orhon, düşünür ve büyük muallim Ömer Ferit Kam'ın vefatı üzerine şu satırları kaleme almıştır:
Eski Dârülfünün'umuzun "şerh-i mütun" müderrisi Ferit Kam'ı kaybettik. Onunla divan şiirinin lafız mânâ sırları artık tabiatın sırları arasına karıştı. Mısırlıların mumyaları gibi eski bir medeniyetin bu sanat düğümlerini çözemeyeceğiz. Ferit Kam'ı bugünkü tahsil sistemimiz yetiştiremez. O bir devrin mütefekkir ve estet tipiydi, bugün onun bildiklerini öğrenecek ne vasıtalarımız vardır, ne de öğrenmeye merak edenimiz.
Ferit Kam medrese ilmine, Avrupa kültürünü eklemiş, Arapça ile Farsça gibi eski Türkçeyi ve Fransızcayı öğrenmiş, divanları, tasavvuf kitaplarıyla, garp felsefe fesiyle bir arada okumuş, pek çok şey bilen ve bildiklerinden pek az faydalanan bir adamdı. Kafasının bir tarafı Muhiddin-i Arabi ile, bir tarafı Bîdil'e, bir tarafı Volter'le, bir tarafı da Bâki efendi ile muasırdı. Bazen şerh yazar, bazen hicviye söyler, bazen edebi tetkikler yapar, bazen de ders okuturdu. Eski medresenin allame tipi budur: Her şeyi bilir, fakat bir tek şeyle uğraşmaz.
Vaktiyle, Beylerbeyi Rüşdiyesi'nde benim (ilm-i eşyâ) hocamdı. Şimdiki fizik veya tabiat bilgisi dersi. Bu gün, onun için eski devir örneği diyoruz, o gün sivri sakalıyla Frenk derdik. Sınıfa gelir, dersinin sınırları içine giremez, kafasına bir şey takılır, bir hadisi veya ayeti şerhetmeye başlar, sonra da neden şimşek çaktığını anlatırdı. O sırada bizim için her hâliyle o kadar yeniydi ki bir gün onun da eski insanlar zümresine karışacağını söyleseler inanmazdım. Cemiyetin bir türlü onu hazmedemeyeceğini sanıyordum. Hâlbuki kendi hayatımda bile mâzi oluşunu gördüm. Ne kadar değiştiğimizi bundan anlamalı! Asıl, Ferit Kam ile kaybettiğimiz şey Türk şiirinin lafız ve mânâ hünerleridir. En çok Baki'yi seviyordu. Çünkü en çok bu türlü hünerleri yapan odur. Onunla konuştuğum zaman anlıyordum ki biz Divan şiirinin sathını bile görmüyoruz. Bir çizgisini görüyoruz, Ona bakarak bu üstatların büyüklüğünü ölçmeye çalışıyoruz. Biz mısralara gözlerimizle bakıyorduk, o mikroskopla. Her beytin, her mısraın, her kelimenin içinde nasıl bambaşka bir âlem vardı.
Ferit Kam'ın kusuru şudur: O da eskiler gibi, ilmin satırda değil, sadırda olduğuna inanmıştı. Bildikleri şeylerin hepsini tertip ve tasnif edip bir esere yerleştirmedi. Bunlar dağınık notlarından ve konuşmalarından ibarettir.
Ferit Kam'la filozof, nüktedan, mütefekkir, şair, âlim birisini kaybettik. Fakat biz bugün felsefeye, ilme, fikre, hatta şiire bile o mânâyı vermiyoruz. Ondan kalan şey birkaç nükte ve mazmundur. Onu tanıyanlar sadece bu nükte ve mazmunları tekrarlayacaklar ve bununla çok sevdiği Bâki'nin şu güzel misrâının doğruluğu bir daha anlaşılacak: Baki kalan bu kubbede bir boş seda imiş!