Arama

Kim ‘Bana Çok Şey Verildi’ Diyebilir?

Kim ‘Bana Çok Şey Verildi’ Diyebilir?
Yayınlanma Tarihi: 16.6.2023 12:42:52 Güncelleme Tarihi: 16.06.2023 12:42
Sesli dinlemek için tıklayınız.

'Kuşkusuz biz sana kevser verdik, Rabbin için namaz kıl, kurban kes.' (Kevser, 1-2).

Kaç insan kendisine 'kevser' yani 'çok nimet' verildiğine inanır, kaç insan böyle bir hükme kendi hayatını şahit göstererek tanıklık edebilir? Günlük hayatın meşakkatleri ile sınırsız hırslar arasında daralan zihnimizi varlığa açarak yaşadığı hayatı bir lütuf olarak görecek, Allah'ın verdiklerinin çokluğuna şahitlik edecek, hepsinden önemlisi bütün bir hayatı var oluşu lütuf ve ihsan olarak itiraf edebilecek kaç insan vardır? Kim var ise surenin evvel emirde muhatabı odur, kim 'bana çok şey verildi' diye tanıklık edebilirse, surenin ehli o olacaktır.

Kevser suresi öncesindeki surelerle beraber düşünüldüğünde insan ve Tanrı ilişkisi hakkında bize bir çok bilgi verir. Duha suresinde Hz. Peygamber'e hitaben dile getirilen bazı nimetler tadat edilir. Bu minvalde Duha suresi ve Kevser suresinde dile gelen 'çok şey'in bir kısmını anlatır: Allah Peygamber'i bir 'yetim' olarak yaratmış, himaye etmiş, yoksul bulmuş, zengin eylemiş, dalalette bulmuş doğru yola iletmiştir. Tanrı ile arasındaki bu ilişkiyi sürekli yad etsin diye ahlaklı davranmayı talim etmiş ve demiştir ki: (Sen de) Yetimi itme, isteyeni boş çevirme! Surenin ikinci kısmını önceki nimete karşılık vermek, Tanrı'ya mukabele etmek şeklinde düşünmek, dini anlayış dahilindeki bir düşünme tarzını beyan eder: Allah insana iyilik etmiştir, bunun karşılığını ise başkasına iyilik yapmak şeklinde bir yükümlülük olarak insana yüklemiş, insanı kendisinin ona davrandığı gibi davranmakla sorumlu tutmuştur. Bu düşünme tarzı bir meşruiyet taşısa bile, ideal dindarlık tarzını ifade etmez. İslam dahilindeki ideal veya hakiki dindarlık, ahlakı bir düşünme ve hatırlama, günlük hayat dayatmasının icbar ettiği unutmaya karşı başa dönmek, metafizik bir sıçrama yapar gibi, duyusal olanın istilasından zihni arındırmak yoluyla sürekli ve baki insanlık durumunu hatırlamak üzere davranmak süreci olarak düşünmektir. O zaman insan bir yetimi görmekle sürekli yetim/yalnızlığını oluşunu yoksul ile ontolojik ihtiyacını (imkan), yol soran ile bilgideki kifayetsizliğini hatırlamakla öteki insanı Tanrı karşısındaki ilk ve ezeli duruşunu teşhir eden bir ayna olarak algılar.

Duha'nın akabinde başka bir nimete dikkatimiz çekilir: İnşirah! İnşirah veya sadrın açılması Hz. Musa'dan baki kalan bir akıllanma ve ahlak duasıdır. Hz. Musa 'Rabbim sadrıma inşirah ver, isimi kolaylaştır' demiş, Firavun'a daveti götürebilecek bir kalp ile mücehhez olmak istemiş, Tur-ı Sina'dan nebi olarak kavmine ve Firavun'a gitmiştir. Hz. Peygamber'e ise 'Senin kalbine inşirah vermedik mi, yükünü kaldırmadık mı?' diyerek aynı nimete dikkatimizi çekmiştir. Ayet-i kerimede zikredilen sadrın (göğüs, idrak alanının giriş kısmı), duyular ve hafızayla sınırlanmış-daralmış idrak kabiliyetimiz demek olduğunu biliyoruz. Her insan yaşadıklarının etkisi altında bir yandan idrakini genişletmek isterken bir yandan tecrübe ve hafıza ile idrak belirli bir alanda hapsedilir, daralır, esas yolundan çıkar, korkular ve savunma refleksleriyle zamanı ve mekanı ıskalayarak hayret içinde yolunu şaşar. Yaşanılan zamanı ve mekanı ıskalayarak başka bir zamanda ve mekanda yaşamak, duyulur dünyanın ve hafızanın zihin üzerindeki mücbir etkisinden kaynaklanan bir düşünme sorunudur. Allah, Peygamber'e 'Senin sadrını açmadık mı?' diyerek onun idrakinin vahiy sürecinde nasıl değiştiğini ve duyulur, dünya ve tecrübeden özgürleşerek nasıl evrenselleştiğini hatırlatır. Haddizatında işi kolaylaştıran da bu 'akıl büyümesidir.'

Tekasür suresi ise insanın gerçekte taleplerinin zaruri ihtiyaçlardan kaynaklanmadığını gösterir. İnsan hep çoğaltmak ister, hep fazlasını ister, en azından böyle olduğunu zanneder. Belki de insan çok istemeye cesaret edemeyen birisidir ve çok istiyormuş gibi görünmekle saklamak istediklerimiz vardır. Sure literal bir okumayla insanı kınar gibidir; fakat devamında dini hayatın en önemli kavramlarından birisini teşkil eden 'yakin' yani kesin inancın dereceleriyle birlikte zikredilmiş olması sureyi başka bir istikamette okuma imkanı verebilir. İnsan çok istiyor, çoğaltmak istiyor, fakat Asır suresinde gördüğümüz üzere hüsrana düşüyor, ziyanda yaşıyor; Humeze suresinde gördüğümüz üzere istediği şeylerin dünya hayatında iktidar bahşetmesini yeterli görüyor. Demek ki büyük var oluş serüveni içerisinde insan çok istediğini zannetse bile, çok istemiş gibi yapıp az istiyor, azla yetiniyor, gerçekte az olanı çokmuş gibi algılıyor ve kendini kandırıyor. İnsan dilemması tam olarak burada tebellür ediyor: 'Çoğaltmak sizi oyaladı' demek, çok nedir ve çoğu istemek nasıl olacaktır, bunu bilmiyorsunuz demek olmalıdır. Bu itibarla surede zikredilen 'tekasür' kelimesini -ilgili babın özelliğini hatırda tutarak- çokmuş sanılan şey anlamında okumak gerekir. İnsan çok nimet istiyor fakat azı çok sanarak aldanıyor. Derinimizdeki doyumsuzluk bizi talebe sevk ediyor, duyusal dünyanın acullüğü ile tecrübenin umutsuzluğu idraki ürkütüyor, ona azı çok diye dayatıyor, onu aldatıyor, aceleci duyular ile derin tatminsizlik arasında bocalayan idrak, 'tekasür (çokmuş sanılan şeyler, bize yeter denilenler)' ile oyalanıyor.

Kevser ise insanın talebine ve derin açlığına karşılık gelen nimete atıf yapıyor: Hem nicelik hem nitelik olarak insan sonsuz olanı talep ediyor, 'ebter' olanı reddetmek, ondan kurtulmak istiyor. Bunun nedeni ilahi surette yaratılmış olmaktır. Ahlak teorisi sınırsız hırsı ve büyük talebi insanın yegane kurtuluş yolu görmek, onun talebini tahrik ve teşvik etmek, kurtuluşun ise meşakkatli bir yolculukta bulunduğunu hatırlatarak dikkatini sonsuzluğa çekmek ister.

Kevser suresi insana talebinin verildiğini beyan ediyor, 'sana çok şey verildi' bu demektir. Bu nedenle ona bunu veren karşısında durması, O'nu müşahede etmesi (salat) ve kendi inşa ettiğini feda etmesi (kurban) emrediliyor. İnsanın talep ettiği şey, hem nicelik hem nitelik olarak yaşadığı yerde ve kurduğu dünyada mevcut değil. İnsan çok istiyor, bundan daha büyük nimet yoktur; fakat bu isteğin insanı içine düşürdüğü körlükle azı çok sanıyor (tekasür), şaşı bir gözle geçici olanı yeterli ve tam sayıyor. Sonra öteki insanları az olan çoğa göre değerlendiriyor, insanı bir ayna olarak görmek yerine kendini nesneleştiriyor (humeze).

Kevser suresini düşünmek bu açmazdan çıkma yoludur.

Ekrem Demirli

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN