Prof. Dr. Teoman Duralı
22.12.2019
Prof. Dr. Teoman Duralı
‘Yuçnulu barbar atlılar…’
Tüm Yazıları

‘Yuçnulu barbar atlılar…’

1. "Hadi, Ammianus ile Jordanes'in hatâlarını görmezden gelsek bile, peki ya, Hunlara şişkin dudaklar, düğme biçiminde gözler ile çarpık bacakları yakıştıran çağdaş müelliflere ne demeli! Li Po'nun bir şiirinde bahsi geçen muhtemelen Türk olan Yuçnulu barbar atlılar, sarışın olarak tasvîr olunuyorlar. Hattâ çok sonraki tarihlerde Çinliler, Moğol Huang t'ou Şih-veileri "sarışın Şih-veiler" şeklinde bizlere tanıtıp Cengiz Han ile ahfâdının dahî kızıla çalan sarı saçlı, gök gözlü olduklarından söz etmişlerdir... Belgelerde geçen adlar da Türkcedir..."[i]

Sözünü ettiğimiz kavmî özelliklerin, M.Ö. Birinci binin ortalarından itibâren öbekler hâlinde zaman zaman batıya göçen Hsiung-nulaı ile doğuya kayan Anlerin 'evlenme'lerinden ortaya çıkmış olabilecekleri akla yatkındır. Doğuya, anayurtlarına çekilip 'evlenme'lerin ardı arkası kesilince, Hsiung-nular ve onların ahfâdı, aslî ırk özelliklerine rucûu etmişlerdir —Çin metinlerinde tasvîr olunan eski Kırgızların tipleri ile sonraki dönemlerin Moğollaşmış olanların arasındaki fark, bu bildirdiğimiz hususa örnektir. Otto J. Maenchen-Helfen' e kalırsa, kazılar ile eski Çin belgelerinden Türklerin, dolayısıyla da Türkcenin, ihtimâl, Moğolların (Ç Xiong-nu/Hiong-nu), böylece Moğolcanın dahî, Çinlilerin Hsiung-nu dedikleri Hunlardan, böylelikle de Huncadan türemiş oldukları sonucu çıkarılabilinir.[ii]

M.Ö 206 yahut 204te, demekki Han hânedânının ilk dönemlerinde Çinin kuzeyi ile kuzey batısında Hsiung-nu adıyla tanınan bir kavim boy göstermiştir. Özellikle Mete (Ç Mao-dun) Hanın hükümdarlığından itibâren Çinliler, mezkûr adı kullanır olmuşlardır. Hsiung-nunun Çince anlamı "korkuç köle"dir. Hunların kendilerine Hun demiş olmaları gittikce kuvvet kazanan bir ihtimâl olup Eski Türkcede 'insan' yahut 'budun' ('halk', 'millet') demekti. Tunguzcada da Khun, 'kuvvet' yahut 'cesaret' anlamlarına gelmektedir.

M.S. 8 - 100: Gücü azalan Hsiung-nu, 48de P'u-nu'nun hükümdarlık döneminde güney - kuzey şeklinde ikiye bölünmüştür. Güney Hsiung-nulu An-kuo'nun önderliğinde 94 yılında yeniden birleşmişlerdir. Tan-şi-huai (hük: 156 - 181) devrinde Sien-piler güçlerinin, kudretlerinin zirvesini idrâk ederlerken, Çin kayıtlarına göre, Hsiung-nular, 158de Doğu Türkistan ile Altay yöresini terkedip batıya, Aral gölünün kuzeyi ile Hazar denizinin kuzey doğusundaki bozkır ile onun ötelerine, oradan da kuzey batıya kaymıştır.

Batıya yönelen Hsiung-nu, tarihte Kara yahut Avrupa Hunları adıyla anılır olmuştur.[iii]

300 - 399: Türklerin, Tatarlar ile Uygurların muhtemelen atası olan Hunlar, Hazar bozkırlarından Roma imparatorluğu topraklarına sık sık akın düzenlemişlerdir.

432 - 453: Hun akınlarının tepe noktasını Attila Hanın (395 - 453) kumandasında yürütülmüş bir dizi vuruşma oluşturmuştur.

2. Çin kaynaklarına göre, Türkler (Ç T'u-kieü), Hiung-nuların (yanî Hunların) en önde gelen kollarından biridir. Adları da, A-şi-naydı (Asena). İleriki tarihlerde güçlü komşularının hâkimiyetine girdiler. Düşman askerleri, on yaşlarındaki bir oğlancık hâriç, boyun bütün erkek fertlerini kılınçtan geçirdiler. Öldürmeğe kıyamadıkları oğlancığı da bataklığa attılar. Bataklığın kıyısından geçen bir dişi kurt, onu oradan kurtarıp süt ve etle beslemiş. Oğlancık büyüyüp serpilmiş, kocaman erkek olmuş. Onunla sevişen kurtsa, ondan gebe kalmış. Komşuların kağanı, olanlardan haberli kılınınca, erkeği de kurdu da öldürtmek üzre, adamlarını üstlerine salmış. Bunun üzerine kurt, kuzeydeki Turfan (Ç Kao-ç'ang) topraklarında bulunan dağa kaçmış. İçi gür ot örtüsüyle kaplı mağaraya sığınıp orada on erkek çocuğu doğurmuş. Çocuklar büyüyünce, kendi boylarından olmayan kadınlarla evlenmişler.[iv] Bu çocuklar ile onların ahfâdı, yine başka boylardan gelen kadınlarla çoğalarak soy salmış, boy olmuşlar. İlk doğurucu anneleri Asena'nın adını benimsemişler. Tabaası oldukları Yu-Yulara hizmet etmek üzre, yüz aile hâlinde mağaradan çıkmışlar. Artık Kin-şanların (Altayların) güneyinde yaşayıp Yu-Yular hesâbına demiri döğüp işlemişlerdir. Yaşadıkları Kin-şan, miğferi andırdığından, ona da T'u-kiu dediklerinden, nihâyet bunu giymeği âdet edinmiş olduklarından, kendilerini böyle adlandırmağı uygun görmüşler. Çoğala çoğala boyluğu aşıp budun (millet) dahî olan T'u-kiular, hükümdarları Bumin (Ç T'u-men) Han döneminde, Çinlilerin ise Çu hânedânı devrinde (545 yılında), onların hükûmetiyle ilk defa temâs kurmuşlardır.

3. 501 - 600: Oğuz oymaklarının kurduğu Göktürk imparatorluk devleti.

4. 900 - 1000: Onuncu yüzyılda Müslümanlığı resmen kabul eden Oğuz oymakları, Türkmen adıyla anılır olmuşlardır. Bunlar, Gaznelileri yenerek İranı ele geçirmişlerdir. İlk büyük, kayda değer Müslüman Türk devleti, kurucusu Selçuk beğin (ö: 1009) adıyla anılan Selçuklu imparatorluğudur.

5. Toprakları genişletip Selçukluyu imparatorluk devleti durumuna getiren, Oğuzların Üçok koluna mensûp Kınık soyundan olup Seyhun ile Ceyhun ırmaklarının ötesinden, Aral gölü yakınlarından gelen Dukak'ın oğlu Selçuk beğin torunları Tuğrul (990 - 1063) ile Çağrı (990 - 1060) beğlerdir.

1036'da Oğuzların başı Tuğrul beğ, sultan ünvânını almıştır.

1038 - 1077: Hazar denizi ile Aral gölünün kuzeyindeki anayurtlarından İslâm âleminin merkez coğrafyasına dek uzanan Büyük Selçuklu imparatorluğu aracılığıyla Türkler, Batı Asyanın siyâsî ile askerî denklemlerinin en önemli tarafı olmuşlardır. Kalburüstü usta savaşcıları ve okcularıyla Selçuklu ordusu, gerek İslâm âleminde gerekse onun önde gelen hasmı karşısında rakîpsizdi. Fakat ilk zamanlarda Selçuklular, dörtbaşı mamûr birlik sağlayamamışlardır. Ayrıca devlet idâresinde de acemiydiler. Ancak, henüz Horasanda tanıştıkları İranın üstün devlet idâre sanatını öğrenip içleştirmekte gecikmemişlerdir. Özellikle kalburüstü İranlı devletadamları ile idârecilerini bünyelerine katmakta Selçuklular tereddüt göstermemişlerdir. Zâten ilk günlerden itibâren gerek din gerekse medeniyet olarak İslâmı Türkler, genellikle, İran üzerinden öğrenip benimsemişlerdir. Bu sebeple başta dinî ıstılâhlar olmak üzre, Farscadan önemli sayıda söz ile diğer dilbilgisi unsuru Türkceye peyderpey idhâl olunmuştur. Giderek, Fars kültürü, gerek Selçuklu gerekse sonraki Osmanlı dönemlerinde Türk kültürüne örnek olmuştur. Öncelikle Selçukluda, başlardaki Farsseverlik (Farsperverlik), git gide Farsataparlık (Farsperestlik) raddesine vardırılmıştır. Nihâyet Türk asıllı ve dilli olan Akkoyunluların zoruyla Farslar, 1400lerin ortalarından itibâren Şüleştirilmeseydiler, Türklük, ihtimâl, Fars dili ile kültürünün bağrında eriyip yitecekti. Safevî İranın Şuliğine Sünnîlikle karşı koyan Osmanlı, genelde Türk kültürünü, özellikle de dilini Farsınkinin eritici çekim gücünden kurtarıp korumuştur. Zengin ve güçlü medeniyet geçmişlerinde gördüğümüz Mecûsîlik, Mazdakcılık, Manicilik (Manicheisme), Nasturcu Hırıstıyanlık gibi dinler ile mezheplerden kültür unsurlarıyla bezenmiş Şîîlik, haddizâtında din olarak Müslümanlığın ilk sancakdarı Araplığa karşı Farsların, kimliklerini koruma kaygısı ile kavgasının ifâdesi olmuştur. Baştan beri, başta Türkmenler olmak üzre, geniş bir Türk çevresinin Şîî-Alevîleşmesi Farslarınkine benzer bağlamda değerlendirilmeli. Tabîî, Araplaşmayayım derken Türklerin, Farslılaşma tehlikesi de vâriddi. Sözünü ettiğimiz tuhaf durum, Türk tarihinin en ilgi çekici vechelerinden birine imkân hazırlamış, zâten Farslılaşmış olan Safavîler dışında, Karahanlılarda, Gazneliler, Baburoğulları, Kölemenler, Selçuklular ile Osmanlılarda olduğu üzre, devletin hemen her zaman Sünnî olmasına karşılık, en azından bir kısmıyla tabaanın, toplumun Şîîlik ile Alevîliğe meyletmesine etken olmuştur.

6. Yukarıda bahsi geçen iki kutub arası gidiş - gelişlerin örneğini Osmanlı tarihinde dahî görebiliriz. Osmanlı, kuruluş yılları olan 1300lerin başından 1500lerin ilk yarısına değin tasavvuf tarikatlarının yoğun etkisiyle daha ziyâde 'Alimeşrep'ti. Doğrudan doğruya Alevî Türkmenlerin (Kızılbaşlar) dışındaki Türkler, Yarımada Arapları ile Kürtlere oranla daha 'geniş açılı' bir Sünnîliği yaşamaktaydılar. Dolayısıyla iki cenâh arasında, en azından gündelik yaşama düzleminde, ciddî ayrılık aykırılık yoktu. Devlet de iki taraftan birine gözle görülür raddede eğilim göstermemekteydi. Ne vakit Farslılaşmağa kayan Safavîlerin Şîîleştirme siyâseti Osmanlı ülkesini doğudan tehdit etmeğe başlayınca Osmanlı, tabîr câizse, 'Ömermeşrep' kesildi. 1600lerden 1800lerin başına değin Osmanlı, İrandan gelen tehditlere göre hep 'Alimeşreplik' ile 'Ömermeşreplik' arasında mekik dokumuştur. II. Mahmut'un Bektaşîliğe bağlı Yeniçeriliği ilğâsıyla birlikte sert ve sıkı bir Sünnîlikten yana kesin tavır koyulmağa yönelinmiştir. Mete ile Bilge kağanlardan yahut Tonyukuk'tan Mustafa Kemâl Paşaya değin Türk devlet refleksinin değişmez özelliği, vatan toprağının elden çıkarılmasına katî tahammülsüzlüktür. Tehdit, ufukta belirmeğegörsün, elde avuçta ne varsa, her şey fedâ olunabilir. İcâbında evlâda veya Yavuz Sultan Selîm (Kızılbaş Türkmenler) ile II. Mahmut'ta (Yeniçeriler) gördüğümüz gibi, kendi insanına bile, göz kırpmadan, kıyılabilir. Böyle bir tehlikenin başgöstermesi durumunda kavmî bağlılıklar dahî ikinci plana düşer. Nitekim, Yavuz, devletin toprak bütünlüğüne tehdit teşkil eder gördüğü soydaşları kılınç artığı (Kızılbaş) Türkmenleri bugünkü Iraka sürerken, Sünnîliği ziyâdesiyle ciddîye alan Kürtleri yaşadıkları Zağros dağlarından kitleler hâlinde Doğu Anadoluya taşıyarak Şîî İrana karşı set çekmiştir.

7. 1042: Tuğrul beğ kumandasında Selçuklular Batı Asyanın hâkimi olmuşlardır.

1050 - 1055: Yine Tuğrul beğ kumandasındaki Selçuk ordusu Isfahan ile Bağdadı fethetmiştir. Böylece Selçuk imparatorluğu, İslâm âleminin öncü ve önder devleti olmuştur.

Ağustos 1063te Tuğrul beğin vefâtı üzerine yeğeni Alparslan (1030 - 1072) tahta çıkmıştır.

Saltanatı 1063ten 1072ye değin süren Alparslan'ın çığır açıcı başarısı, İmparator Romanus IV. Diogenes (ö: 1072) kumandasındaki Bizans ordusunu 19 ağustos 1071de Van gölü yakınlarındaki Malazgirt ovasında bozguna uğratıp imparatorun kendisini tutsak almasıdır. Böylelikle Anadolu, Müslüman Türkün yerleşimine açılmış; yerli ahâlinin bir bölümü Müslümanlaşmış; Romanın doğrudan halefi Hırıstıyan âlemin öncü devleti Bizansın da kaçınılmaz sonu hazırlanmıştır. Büyük Selçuklu imparatorluğunun kolu olarak Anadolu Selçuklu devleti şekillenmeğe başlamıştır. Anadoludan hareket eden Selçuklu ordusu Suriyeyi, Filistin ile 1076da Kudüsü fethetmiştir.

1072 - 1092: Alparslan'ın en büyük oğlu Melikşah (1052 - 1092), atasının yerine tahta çıkmıştır. Başta gökbilim olmak üzre, ilme irfana tutkun Melikşah devrinde Selçuklu devleti altın çağını idrâk etmiştir. Başına matematikci, gökbilimci ve şair olan Ömer Hayyam'ın (1050 - 1123) getirildiği rasathâne açılmıştır. İslâm tarihinin en istidâtlı devletadamlarından Nizâmelmülk'ün (görev süresi: 1064 - 1092) teşebbüs ve gayretiyle en önemli ve tanınmış yükseköğretim ve araştırma merkezlerinden Nizâmiye medresesi 1067de Bağdatta açılmıştır. Süleymanşah (ö: 1086) kumandasında Selçuklular, Orta Anadoluyu, bu arada, Konyayı 1075te fethetmişlerdir.

1076 - 1174: Fatımîler, Selçuklulara yenilerek Mısıra çekilmişlerdir.

1076: Suriye başta olmak üzre, Selçuklu devletine bağlı geniş topraklar, 'atabeğlik' denilen idarî birimler şeklinde taksîm olunmuşlardır. Şam, yeniden imâr görerek güzelleştirilmiştir.

1092: Melikşah'ın vefâtıyla. Büyük Selçuklu imparatorluğu birlik ile bütünlüğünü yitirmiştir. İç savaş.

Atabeğliklerin birçoğu pâyıtahttan koparark başına buyruk hâle gelmiştir.

1096: Haçlı seferlerinin başlangıcı. İznik ile Eskişehirden başlayarak Anadoluda, Suriye ile Filistinde Haçlıya karşı Selçuklu Türkü Dârülislâmı savunmuştur.

1097: Konya pâyıtaht olmak üzre, Anadolu Selçuklu Devleti kurulmuştur. Konya, İslâm âleminin bellibaşlı ilim irfân merkezlerinden biri olmuştur.

1272: Yedinci ve son Haçlı seferi. Ele geçirdikleri İslâm illerinden ve vuruşmalarda aldıkları Müslüman Türk tutsaklardan kimini Haçlılar, Frengistana (Avrupaya) taşımışlardır. Benzer bir durumla Osmanlı - Haçlı (1490 ile 1500) ve Osmanlı - Avusturya vuruşmalarında da karşılaşılmıştır.

Avrupaya götürülmüş Türk tutsakların ahfâdı Türk soyadını çeşitli imlâlalar altında taşımışlardır: 'Le Turque', 'le Turk', 'De Turk', 'De Turck', 'Türke', 'von Türke' v.s.

(Ş. Teoman Duralı'nın, Dergah Yayınları'nca yayınlanan 'Sorun Nedir' isimli kitabından alıntılanmıştır.)


[i] Otto J. Maenchen-Helfen: "Die Welt der Hunnen/ eine Analyse ihrer historischen Dimension", 245., 252., 302 & 303.syflr.

[ii] Bkz: Otto J.Maenchen-Helfen: Aynı yer.

[iii] Bkz: "Hunnen", "Wikipedia, derfreien Enzyklopadie", wikipedia.org/wiki/Hunnen, 2005.

"Wikipedia der freien Enzyklopadie"yle ilgli olarak "Kaynaklar"a bkz.

[iv] Efsânede de görüldüğü gibi; söz konusu olan 'dışarıdanevlenme'dir.

Prof. Dr. Teoman Duralı

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

YAZAR ARŞİVİ

Prof. Dr. Teoman Duralı

Prof. Dr. Teoman Duralı Diğer Yazıları