Arama

Selahaddin E. Çakırgil
Mayıs 1, 2019
Morrison Süleyman’dan ‘Çoban Sülü’ye…
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Süleyman Demirel'in kendisine yönelik mason suçlamalarına aldırmadan, 'Koca Reis' diye takdim edilen, ancak ailevî muktesebâtına bakılarak muhafazakâr diye nitelenen rakibi Sadeddin Bilgiç tarafdarlarına, kongrede, 'Ben evinde Kur'an okunmadan kahvaltıya oturulmayan bir ailenin çocuğuyum.' sözleriyle dolaylı bir karşılık vermesi ile kesin bir üstünlük elde edip kazanmasından sonra..

Artık Süleyman Demirel'in yıldızı parlamaya başlamıştı. masonluk iddialarına karşılık olarak ise.. Masonlar Derneği Başkanı'nın, 'O bizim üyemiz değildir..' şeklinde matbuata yansıtılan bir yazısı inandırıcı bulunmamıştı. Çünkü 'Mason Derneği' o zamana kadar, hakkında masonluk iddiası olanlar için böyle bir açıklama veya yalanlama yayınlamamıştı.

Bu arada Demirel'in nasıl başarılı bir genç olduğu etrafında da bir kampanya yürüyordu. Onun Menderes'in son döneminde, B. Amerika'ya gönderildiği ve oradan döndükten hemen sonra, Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü'ne getirildiği yeni öğrenilmişti. Öyle olunca da, 'Barajlar Kralı' yaldızlamasının daha bir yoğun ve etkili olması tabiî idi. (Sonradan anlaşıldı ki, Demirel, 27 Mayıs İhtilali'nden sonra askerliğini yapmış ve sonra da serbest hayata atılmış ve bu arada Adalet Partisi'nin Ankara İl Başkanlığı'na da getirilmiş ve 1963 ortasında bir kısım solcu- CHP'li gençler AP İl binasını basıp dağıttıkları her şeyi yukarıdan caddeye attıkları zaman Süleyman bey, arka kapıdan kaçmıştı. Başbakan İsmet İnönü ise, o sokak serserisi durumundaki kitlelerin AP Ankara İl Merkezi'ni kırıp dökmeleri, tahrib etmeleri karşısında, 'AP de gençleri tahrik etmesindi..' diyerek sorumluluğu AP'nin üzerine atmıştı..)

*

Demirel'in, Amerikan Başkanı J. F. Kennedy'nin öldürülmesi üzerine, onun yerine geçen Başkan Yard. L. Johnson'la (onun Başkan Yardımcılığı döneminde) kol-kola fotoğraflarını kendi propagandası için kullanması, onun 'Amerikan uşağı' olduğu iddialarına daha bir çanak tutmuştu. Ve ardından da Morrison Süleyman iddiaları gelmişti. Bu da Demirel'in inşaat mühendisi olarak Morrison isimli bir Amerikan Şirketi ile Türkiye'de ortak bir inşaat işi yapmasından kaynaklanıyordu. Ama, bu sıradan bir ortaklık olsa bile, Morrison Süleyman lafı, muhalefet ve diğer solcu çevrelerde tutmuş ve o ticarî ortaklığın boyutlarını çok çok aşmıştı. Matbuatta hemen her yerde devamlı 'Morrison Süleyman' vardı. Buna karşı, o zamanki deyimle sağcı diye nitelenen ve bir hayli zayıf olan matbuat da, Demirel'e bir 'yerlilik' havası verebilmek için, 'Çoban Sülü..' tefrikalarını ve Demirel'in çobanlık yaptığı çocukluk yıllarının fotoğraflarını boy boy yayınlamaya başlamışlardı.

Ama, bu suçlamalar ülke çapında, bazan beklenmeyen etkiler de meydana getiriyor ve 'Adam, Amerika'yla iyiymiş.. İyi ya işte.. Amerika'dan buğday gelmezse açlıktan nefesimiz kokacak.. Amerika'yla zıdlaşmaktan biz zararlı çıkarız..' lafları hemen her yerde duyulabiliyordu.

Çünkü, ülkenin nüfusu 35 milyon civarındayken bile, üretilen buğday ülkeye yetmiyordu. Bugün, bu ülkede 83 milyon vatandaş, 4 milyonu mülteci ve milyonlarca da turistle, nüfus 90 milyonu aştığı halde, ülkede üretilen buğday, iç ihtiyacı karşılıyor.

*

Ülkede bunlar olurken, dünyada ve yakın çevremizde bazı önemli gelişmeler oluyordu.

O yıllarda, USA Başkanı Kennedy'nin öldürülmesi, Sovyet Rusya'da ise Nikita Kruşçev'in iktidardan uzaklaştırılması ve Stalinci kanadın Leonid Brejnev liderliğindeki -komünizm prensiplerine sımsıkı bağlı olan- kadroların işbaşına gelmesi ve ayrıca, İkinci Dünya Savaşı'nda her ikisi de en ağır şekilde yenilgiye uğrayıp, ülkeleri harabeye dönen Almanya ve Japonya'nın hemen bütün dünyayı hayrete düşüren teknolojileriyle harikalar meydana getirmesinden ayrı olarak, dünyadaki bir çok hadiseler de bizi yakından ilgilendiriyordu.

Dünyadaki diğer gelişmelerin en önemlisi, bizim neslimiz için, komünist ve kapitalist dünyalar arasındaki Vietnam Savaşı'nın bütün şiddetiyle devam etmesiydi. Kuzey Vietnam'ın komünist lideri filozof havalı Ho Shi Minh ve bir de güçlü Amerikan ordusunun ağır bombardımanlarıyla desteklenen Güney Vietnam'daki güçleri çete savaşlarıyla perişan eden General Giap'ın destanlarını solcu matbuat ve diğer yayınlardan az-çok öğreniyorduk. Güney Vietnam'dan ise, bu savaşı protesto eden Budist rahiplerden onlarcasının sık sık, üzerilerine benzin dökerek kendilerini yakışlarının dehşet verici haber ve resimleri geliyordu.

Güney Vietnam'ın Amerikan destekli lideri ise, dünya matbuatında 'Korkunç Yenge' diye anılan bir kadının acımasız cinayetleriyle hemen her gün dünya matbuatında gündemden düşmüyordu. Ama, Vietnam'dan Amerikan askerlerinin bayraklara sarılı tâbutları giderek artan bir şekilde geldikçe, Amerikan şehirlerinde ve Beyaz Saray önünde de giderek yükselen protesto gösterileri dünya kamuoyuna da yansıyor ve savaş karşıtı gösteriler bizim zihnimizde de az-çok bir iz bırakıyor, ama, 'Amerikalılara karşı çıkalım derken, komünistlerin safına düşmeyelim' dikkatini de korumaya başlıyorduk.

Ama, o sırada, Amerika Başkanı Johnson ise başka bir acı gerçekten haber veriyor ve 'Vietnam Savaşı siyesinde, Amerikan ekonomisi, yüzde 70'lik bir duraklamadan kurtulmuştur.' diyordu.

*

Afrika'da ise, Portekiz, Belçika, Fransa, İngiltere gibi sömürgeci Avrupa devletlerine karşı yükselen istiklal mücadeleleri kanlı savaşlarla devam ediyordu.. Kenya'da, Kongo'da, Mozambik'te, Nijerya'da, Nijer'de, Senegal'de, Fildişi Sahili'nde ve diğer bölgelerde oluk-oluk insan kanı akıyordu. Hele de, USA emperyalizminin de Afrika'da devreye girmesi ve Kongo Bağımsızlık Savaşı'nın ünlü ismi Patric Lumumba'nın CIA ajanları tarafından kaçırılması ve bir uçakta öldürülmesine dair haberler düşünce ve duygu dünyamızı alt-üst ediyordu.

Bu arada, Fransa'nın ünlü lideri General Charles de Gaulle'ün, kendi ülkesinin ilk atom bombasını patlatıp, ardından Fransa'yı NATO'nun askerî kanadından çekmesi, ve ayrıca, dünyadaki değişim biriminin Amerikan Doları olmasına karşı çıkıp, devletlerin, dünya çapında ortak değişim birimi olarak yeniden altın varlığına dönülmesi yolundaki teklifi dünyada büyük etkiler meydana getiriyordu.

Çin'de ise, komünist güçlerin lideri Mao karşısında yenilgiye uğrayıp, Formoza adasına sığınarak orada bir ayrı devlet kurduğunu ilan eden Mareşal Çan Kay Şek'in takipçilerince ve henüz de Amerikan emperyalizminin -hâlâ da sürdürülen- Nasyonalist Çin diye nitelenen rejim bize daha yakın gözüküyordu. Kıt'a Çini'ne hâkim olan Mao ise, 'Kültür Devrimi' diye isimlendirdiği, Çin toplumunu etkisi altına alan ve emperyalist dünyaya aid olan, eğlencelere varıncaya kadar, yabancılardan Çin toplumuna sızmış olan bütün âdetlerin, yaşayış tarzlarının yok edilmesi için bir kampanya başlatmıştı Hattâ, güneş gözlüğü kullanılması bile o cümleden sayılıyordu.. Bu kampanya, bazı çevrelerin dalga geçmelerine rağmen, bizi ister istemez düşündürüyordu.

O dönemde Mao'dan ayrı olarak, Komunist Çin Başbakanı olan Chu En Lai de dikkat çekici açıklamalarda bulunuyordu. Hindistan ve Çin arasında bir düşmanlık devam ediyordu. Amerika, Hindistan'ı destekliyordu. Chu En Lai ise, 'Biz bir milyar nüfusumuzla bu topraklara sığmıyoruz. Bir nükleer savaşa mâruz kalır ve yenersek, bize yetecek yeni topraklar elde ederiz; yenilirsek, en çok 400 milyonumuz ölür, geride kalan 600 milyon insana ise bu topraklar yeter..' gibi ilginç ve tuhaf sözleriyle dikkati çekiyordu.

Selahaddin E. Çakırgil

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN