Arama

Prof. Dr. Sefa Saygılı
Mart 31, 2020
Leo Tolstoy (1828-1910) üzerine

Bütün dünya ülkeleri gibi ülkemiz de korona salgınıyla mücadele ediyor. Devamlı hijyen ve temizlik kurallarına dikkat etmemiz, elbette sık ellerimizi yıkamamız yanında sosyal tecrit (izolasyon) üzerinde duruluyor. Tecrit için de tabi ki evde kalmamız, mecbur olmadıkça dışarıya çıkmamamız tavsiye ediliyor.

İşte evde kalınca ne yapacağımız, vakti canımız sıkılmadan nasıl geçireceğimiz bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.

Korona virüs mücadele sürecini başarıyla yönetmekte olan Sağlık Bakanımız Dr. Fahrettin Koca, "Dışarıda eskisi kadar güzel olmasa da bir dünya var ama evinizde oturun" dedi ve Mustafa Kutlu ile Tolstoy okumayı önerdi. Mustafa Kutlu günümüzün usta bir hikâye ve deneme yazarı. Edebiyatın zirvesinde. Zevkle okunacak yazar.

Ben diğerinden bahsedeceğim. Klasik edebiyatın vazgeçilmez romancısı Tolstoy'dan. Anna Karenina, Savaş ve Barış, Diriliş, Hacı Murat başlıca eserleri. Onun eserleri kadar hayatı da ibretler, zikzaklar doludur çünkü.

Tolstoy, 1828'de Moskova yakınlarındaki ailesine ait geniş ve refah mülklerinde dünyaya geldi. Rusya'nın en zengin ailelerinden birinin çocuğuydu. 70 köleleri vardı. Tolstoy, gözlerini dünyaya debdebe, varlık içinde açtı. Ama bunlar daha çocuk yaşlarında bile ona mutluluk vermedi. 3 yaşındayken annesini, 9 yaşındayken de babasını kaybetti. Yaşlı iki kadın akrabası onu ve 4 kardeşini büyüttü.

Gençlik döneminde debdebe içinde yalnızlık çekiyordu. Beyni sürekli bir ateşle yanıyordu. Bir yıl süresince bulabildiği bütün öğretileri bulup üzerinde denedi. Stoacı oldu, kendi bedenine işkenceler uyguladı. Derken Epikürcü oldu, zevklere daldı. Sonra ruhların göçüne inandı. Arkasından sayıklamalı bir boş vermişliğe (nihilizm) düştü. Durumu için:

"Bir şeyi düşünmüyordum artık, bir şeyi düşünmediğimi de düşünmüyordum" diyecekti.

16 yaşındayken dua etmeyi, kiliseye gitmeyi bıraktı. Ama inancı ölmemişti, için için kıpırdıyordu içinde:

"Gene de bir şeye inanmıyordum. Neye? Söyleyemezdim. Allah'a hala inanıyordum, daha doğrusu onu inkâr etmiyordum. Ama hangi Tanrı'ya? Bilmiyordum. İsa ve doktrinini de inkâr etmiyordum. Ama bu neydi, söyleyemezdim."

Tolstoy'un içi rahat değildi, huzursuzdu. O sıralarda "maymunsu bir çirkinliğim var" diyordu. Sert, uzun, ağır bir yüz, alnının ortalarından başlayan kısa saçlar, loş çukurlara gömülmüş küçücük gözler, yaygın bir burun, öne doğru çıkmış kalın dudaklar. Daha çocukluğunda bile bu çirkinliği umutsuzluk bunalımlarına yol açıyordu. Bu sıkıntı onu kumar oynamaya, akılsızca borçlanmaya, tam anlamıyla zevki sefaya dalmaya yöneltti.

Üniversite tahsiline başladıysa da 1847'de okumayı bıraktı. 1851 yılına kadar kaldığı baba ocağında ahaliye yardımda bulunup iyilik etmek istedi. 1851'de Kafkasya'ya gitti ve orduya katıldı. Sivastopol Kuşatmasına iştirak ederek yazdığı hatıralarıyla büyük alaka uyandırdı. Eseri okuyan Çar Birinci Nikola çok beğenmişti. Tolstoy'u Petersburg'a çağırdı ve haraketli hayatı böylece sona ermiş oldu.

Ancak kararsız yaşantısı devam etmekteydi. Yalnızlığı tercih ediyor, insanların yaşama mantığını küçümsüyordu. Kibarlar ve saray burjuvazisi arasında geçen hayat onu tatmin etmiyor, içini doldurmuyordu. Birbirine zıt tutkular arasında bocalayıp duruyordu. Hoşlanmadığı, sevemediği insanların kapısından çıkar çıkmaz onlardan nefret etmesi, aralarına bir daha dönmemeye karar vermesi boşunaydı. Ertesi akşam yine dönüyordu. Bu arada hayatını tehlikeye atarak ayı avına çıkıyor, büyük paralarla kumar oynuyordu. Hayatında hazlar ve tiksintiler birbirini kovalar olmuştu.

1862'de önceleri memnun kalacağı bir evlilik yaptı. O zamana kadar ateist olan Tolstoy, 1867'de inanç ve iman sancıları çekmeye başladı: "Bütün bu yaptıklarım neye yarar? Yaşadığım gibi yaşamak niçin? Varlığımın amacı ne? Ne yapmalıyım?" şeklinde sualler zihnini kurcalıyordu.

Tolstoy, kardeşinin ölümünden etkilendi: "Kollarımın arasında öldü kardeşim. Bütün hayatımda o anda duyduğum hissiyatı bir daha duymadım. Hiçbir şey ölümden daha önemli değil ve her yaşayanın mecburi akıbetinin de bu olduğu düşünülürse hayatın feci olduğunu teslim etmek lazım gelir. Bu kadar uğraş, bu kadar mücadele ne işe yarar? Mademki ölümün adım adım yaklaştığını hissediyorum. Öleceğim ve mezarımda otlar bitecek!"

"Kırk yıl boyunca çalış, didin, ilerle, sonra da ortada hiçbir şey olmadığını gör! Hiçbir şey. Kala kala çürümüş bir beden ve üzerinde kurtçuklar kalacak benden…"

Çirkin ve kötü bir hayata daldı. Kendini içmeye verdi. Düellolar yaptı, akla gelebilen her türlü kötülüğü yapmaktan çekinmedi. Hatta adam öldürdü. Ama yine de ölümü unutamıyordu.

Her yaptığını, her kararlaştırdığını saçma, menfi, üzücü görür olmuştu. O günleri İtiraflar adlı eserinde şöyle anlatıyordu:

"İyice anladım ki hayatımın dayandığı şeyler çöküyordu. Tutunabileceğim hiçbir şey yoktu. Beni yaşatan şey şimdiden yok olmuştu, artık ruhça yaşayamayacaktım. Hayatım durmuştu."

Aslında mutlu olmaması için bir sebep yoktu. Hoş ve gözde bir ailesi, şöhreti, sıhhati, serveti, her şeyi yerli yerindeydi. Bunu bizzat kendisi de itiraf ediyordu: "Eğer bir melek kendisinden ne dilediğimi sorsa ondan ne isteyeceğimi bilmiyorum."

Daha sonra ekliyordu: "Pekâlâ, farz edelim ki altı bin dönüm araziye ve 300 ata malikim, sonra?"

Çünkü ölüm vardı: "Ölümün yaklaştığını hissediyorum, adım adım takip ediyor beni."

Servet, saadet ve refahın zirvesinde bulunduğu bir sırada Tolstoy, her şeyin boş ve fikir azabından başka bir şey olmadığını anlıyordu. Hayatını karartan ölüm korkusu, yok olmaendişesi olmuştu. Tolstoy artık saplantılı haldeydi, canına kıymayı düşündü. Kendisine göre çok daha zor bir durumda bulunan milyonlarca insanın neden ümitsizliğe gömülmediklerini, intiharı akıllarına bile getirmediklerini düşündü. Yoksul bir köylünün ağzından dökülen şu cümleyle aradığı cevabı buldu: "İnsan kendi kendisi için değil, Yaradan'ı için yaşar, çalışır." O zaman Tolstoy, halkın mantıkla değil, inançla yaşadığını gördü. İnanç ilim değil fiildi, yaşanan bir şeydi. Ancak yaşandığı zaman gerçek anlamını kazanabilirdi. Hayatlarıyla inançları uygunluk halinde olanlar ümitsizlikten kurtulabilirdi.

Tolstoy, ateizmin karanlığında tam 35 yıl çırpındıktan sonra imana kavuştu:

"Erken gelmiş bir bahar günüydü. Ormanda yalnızdım, ağaçların sesini dinlerken tefekküre dalmıştım. Son üç yılımdaki iç kargaşalıklarımı, Allah'ı arayışımı, devamlı olarak sevinçten ümitsizliğe düşüşlerimi düşünüyordum. O'nu düşünmekle bile içimde sevinç dalgaları yükseliyordu. Çevremde her şey canlanıyor, her şey bir mana kazanıyordu. Ama inanmamaya başlar başlamaz hayat duruveriyordu."

Artık kararlıydı, kendisini Allah'a adayacaktı. Ama bağlı bulunduğu Ortodoks kilisesinin inanç sistemi onu tatmin etmekten uzaktı. Gene de üç yıl boyunca bu dinin gereklerini yerine getirdi. Mantığına uymayan her şeye bir izah getirmeye, tevil yolunu kullanmaya gayret etti. Ama bir gün dayanamaz oldu. Aklı da kalbi de isyan etti. Kilisesinin ayin şekillerini beğenmiyor, kiliselerin karşılıklı birbirlerine kin beslemelerine akıl erdiremiyordu. Hele hem bir hem üç olan tanrı inancı, dünyanın altı günde yaratılması ve yedinci günde Tanrı'nın istirahate çekilmesi fikri ona ters geliyordu.

Hz. İsa'nın tanrı sayılmasına, "Bunları delil olmadıkça kabul edemem. Zaten Hz. İsa hiçbir zaman tanrılık iddiasında bulunmadı. Sadece vaz 'ettiği dinin ilahi olduğunu söyledi" diyordu. 'Dogmatik İlahiyatın Tenkidi' adlı eserinde (1881), kiliseyi yalnız saçmalıkla ve akıl dışı olmakla değil, "şuurlu ve menfaat düşkünü yalancılıkla" da suçluyordu. Artık kendi yolunu seçmişti. İnsana, tabiata uygun bir Hristiyanlık arayışı içinde olacaktı.

1881 Haziranı'nda kendisine mağrurluk hali veren her şeyi yaşantısından atmak istedi. Köylüler gibi giyinmeye başladı, sakal bıraktı. Her türlü dünya zevkinden uzaklaşmaya gayret etti. Bir lokma bir hırka felsefesine uygun olarak dervişçe yaşamaya çalıştı.

1901 yılında bir kitabının kiliseyi kötüleyen sayfaları öne sürülerek aforoz edildi. Ama Tolstoy buna aldırmadı. İşin enteresan yanı, kiliseleri yermekle birlikte İslam'a hayranlık ve muhabbet beslemesi sebebiyle Müslümanların ilgi ve sevgisini kazanmıştı. Batılıların yanı sıra birçok Müslüman ona mektup yolluyordu.

Şöyle diyordu Tolstoy:

"Hıristiyan ideallerini ve gerçek anlamıyla Hıristiyan öğretisini her şeyden üstün tutan benim gibi birinin söylemesi çok tuhaf görünse de harici biçim bakımından Muhammediliğin kilise Hıristiyanlığına göre karşılaştırılamayacak ölçüde üstün durduğuna hiç kuşkum yok. Bir insandan kilise Hıristiyanlığı ve Muhammedilik arasında bir tercihte bulunması istense, her aklı başında insanın, bir Tanrı ve onun yegâne peygamberi şeklinde tek bir dogması olan Muhammedîliği; teslis, günah çıkarma, Tanrı'nın annesi, ermişler, onların tasvirleri ve karmaşık tapınma ritüelleriyle anlaşılmaz, içinden çıkılmaz bir ilahiyatı olan kilise Hıristiyanlığına yeğleyeceği konusunda hiç kuşku yok."

Tolstoy Peygamberimizin hadislerinden seçmeler yapan bir kitapçık çıkardı. Bu risalesinde, Peygamber Efendimize dair şöyle bir itirafta bulunur: "Bunu söylemek ne kadar tuhaf olsa da benim için Muhammedilik, Haça tapmaktan (Hıristiyanlıktan) mukayese edilemeyecek kadar yüksekte duruyor. Eğer insan, seçme hakkına sahip olsaydı, aklı başında olan her insan, şüphe ve tereddüt etmeden Muhammediliği, tek Allah'ı ve onun peygamberini kabul ederdi."

Sekseninci yaş gününde davetlilerin geliş gidişleri, şarkıları, gevezelikleri yüzünden bitkin duruma düşen Tolstoy kızına: "Ruhumda bir ağırlık var" diye dert yandı. Günlüğüne de "Müthiş bir gitme arzusu var içimde" diye yazacaktı. Daha önce bulunduğu yerden başka diyara iki kaçış tecrübesi başarısızlıkla neticelenmişti.

1910 yılında, 82 yaşındayken üçüncü kaçış denemesini yapmaya karar verdi. Çok yaşlıydı ama bütün gücünü göstermesi gerekiyordu. Artık kararlıydı. Bulgaristan üzerinden Müslümanların yaşadıkları topraklara hicret edecek ve huzuru İslam'da arayacaktı. Ama daha yoldayken, Astapova İstasyonu'nda hastalandı. Yolculuğa devam edebilecek durumda değildi, hastaneye yatırılması gerekiyordu. Fakat bu küçük istasyonda kim olduğu anlaşıldı. Yakınları, onu sevenler toplandılar. 7 Kasım 1910'da burada vefat etti.

Tolstoy'un Müslümanlığı

Yeni Çağ Gazetesi'nden Arslan Tekin Bey bu konuda 29 Mart 2020 tarihinde şunları yazdı:

"Onun İslamiyet'e ünsiyeti vardır ve bunu Türkiye'de dar bir çevre bilir. Hatta Tolstoy gizli Müslüman kabul edilir. Kazan'da okumuştur. Türkçeye de vâkıf olduğu yazılır. Kazanlı Yusuf Akçura'nın zamanında Tolstoy'a ilgisi de bundan olsa gerek. Akçura'nın, ünlü yazarın ölümünden hemen sonra kaleme aldığı uzun bir tahlili, 1910'da, dönemin bir dergisinde neşredilmiştir."

"Tolstoy'un Hz. Muhammed Aleyhisselâm'ın hadislerinden etkilendiği bilinmektedir. 1908'de Hindistanlı âlim Abdullah Es-Sühreverdî'nin "Hz. Muhammed'in Hadisleri" kitabını okuyor. Çok hoşuna gitmiş olmalı ki, Tolstoy, bu kitaptan, Allah inancı, fakirlik, eşitlik, ölüm ve iyi insan olma hususlarındaki hadisleri bir araya getirip yayınlıyor. Seçtiği hadislerden birkaçı:

"Hakikat insanlar için ne kadar acı olsa bile söylenmelidir."

"Hiçbir kul, Allah katında, O'nun rızasını gözeterek öfkesini yutmasından daha faziletli bir lokma yutmuş değildir ."

"Çok fazla yiyip içerek kendi kalbinize yüklenmeyin."

"Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek anlamda iman etmiş olmaz."

KAYNAKLAR

  1. Tolstoy'un Hayatı. Romain Rolland. Varlık Yayınları.
  2. Büyük Mustaripler: Schopenhauer Nietzsche Tolstoy. Suut Kemal Yetkin. Muallim Ahmet Halit Kitabevi.
  3. Üç Ölüm. L. N. Tolstoy. Güzel İstanbul Matbaası.
  4. İtiraflarım. Tolstoy. Furkan Yayınları.
  5. Ünlü Adamların Bilinmeyen Yönleri. Dale Carnegie.
  6. Tolstoy. Hayatı Sanatı Eserleri. Varlık Yayınları.

Prof. Dr. Sefa Saygılı

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN