Arama

Prof. Dr. H. Yunus Apaydın
Aralık 13, 2020
Gelenek: "Kimsin, nereden gelip nereye gidiyorsun?" sorularının cevap anahtarı

Gelenek, kaynağı peygamberde temessül etmiş ve oradan bugüne akan bir nehirdir. İslam dininin temel kaynağı olan Kur'an'ı kerimi bize taşıyan da bu nehirdir. Gelenek, Kur'an'ın hem lafzını, hem anlamını koruyup bize taşımıştır. Lafzın korunması, mushafın değişmeden yazılarak, ezberlenerek bize kadar gelmesiyle olmuştur. Anlamın korunması ise özellikle fıkıh, kelam ve tasavvuf gibi disiplinlerin sistematiği içerisinde üretilen eserler sayesinde olmuştur. "Zikri biz indirdik onu koruyacak olan da biziz." (Hicr 15/9) ayetinin anlamı, sözünü ettiğim fıkıh, kelam ve tasavvuf ilimleri sayesinde, daha doğrusu bunları sistematik ilmi yapılar haline getiren ekoller sayesinde gerçekleşmiştir.

İslam bilimleriyle uğraşan Müslüman bir âlimin/bilim adamının, hem Müslümanlar hem başkaları için, Müslümanca (kendimize ait), anlamlı ve yararlı söz söyleyebilmesinin ön şartı, gelenekle sahih bir irtibat kurmuş olmasıdır.

Gelenekle sahih irtibatın yolu önce, olup biteni anlamaktır. Anlamak demek "O bunu dedi, bu şunu dedi." şeklinde sonuçları bilmekten ziyade söylenen şeylerin hangi zihniyetten beslendiğini, hangi sistematik çerçevede söylendiğini bilmekle olur. Anlama süreci, ilgilendiğimiz görüşün, fikrin yöntemsel analizini yapmakla tamamlanır. Bu suretle o fikri hem anlamış hem açıklamış oluruz. Benim kanaatime göre, gelenekle irtibat noktasında sözünü ettiğim anlama ve açıklama sürecinin hakkını vermeyen kimsenin, din adına gelenek adına söz söyleme hakkı olamaz, olmamalıdır. Dine dair söz söyleyecek kimsenin, hem ilmen, hem ahlaken, hem diyaneten, hem akademik bakımdan bu sürece riayet zorunluluğu vardır. Bu noktanın görüş açıklamaya set çekme veya özgürlük kısıtlaması olarak yorumlanması hem haksızlık olur, hem de önüne gelenin rastgele görüş açıklamasını savunmak, desteklemek olur.

Birçok ilahiyatçı akademisyen, dışarıdan hocalar, geleneğe saygı duyuyoruz, orada denilenlere bakıyor, seçip alıyoruz diyorlar. Yerine göre cumhurun görüşü, yerine göre şâz (ayrıksı) bir görüş alıp takdim edebiliyorlar veya onu mesnet yapıp üzerine başka görüşler bina ediyorlar. Ben bunu da yanlış buluyorum.

Modern dönem çoğumuzun zihninde suyun ana kaynaktan uzaklaştıkça kirleneceği/pisleneceği şeklinde bir algıya yol açtı ve bunun sonucunda hem geleneğin kirlendiğini düşündük hem de için de yaşadığımız zamanın kirli olduğunu düşündük. En esaslı hatalarımızdan biri oldu bu. Halbuki suyun olağan akışı içerisinde farklı iklimlere uğramasını, kirlenmek değil, "Akan su pislik tutmaz" deyişi fahvasınca, oralardan beslenmek ve -mineral bakımından- daha da zenginleşmek olarak algılasaydık hem geleneği hem bugünü doğru anlama imkanına kavuşabilirdik.

Gelenek nehrinin akışı modern dönemde -neredeyse tamamen- durmuş; akan su, durgun suya dönüşmüştür. Durgun su, üzerinden zaman geçtikçe içten içe kokuşmaya başlar. "Geleneğe biz de saygı duyuyoruz, oradan seçmeler yaparak bazı görüşler alıyoruz." demek, gelenek nehrinin tıkanmasını giderip bugüne akmasını sağlamak anlamına gelmeyeceği gibi, kepçeyle alınan suyun (görüşün) bugüne taşınabilir sağlıklı su olmama riski de varittir.

Peki doğrusu nedir?

Doğrusu, gelenekteki bir zihniyete, bir ekole eklemlenip gerekirse revize ederek o çizgiyi devam ettirmektir. Batıda düşünce böyle gelişmiştir. Düşünce tarihinin tozunu attırmadan bir kimsenin düşünür olma, evrensel düzeyde fikir üretme ve ciddiye alınma şansı yoktur.

Modern dönemde sözünü ettiğim bu sürecin hakkı verilmediği için, gelenekle sahih irtibat kurulamadığı için öncelikler bile doğru tayin edilememiştir ve Türkiye özelinde kırk yıldır imsak vaktinin tesbiti, Kur'an'a abdestsiz dokunma, sakal, bıyık, regl dönemindeki kadının namaz ve orucuyla… uğraştık. (genel olarak). Modern dünyada Müslümanca varoluş adına nisbeten tali sayılabilecek bu tür meselelerle uğraşmak aslında bir kaçış idi. Kendi olamayan, kendi olmanın yolunu bulamayan ulemanın(!), realiteden kaçıp kendini rahatlatma, tatmine kavuşturma yolu, bir tür acziyet itirafıydı bu; Mevcut duruma ilişkin cümle kuramamaktan, evrensel sorunlara ilişkin fikir/çözüm üretememekten duyulan hicabın –dine bağlılık/dindarlık söylemleriyle- örtülmesi idi. Hele Kur'an'a dönmek işin en kolay, en beleşçi tarafıydı.

Müslüman ülkeler genelinde ise 150 yıldır içtihat naraları attık, ama bugüne dair peşine düşülebilecek "islamî", insanî bir cümle kurmayı başaramadık, Müslümanca düşünmenin nasıl olduğunu bile keşfedemedik. Akif'in "Doğrudan doğruya Kur'an'dan alıp ilhamı asrın idrakine söyletmeliyiz İslâmı" dizeleriyle avunduk. Kimsin sen, nereden geliyorsun (Hangi geleneğe mensupsun?), nereye gidiyorsun (amacın ne insanlığa ne vadediyorsun ve bunu nasıl yapacaksın?) sorularına cevap bulamayan insanların asrın idrakine söyleyecek bir sözleri olamazdı, olmadı da zaten. Modern dönem tam bir kaht-ı rical dönemidir. Kelimenin hakiki anlamında ne bir fakih, ne bir kelamcı, ne bir sufî düşünür, ne bir filozof çıkarabilmiştir Müslüman dünya. Hatta biraz abartarak söyleyeyim "aydın" sıfatını hak edecek kaç kişimiz var hakikaten? Aydın içinden çıkıp geldiği geleneği bilen, hesabını veren, iç hesaplaşma içinde mevcut anlayışlardan birini sürdürerek bugüne getiren ve bugüne dair ülkenin ve insanlığın sorunlarına dair fikir üreten kimsedir. Durum içler acısıdır. Kendi alanlarına çok emek veren isimli hocalarımıza hürmet arz ederim, lütfen beni yanlış anlamasınlar, kimsenin değerini azaltmayı amaçlamıyorum. Sadece düşünce üretme konusundaki inkıbâzın sebebine ve fikri iktidarın başlangıç noktasına işaret etmeye çalışıyorum. Fikir olacak ki iktidarından bahsedebilelim.

20 yıldır ekol sistematiği diye çırpınmamın sebebi ekollerin Kur'an'ın anlamını bugüne taşımanın temel yolu olmasıdır.

H. Yunus APAYDIN

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN