Mustafa Özcan
17.11.2024
Mustafa Özcan
Melankoliklerin kapışması
Tüm Yazıları

Melankoliklerin kapışması

Melankoli, kayıp geçmişin izinde gözyaşı dökmek anlamına gelmektedir. Kayıp ya da kayıpların acısını dokunaklı bir biçimde içinde yaşatmak ve hissetmektir. Buna keder ve üzüntü hastalığı da denilir. Patolojik bir vakadır. Yahudiler diaspora boyunca seçilmiş millet olmanın avantajını kaybetmenin ve sürülmenin acısını yaşamışlardır. Eski şaşalı günlerini unutamamışlardır. Bundan dolayı Yahudilere 'melankolik millet' denilir. Bunun bir başka nedeni başka milletlerle kaynaşamamak ve ayrışık yaşamaktır. Bu yalnızlık ve azınlık duygusu aşılamıştır. Diaspora kültürü. Arz-ı Mev'ud özlemi ve Mesih beklemeleri de bu özlemi dindirme çabası olarak görülmelidir. Eskiden da-ı-sıla denilen sıla özlemi duygusu vardır. Bunun yanında sıladan kopukluk mal-i hülya veya müptela gam nedenidir. Araplar, bu kişiliklere veya topluluklara me'zum demişlerdir. Buna zaman zaman yaralı bilinç de denilmektedir. Yahudiler az çok melankolik bir topluluktur. Zaman zaman geçmişi hatırladıkça üzerilerine gam çöker. Gam, keder basar. Bu hususta Yahudilerin bir de ikizleri vardır. Melankolik kardeşlerin ikinci kümesi, ünitesi, rüknü ise Şiiliktir ve İran'dır. İran, çifte kavrulmuş melankolik bir ülkedir. Abdullah Fehd Nefisi'nin ifadesiyle Arap - Sünni denizi arasında yalnızlık ve gurbet duygusu yaşmaktadır. Yeni dönemde İsrail'in yaptığı gibi İslam alemini ikiye bölse de ama kendisini de yalnızlığa mahkum etmiştir. Kısaca kendisi de cezasız kalmamıştır.

Müslüman Araplar karşısında cihangir devletleri olan Sasanileri kaybetmişlerdir. 2500 yıllık Tavus Tahtı ellerinden çıkmıştır. Çifte kavrulmanın ikinci şıkkı ise Kerbela meselesine ve Ehl-i Beyt'e yükledikleri anlamda yatmaktadır. Antariyyat denilen Arapların kahramanlık gösterilerine karşılık Şiilerde ise Kerbelaiyyat denilebilecek yas törenleri ve kültürü vardır. Elbette Sünniler de Kerbela faciasına bigane değiller, acısını anarlar ve ibret vesilesi olarak hatırlarlar. Lakin bunu yas kültürü haline çevirmezler. Şiiler 'hayat kaldığı yerden devam ediyor ve ölüyle ölünmez' demezler. Ölülerini mezarlarında canlı olarak yaşatmaya çalışırlar. Her ne kadar Ehud Olmert 'biz hayata tutkunuz ve hayatı severiz. Bizde Araplar gibi ölümü yüceltme kültürü yoktur' dese de ölümün koynunda yaşarlar. Elbette Kur'an da onların hayata tutkulu olduklarını teyit eder. Ölümü istemezler, aksine dünya saltanatını yeğlerler. Dünya saltanatını kaybettikleri veya altın günleri kaçırdıkları için yas tutarlar. Bu yas onlarda tabiidir ve melankoli olarak tezahür eder. Hem hayata karşı çok tutkulu hem de melankoliktirler.

Bu kaçırılmış ve elden çıkmış geçmiş, hayat onlarda ukde haline gelmiş ve zamanla intikam dürtüsüne dönüşmüştür. Yahudiler goyimlerden, Şiiler de Sünnilerden nefret eder. Bu açıdan onların iktidarının görüldüğü her yerde kan ve gözyaşı eksik olmaz. Nitekim Şimon Peres bir defasında, fazla toprak işgal etmelerinin veya kazanmalarının başlarına dert olduğunu bu toprakları ne geri verebildiklerini ne de üzeridekileri yönetebildiklerini itiraf etmiştir. Zira azınlık ruhuyla ve goyimlerden nefretle yönetme kabiliyetlerini kaybetmişlerdir. Geri kazanmaları da imkansızdır. Diaspora döneminin karakterlerinden birisi gettolarda yani Yahudilere mahsus kapalı alanlarda yaşamalarıdır. Böylece azınlık ruhunu bünyelerinde sürekli olarak taşımışlardır. Yaşadıkları toplumlara yabancı kalmışlar, bu da yönetme kabiliyetlerini sekteye uğratmıştır. Yönettikleri her yer zulüm çanağına ve çarkına dönmüştür. Zira normal değildirler ve asli karakterlerini kaybetmişlerdir. Aralarında normal karakterli insanların çıkması, düşük bir ihtimaldir. Şüpheci bir karakterleri vardır. Başkalarıyla kaynaşma yerine ayrışma çizgisindedirler. Yahudiler, dünya saltanatlarını kaybettikleri gibi elbette İranlılar da Sasani hanedanlıklarını kaybetmişlerdir. Bu onlarda kin ve öfke birikimine neden olmuştur. Bir de Sasanilerle Ehl-i Beyt arasında dünyevi bir köprü veya saltanat köprüsü kurmak istemişlerdir. Onlara göre Sasaniler Araplar, teorik alanda kalmış yani kuvveden fiile çıkmamış olan Ehl-i Beyt hanedanlığını da Sünniler gasp etmiştir. Böylece çifte kavrulmuş hale gelmişlerdir. En azından şuur altlarında böyle bir inanç yer etmiştir.

Nitekim Mısırlı tarihçilerden Mustafa Lebbadi onların bu yaklaşım ve karakterlerine işaretle bir eser kaleme almış ve başlığını 'Hadaik el Ahzan' Hüzünler Bahçesi koymuştur. Sürekli yas ve hüzün hali yaşamaktadırlar. Hıristiyanlıkta da buna benzer bir öğe bulunmaktadır. Bu benzerlik Via Dolorosa yani Çile Yolu ifadesinde somutlaşmıştır. Kerbela ile Via Dolorosa ifadeleri kardeş ifadelerdir.

Fransız oryantalist ve 'akademisyen din adamı' Louis Massignon bir taraftan Şiilik öbür taraftan tasavvuf ile Hıristiyanlık arasında köprü kurmuştur. Hallac-ı Mansur'u bir nevi Hıristiyanlaştırmış ve Mesih figürüne benzetmiştir. İstanbul'da tahkikini tamamladığı Hallâc'ın Kitâbü'ṭ-Ṭavâsîn'ini 1913'te Paris'te neşretmiştir. 24 Mayıs 1922'de Sorbonne Üniversitesi'nde Hallâc-ı Mansûr üzerine hazırladığı ""La Passion d'al-Hallâj, mystique de l'Islam" adlı tezi savundu. Irak'ta bulunduğu 1908 baharı onun dinî hayatında bir dönüm noktası olmuştur. Tutuklandığı sırada bir yandan Hallâc-ı Mansûr'u, bir yandan da ölümü düşünürken her iki dinin bir yerlerde birleştiği ve bunun da tasavvuf olduğu kanaatine varmıştır. Eserleri ve faaliyetleri göz önünde bulundurulduğunda Massignon'un bütün hayatını Hallâc-ı Mansûr'un mânevî şahsiyetinin hizmetine adadığı görülmüştür. II. Vatikan Konsiline (1962-1965) Müslümanların da dahil edilmesini sağlamıştır. Massignon'un Hıristiyanlıkla olan ilişkisi sade bir tutku değil, onun bütün hayatını dolduran bir sevdadır. Bu bakımdan İslâm'a, hemen hemen bütün kaynaklarını bilmesine rağmen genel olarak Hıristiyanlığın şehid, ezilmişlik ve sefalet gözlüğünden bakmaktadır.

İslâm'ı Yahudilik ve Hıristiyanlık bağlamında İbrâhimî dinlerden biri sayan Massignon, İslâm'ın İsmâil'in dini olduğuna ve iç yapısında Hacer'in göz yaşlarıyla oluşmuş hüznü barındırdığına inanır (MASSIGNON, Louis Maddesi, İslam Ansiklopedisi). Hatta ona göre Arapça, bir gözyaşı dilidir. Feridüddin Attar gibi İslam mistiklerinin yazdıkları Tezkiretü'l Evliya tipi kitaplar bu ruhu taşımaktadır. Buradan hareketle Massignon'un İslâm'la ilgili bütün çalışmalarında bu gözyaşını ve hüznü aradığı söylenebilir. Massignon'un esas tezi İslâm'la Hıristiyanlık arasında büyük benzerliklerin bulunduğu ve özellikle Hıristiyanlık'taki şehidler-mazlumlar silsilesinin İslâm'la devam etmiş olduğudur. Ona göre Hz. Peygamber'in kızı Fâtıma çektiği ıstıraplar bakımından Hz. Meryem'in, Jeanne d'Arc da Fâtıma'nın devamıdır. Bu hüzün sağanağıyla alakalı olarak Hazreti Fatıma'dan Babasını kaybetmenin acısıyla dudaklarından şu ifadeler dökülmüştür: Üzerime musibetler yağdı, saçıldı şayet bunlar günlere saçılsaydı, gece olurlardı!

Hallâc-ı Mansûr'un öldürülmesiyle Hz. Îsâ'nın çarmıha gerilmesi arasında paralellik kurarak İslâmiyet'le Hıristiyanlığın en belirgin ve ortak noktasını Hallâc-ı Mansûr'un öldürülmesinde yakaladığını söyleyen Massignon'un en önemli eseri bu konuda yaptığı doktora tezidir (La Passion d'al-Hosayn Ibn Mansour al-Hallāj: Martyr mystique de l'Islam, exécuté à Bagdad le 26 Mars 922, Paris 1922). Sir Hamilton Gibb onu, İslâm'daki mistik unsurlara aşırı tutkusundan dolayı yanlış neticelere ulaşmak ve Sünnî İslâm geleneğini göz ardı etmekle suçlamıştır.

Mesih'in hatırasının hürmetine yaşadığı toprakları ve yurdunu geri almak için Siyonizmden önce gayrete gelen Hıristiyanlar Haçlı savaşlarıyla ortalığı kana bulamışlardır. Melankoli veya acı intikam histerisine dönüşmüştür. Via Dolorosa, Kudüs'te İsa'nın çarmıha gerilmeye götürülürken yürüdüğüne inanılan çileli yoldur. Hıristiyanlık dünyasında çok önemli bir yeri olan bu hac rotası, son halini 18. yüzyılda almış olsa da tarihi çok daha eskilere dayanıyor.

Bu da Şiilerin ve Yahudilerin tarihe kilitlenmelerine neden olmuş ve tarih rövanşı üzerine manevi miras kavgalarını güncellemişler ve zulme batmışlardır. Maneviyatı günlük maddi dürtülere alet etmişlerdir. Getto siperlerini çeperlerini aşsalar da ruhunu aşamamışlardır. İnsanlığı tarihe hapsetmek hatta gömmek istemişlerdir. Şiilerde ve Yahudilerde mazlumiyet ruhu azınlık ruhuyla pekişmiştir. Bu da onları fırsat buldukça intikama yönlendirmiştir. Bugün İslam aleminde görülen çifte zulüm (İsrail ve İran) buna tanıktır. Tarihi arka bahçelerindeki hüzün dalgası intikam dürtüsüne neden olmuştur. Bunu en iyi bir şekilde bir yeniçeri hikayesi anlatabilir.

Yahudi'yi "Hazreti İsa'yı çarmıha germişsiniz" diye döven Yeniçeri'nin hikayesi meşhurdur, şöyle anlatılır: Yahudi, "Bin yıl geçti" deyince yeniçeri dile gelir ve pişkince "Olsun, ben bilmiyordum, şimdi öğrendim" der. Bugün kavgaya tutuşan Şii ve Yahudilerin arka planları benzerdir ve patolojik bir vakadır. Tarihi acıların diriltilmesine ve canlandırılmasına bağlıdır. Vaktiyle yanlış doldurulmuş şuur altlarını böyle boşaltıyorlar.

Yahudiler diaspora döneminden beri Şiiler de Kerbela hadisesinden beri nefret depoluyorlar ve zaman zaman bu nefreti de fırsat buldukça afaka yansıtıyor ve kusuyorlar. Umumi sulh ve Hazreti İsa ve Hüseyin'in ruhunu tebcil etmek için onların isimlerini zulme alet etmemek gerekir. Sulh için tarihi toksinlerden kurtulmaları gerekiyor. Kur'an da böyle tavsiye ediyor: La teziru vaziretün vizre uhra. İslam'da Hıristiyanlıktaki gibi ilk günah olmadığı gibi kimse başkasının günahını da yüklenmez. Acaba Şiiler bu ve benzeri ayetlere inanmıyorlar mı? Veya gerçeklerden kopuk mu yaşıyorlar? Sünniler Yezid dölü olmayı reddederler. Lakin Şiilerin ortak belleklerinde Sünniler, en azından potansiyel olarak Yezid'i temsil ederler. Zira Şiilerin zıt karakteri, Sünniliktir. Halbuki meydanlarda ve cephelerde her gün Yezid'in eylemini tekrarlayanlar kendileridir. Lübnan'da Hizbullah'tan kopan Rami Ullik gibilerin ağzından gerçekleri dinleyebilirler. Mazlum edebiyatı gitmiş zulüm çanağı gelmiştir. Zulüm irtikap etmekten kurtulmak için tarihi ve fikri toksinlerden kurtulmak gerekiyor.

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

YAZAR ARŞİVİ

Mustafa Özcan

Mustafa Özcan Diğer Yazıları