Arama

Mustafa Özcan
Ekim 29, 2017
Türkiye’den nem kapanlar

Defne ismi birçok dilde kısmi farklı yazılımlara rağmen müşterek kullanılıyor. Aynı anlama geliyor. Bu nedenle de kültürler arası geçişli isimlerden birisi. İnsanın kendisini bu isim altında kamufle etmesi gayet kolay. Sam veya Sami gibi. Bir zamanlar Hürriyet gazetesinin de muhabirliğini yapan beynelmilel gazeteci Defne Barak merak edilenler etrafında Trump yönetiminin eski sivri ismi Steve Bannon ile konuşmuş. Defne Barak sıradan birisi değil belki mesleğinin eri, erbabı veya Ester'i demek de mümkün. Basında kümelenmiş bu tarz gazeteciler bir hayli fazla. Biz de bu ayar gazeteci pek yok; ahirete irtihal eden Leyla Umar gibi tek tük isimleri saymazsak. Defne (Daphne) Barak ikinci ismiyle de kolayca arazi veya kamuflaj olabilecek birisi. Maymuncuk gibi ince ayar, sofistike isim taşıyor. Bu yönüyle şanslı. Zira Barak İbranice de kullanıldığı gibi Arapça da kullanılabilir ortak kökenli kelimelerden. Hüseyin Barak Obama misali. Daphne Barak, Defne olarak Hürriyet için beynelmilel mahfillerde haber kovalarken aynı zamanda yine beynelmilel kişiliğinin bir uzantısı olarak Suudi Arabistan basınının amiral gemisi Eş Şark al Avsat namına da haber hazırlamakta idi. Hürriyet'teki yerini en azından Daily Hürriyet üzerinden başkaları kaparken hala eş Şark el Avsat gazetesinde prestij haberlerine imza atmaya devam ediyor.

Benim Yahudiler hakkında bir takıntım yok ama 'örgütlü Yahudilerin' dünya ve İslam dünyası hakkında peşin hükümleri ve takıntıları var. Katoliklerin ruhani lideri Papa Francesco bile dünyada İslam ve Müslümanlar hakkında peşin hüküm olduğunu ikrar etti. Peki! Kim bu peşin hükümlüler ve bu peşin hükmü kimler veriyor, yayıyor? Elbette kimi Hristiyanlar ile kimi Yahudiler başta olmak üzere nafiz çevreler!

Beynelmilel Yahudi demek örgütlü Yahudi demektir. Onların gücü de, caydırıcılığı, ürkütücülüğü de bu vasıflarından ileri gelmektedir. Her millet içinde iyi insanlar vardır. Bunda kuşku yok. Yahudiler ise yerkürenin en örgütlü milleti, tehlike de buradan ileri gelmektedir. Elbette bu örgütlenmenin ajandası ve gündemi de olmalı, var da. Gündemi olmayan bir örgütlenme düşünülemez. Atıcı ve avcı kulüplerinden başka. Komplo iddiaları da bu örgütlü yapılarına dayanmaktadır. Siyasi örgütlenmelerinden önce ticari ve sosyal örgütlenmeleri onları güçlü kılmıştır. Üzerine de siyasi örgütlenme gelmiştir. Siyonizmle birlikte bir de siyasi ideolojiye kavuşmuşlardır. Güçlerini bu ideolojiyi başarılı kılmak için seferber ediyorlar. Biz DNA yapıları nedeniyle eksik olduklarını söylemiyoruz ama onlar sahip oldukları DNA yapısı üzerinden üstünlük iddia ediyorlar! Anti semitizm edebiyatı üzerinden semitizm yapıyorlar. Üstünlüklerini doğuşlarıyla birlikte iktisap ediyorlar. Kısaca Allah'ın DNA üzerinden onları üstün yarattığı ve Yehova'nın seçilmiş milleti olduklarını tekrarlıyorlar! Çekişme buradan ileri geliyor. Zira bu iddia ile milletlerin üzerine abanmak, binmek istiyorlar. Kur'an tarihin derinliklerinde bir zamanlar (hakkını verdikleri sürece) Yahudilerin alemler üzerine üstün veya faziletli kılındıklarını haber veriyor. Lakin şart düşünce vasıf da düşmüştür. Bu meyanda, Haham (Rabbi) Isaac Ginsburg Yahudilerin üstünlüklerini şartlara ve işlevsel oluşlarına değil de kanlarına ve doğuştan kazandıkları meziyetlere bağlıyor. Yahudilerin üstünlükleri DNA'larından ileri geliyormuş!

*

Konuyu uzatmadan beynelmilel gazetecilerden Defne Barak, Trump kabinesinin aşırılarından olan lakin görevine son verilen Steve Bannon ile görüşmüş. Konuşmada yüzeye çıkan en temel ve can alıcı noktalardan birisi Steve Bannon'ın Katar ve Türkiye düşmanlığını açık etmesidir. Türkiye'yi İran'dan Katar'ı ise Kuzey Kore'den tehlikeli buluyor. Halbuki ne Türkiye ne de Katar ötekilerin aksine nükleer silahlar iddiasıyla gündeme geliyor. Kuzey Kore hakkında herhangi bir askeri harekat planları olmadığını kuru sıkı atışma yaptıklarını ve Trump'ın salvolarının zevzekliğin ötesine geçmeyeceğini söylüyor. Biz de öyle tahmin ediyorduk.

Merak konusu olan şudur: Bu çevrelerde Türkiye ve Katar düşmanlığı nereden ileri geliyor? Kaynağı ve kökeni nedir? Bunun köklü bir eğilim olduğunda kuşku yok. Neden? Şimon Peres yıllar önce hem Katar hem de Türkiye'nin eğilimleri dolayısıyla cezalandırılmasını istemişti. Bu arada Türkiye ile Mavi Marmara sonrası normalleşme müzakerelerini yürüten İsrail Dışişleri Bakanlığı müsteşarlarından Dore Gold da aynı kanaati paylaşmıştır. Peki! Katar küçücük bir ülke onunla Kuzey Kore'yi nasıl karşılaştırıyorlar? Alıp veremedikleri ne? Bunun iki türlü cevabı var. Bunlardan birisi, küreselleşme akımına karşı yeni bir Fransız Devrimi başlatmaktan söz eden Steve Bannon'ın dengesiz ve paranoyak kişiliğidir. Zaten Defne Barak da Eş Şarkul Avsat'ta yayınlanan konuşmayla ilgili yazısında onun aşırı biri olduğunun altını çiziyor. Yetkililer de dahil İnsanların ondan çekindiklerini ifade ediyor. Yani ABD'nin sınırsız gücünü sersemliği veya budalalığı için hiç çekinmeden kullanabilecek tiplerden. Bush'lar gibi.

Ama neden BAE değil de Katar? Muhtemel cevabı şu olmalıdır: Kuzey Kore'nin kendisinden başka kime zararı var? Çevresine havlayıp duruyor. Katar ise elinde tuttuğu basın yayın araçlarıyla dünyaya doğrunun yayılmasını hizmet ediyor. Doğrunun yayılması ise atom bombasından daha tehlikeli olmalıdır. Yalanın egemen olduğu dünyada doğru, yalancılar tarafından tehlikeli sayılmalıdır. Yalan onların elinde siyasi malzemedir. Katar ise sermayelerine zarar veriyor. Katar'ı nükleer silahlar üretmiş bir ülkeden daha tehlikeli kılan sır işte budur. Amerikan siyasetinin 'x etkeni' olarak anılan/tanınan Steve Bannon'ın öfkesinin nedeni bu olmalıdır. Bir de siyasal İslam dedikleri modele arka çıkmasıdır. Siyasi İslam Batı egemenliğinden kurtulma arayışıdır.

Peki! Steve Bannon'ın Türkiye takıntısı nereden ileri gelmektedir? Bu hususta da Beyaz Saray çevrelerinde bir ezber var. Bannon insiyaki bir sicimde bu ezberi tekrarlıyor. İran ABD'nin taktik, Türkiye ise stratejik düşmanıdır. Oysa ki, İran ile düşman Türkiye ile müttefik görünmektedirler. Bir ipucu olarak; George Orwell'ın Bin Dokuz Yüz Seksen Dört kitabını okursanız kafa bağı olan basmakalıp algılardan kurtulabilirsiniz.

Cemal Kutay gibi bir ayağı çukurdaki yaşlı kurt Bernard Lewis'in kendisiyle birlikte öteye götüreceği bir emaneti var. Türkiye'yi Araf'ta tutmak ve köklerine dönmesine engel olmak. Muhammed İkbal, Hazreti Peygambere (SAV) Trablusgarp'taki Mehmetçiklerin kanını ithaf ederken Bernard Lewis ötede Türkiye ile ilgili büyüklerine nasıl hesap vereceğini dert ediyor, düşünüyor! 2010 ve sonrasında kafayı Türkiye'ye fena takmış vaziyette. Ne olacak bu Türkiye'nin hali diye bir söylem tutturmuş gidiyor. Türkiye'nin köklerine dönmesi rahatsız ediyor. Şu cümlesi meşhur oldu: Turkey could be the next Iran. Türkiye yeni İran olabilir. Türkiye, 10 yıl içinde İran'ın yerini alacak.

Esasında İran ile ilgili bir dertleri yok. Paul Bremer 'My Year in Iraq' adlı kitabında Irak'ın Şiilere bırakılması konusunda İran ile anlaştıklarını yazmaktadır. Neocon devşirmelerden Zalmay Halilzad da 'Elçi' adlı hatıratında 2007 ve sonrasında İran'la Nuri Maliki'nin başbakan yapılmasında mutabık kaldıklarını anlatmaktadır. IŞİD'in Musul'u ele geçirmesinde de muvazaa olduğu kesin.

1957 yılında ve sonrasında Amerikalılar Adnan Menderes'i Suriye'de sözde düşmanları Nasır'a sattılar. 1991 sonrası ve özellikle de 1993 ve 1994 yıllarında Türkiye'yi PKK ve Barzani ve Talabani üçlüsüne peşkeş çektiler. Nixon'ın metin yazarı, kalemşoru William Safire o dönem NewYork Times gazetesindeki köşesinde Türkiye'yi satılık müttefik ilan etmişti. Ona göre,Türkiye'nin çıkarlarına çalışması yasak. Sadece Amerikan çıkarlarına çalışacak. PKK gibi kuyruklarını da gözetecek, ön verecek. Günümüzde Suriye cephesinde PKK-PYD'ye bir kez daha sattıklarına şahit oluyoruz. En sonunda bizi gece gündüz ağız dalaşı yaptıkları İran'a da sattılar. Amerikalılar Türkiye'nin ve İran'ın hem misyonunu hem de potansiyelini tartabiliyorlar. İran'ın Ortadoğu'da ilerleme potansiyeli hem sınırlı hem de zıddını üretir. Bu da emperyalistlerin işine gelir. Irak-İran arasındaki 8 yıllık savaştaki gibi bölgenin enerjisini yele verirler. İran tarih boyunca bölgenin tahrip kalıbıdır. Bu ise Batının çıkarlarına uygundur. İran dağıtıcıdır Türkiye ise toplayıcı.

Fakat artık mızrak çuvala sığmaz olmuştur. Bu nedenle de Steve Bannon gibiler Türkiye'yi İran'dan tehlikeli görüyorlar; hem de bu yolla üstatları Bernard Lewis'e tekmil veriyor, onu şaduman ediyorlar. Kısaca ABD bizi her cephede herkese satıyor. Adımız da müttefik. Böyle müttefik varken düşmana ne hacet! Bannon, tehlikesine binaen Türkiye'yi takipte kalacağını söylüyor. Kalmazsa hatırımız kalır.

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN