Arama

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Şubat 26, 2024
Mirâç sırrında bir namazın en önemli özelliği
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Bir önceki yazımızda, "Kur'an-ı Kerim'deki ayetlerde müminlerin namazlarına dair takdir edilen ve övülen vasıflarda üç özelliğin ortaya çıktığını, bunların da Huşû, Muhafaza (özen gösterme) ve Devamlılık" olduğunu ifade etmiştik. Bu özelliklerden en önemlisinin huşû olduğunu ve diğer ikisinin de ona bağlı olarak gerçekleştiğini, huşû sayesinde alınan manevi hazzın ve lezzetin, sonraki süreçte namaza özen ve devamlılık gösterilmesinde en büyük pay sahibi olduğunu ifade etmeliyiz. Peki üzerinde önemle durulması gereken huşû nedir? Onu nasıl anlamalıyız ve namazlarımızı huşû sahibi kimseler olarak kılmak için nelere dikkat etmeliyiz? Bugünkü yazımızda bu önemli konu üzerinde durmak istiyoruz.

Huşû nedir? Namazda huşû ne anlama gelmektedir?

Sözlükler, huşû kelimesi için şu manaları vermektedir: "Sessiz ve sakince durmak, alçak gönüllü olmak, Hakk'a boyun eğmek; halim selim olmak". Dinî bir terim olarak bakıldığındaysa onun, "Allah'ın huzurunda olduğu bilinciyle derin bir saygı ve alçakgönüllü davranmak" anlamı taşıdığı ifade edilmektedir.

Kur'an-ı Kerim'de on yedi yerde geçen "huşû" kelimesi ve türevleri, birlikte değerlendirildiğinde bir kavram olarak onun şu anlam bütünlüğünü ihtiva ettiği söylenebilir: "Huşû, kulun, Allah Teâlâ'ya gönülden derin bir saygı ve tâzim duyması, her türlü benlik iddiasını terk ederek O'na boyun eğmesi ve bu hâlet-i ruhiyenin hareketlerine yansıyan tezahürüdür."

Bu tanımlamaya örnek olarak, yaşanan şu olayı aktarabiliriz. Bir defasında, Resul-i Ekrem (sav) Efendimiz, yanındakilerle birlikte mescide girdiklerinde namaz kılmakta olan bir kişiye rastladılar. Namaz kılarken elbisesini düzeltme hususunda gereksiz şekilde meşgul olan bu kişi için Peygamberimizin, "Şayet kalbinde huşû olsaydı böyle yapmazdı" buyurması, huşûun, sadece gönülde yaşanan bir psikolojik durum değil, onun dışa yansıyan bir tezahür olduğunu da ortaya koymaktadır.

İslâm âlimlerinin verdiği bilgilere göre, huşû, kökleri kalpte, belirtileri ise bedende olan bir durumdur. Onun kalple ilgili yönü son derece önemlidir. Çünkü Allah Teâlâ'nın yüceliğini düşünmeden, derin bir saygı ve tazim duygularına sahip olmadan huşû halinin gerçekleşmesi mümkün değildir. Yine bu saygı ve tazimin, büyük bir edeple sükunet ve vakar şekline dönüşmesi olmazsa, ruhta duyulan saygının, bedende huşû olarak neticelenmesi söz konusu olmayacaktır. Birbiriyle sıkı bir bağa sahip olan bu durum, ruh ve beden birlikteliğinin olmazsa olmazlığını ortaya koymaktadır. Zira namazda kulun kalbinde hissettiği huşûun etkisi, gözlerin sadece secde yerine bakarak sağa sola kaymaması şeklinde tezahür ettiği gibi, görünüşte saygı ve tâzim ifade eden herhangi bir davranış, ancak kalpteki derin bir tâzim ve ürperti duygusundan kaynaklanırsa dinî bir değer taşır ve işte ancak o zaman huşû olarak nitelendirilir.

Ayet ve hadislerde huşû...

Namaz gibi önemli bir ibadetin, gereğince ve yerli yerince kılınması (ikame edilmesi) hususunda hem ayetlerin varlığına hem de Peygamberimizin -bizzat kendisi örnek olarak ve hadisler irad ederek- ashabına ve sonradan gelecek ümmetine rehberlik etmesine şahit olmaktayız. Burada asıl mesele, bu ayetlerin ve hadislerin, ibadet hayatına intikali ve yansımalarının gerçekleşmesidir. Namazda huşû sahibi bir mümin olabilmenin iki şartı vardır: Bilgi ve eğitim… Bilgi sahibi olmamak, yani huşû kavramından habersizlik, bu kıymetli özelliğe sahip namazlar kılmaya bir engeldir. Bilgi sahibi olduğu halde manevi terbiye ve olgunluğa sahip olamayış yani eğitim eksikliği de bu konuda diğer bir engeldir. Öncelikle gereken, bilgi-malumat şartını sağlamak olduğu için, konuyla ilgili ayet ve hadislere baş vurmaktır, ki biz de öyle yapacağız.

Ele alacağımız ilk ayet, müminlerin vasıflarının birer birer sayıldığı Müminun suresinin ilk ayetleri… "And olsun müminler kurtuluşa ermişlerdir. Ki onlar, namazlarında huşû sahibi olan kimselerdir."(Müminun, 1-2) Burada felâhın, yani gerçek anlamda dünya ve ahiretteki başarının ve kurtuluşun müminlere nasip olacağını bildiren ilk ayet, ardından gelen önemli bir özelliğe dikkat çekmektedir: Onlar, namazlarını huşû içinde kılan kimselerdir.

Konuyla ilgili bir başka ayet, bu defa, huşû sahibi olan kişilerin ahirete, hesap gününe ve Allah'ın huzuruna çıkılacağına dair kesin bir inanç ve iman sahibi olduklarına dikkat çekmektedir. "Allah'tan sabır ve namazla yardım isteyiniz. Şüphesiz bunlar, huşû sahibi olanlardan başkasına ağır gelir. O huşû sahibi olanlar ise kesinlikle Rablerine kavuşacaklarını ve O'na döneceklerini bilen kimselerdir." (Bakara, 45-46) Bu ayetlerde ise Allah Teâlâ'ya duyulan bu derin saygı ve tâzimin temelinde aynı zamanda kesin bir ahiret inancı ve Hesap Günü'ne imanın mevcudiyeti gözlenmektedir. O halde, huşû sahibi olmak demek, ebedi hayatın varlığına inanmak ve kurulacak Büyük Mahkeme'de hesap vereceğinin bilinciyle yaşamak, kısacası sorumluluk şuuruyla bir hayat sürmektir…

Sadece bu iki ayet-i kerime, namazın; namaz kılan bir mümin olmanın ve namazını huşû içinde kılmanın, Allah Teâlâ katında ne kadar büyük öneme ve değere sahip olduğunu göstermektedir, diyebiliriz.

Konuyla ilgili hadis-i şerifler konusuna önümüzdeki yazıda değineceğimizi ifade ederek sağlık ve afiyetler, huşû lezzetini tadarak ikame edilen namazlar, niyazıyla…

Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN