Arama

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Ocak 7, 2022
Kur’an’da dünya ve ahiret dengesi nasıl kurulmuştur?

Bundan önceki yazımızda son sözlerimizi, "dünya hayatı, insana ebedi hayatını kazanabileceği büyük bir imkan ve fırsat sunmaktadır. Yeter ki, insan kendisinin ve bu nimetin farkında olabilsin…" ifadeleriyle tamamlamıştık.

Kaldığımız yerden devam edecek olursak, ebedi hayatımız olan ahiretimizi, kaybetmeden- kazanmak için; fâni olan bu dünyaya ve sahte cazibesine aldanmamak ve şeytanın bizi bu dünya ile aldatmaması için, bizzat Allah Teâlâ tarafından uyarıldığımız yerdir, bu dünya… Çünkü bir ayet-i kerimede, "Allah'ın vaadi haktır. Sakın bu dünya hayatı sizi aldatmasın ve sakın o "çok aldatan" (şeytan), sizi Allah'ın affıyla kandırarak (Allah affeder diyerek) aldatmasın." (Lokman, 33)

Peki, bir Müslüman olarak bu dünyaya hangi gözle bakarsak dünyanın bizi aldatmalarına kanmayız? Ve dünyaya hangi gözle bakarsak, şeytanın bizi bu dünya hayatının geçici süslerini cazip göstererek kandırmasına ve Allah'ın affıyla aldatıp günahlara daldırmasına fırsat vermemiş oluruz? Bunun yolu ise öncelikle doğru bir şekilde dünya ve ahiret dengesini kurmaktan geçiyor…

KUR'AN'DA DÜNYA VE AHİRET DENGESİ NASIL KURULMUŞTUR?

Kur'an-ı Kerim'e baktığımızda, insanın ne tümüyle dünyaya dalıp, nimetlerine aldanıp yok olup gitmesi, yani "dünyevileşip" Allah'a kulluğunu unutması ne de tümüyle dünyayı ve nimetlerini terk etmesi doğru bulunmuştur. Allah Teâlâ'nın bizden istediği, dünya ve ahiret dengesidir. Bu dengeyi doğru kurmak hususunda ise bize imkan sağlayan şu ayet-i kerimeye bakalım: "(Karşılığını) Ahirette bulacağın şeylerin peşine düş (Onları araştır, onlara meylet). Bu dünya hayatından da nasibini unutma ve sana Allah'ın iyiliklerde bulunduğu gibi sen de insanlara iyilikte bulun." (Kasas, 77)

Sadece bu ayette değil daha pek çok ayetlerde telkin edilen şudur: Mümin, ahiret hayatını öncelemeli, bu dünya nimetlerinden de faydalanmalı ama Allah'ın ona ihsanını unutmamalı, adeta şu anlayış ve davranışlarda bulunmalıdır:

Denizlerden çıkardığınız inci ve mercanlar onlarla süslenesiniz diye sizin için birer ziynet aracıdır. Bunun bir nimet olduğunu bilin ve size bu nimeti vereni, yani Allah'ı unutmayın…

Suda dolaşan ve su içerek hayatını devam ettiren ama size o küçücük bedeninde taze ve tertemiz et barındıran balıkları da yine O'nun nimeti olarak bilin ve size bu nimeti bahşedeni, yani Allah'ı unutmayın…

Gökyüzüne bakın, üzerinizde yükselttiği göğü, burçlar ve yıldızlarla süslediği semâyı, hayranlıkla seyredip eşsiz Kudret sahibini, yani Allah'ı unutmayın…

Sonra yeryüzüne bakın; dağları bu kadar heybetli, ovaları bu kadar uçsuz bucaksız, bahçeleri bu kadar güzel, çiçekleri ve meyveleri bu kadar enfes yaratan Allah'ı tesbih edin, unutmayın…

Sık sık şu sözleri tekrarlayın: "Allah'ım! Sen bütün bunları bizim için yarattın. Sen ne kadar yücesin! Hamdim ve şükrüm, bütün övgülerim hepsi Sana'dır. Senin şanın ne kadar büyük; Senin Kudret'in ne kadar sonsuzdur!.."

İşte bu anlayışa sahip olan ve bu sözleri içtenlikle söyleyen her bir kişi, sahip olduğu her nimeti Allah'tan bilir, O'na hamd eder… O'na olan minnettarlığını şükürlerle yerine getirir. Mükellef olduğu takdirde sadakasını ve zekâtını verir. Böylece onun sahip olduğu para veya mal, artık bu dünyadan ahirete, eksiksiz bir şekilde transfer edilen değerli bir "yatırım" olarak intikal eder…

Ancak bu dünya hayatında -olmazsa olmaz- bir şekilde mutlaka imtihanda olacağımız gerçeğiyle, dışımızda şeytan ve avâneleri, içimizde ise nefsimiz bizi bu kulluk sınavımızda başarısız kılmak ister. Allah Teâlâ ise bizi bu sınavda başarısız olmaktan kurtarmak için gönderdiği peygamberlerle uyarır ve doğru yolu gösterir. Ne çare ki, bu dünyanın başlı başına bir "sınav" olduğunu unutan insan, çoğu zaman Allah'ı da kendini de unutur ve daldıkça dalar bu faniye… İşte bu sebeple, sık sık Kur'an'la beraberlik ve Peygamberimizin sözleri ile birliktelik, kişiyi uyaran ve kendine getiren en önemli unsurlardır. Zira Kur'an ayetleri bize geçmiş ümmetlerden haberler verir… Sözgelimi bu minval üzere olan ayetler, bize mamur beldelerden bahseder, nice imar edilmiş ülkeleri anlatır…

Konuyla ilgili pek çok ayet yanında şu iki ayet bile son derece manidardır: "Yeryüzünü gezin görün bakalım; Allah'ın ayetlerini ve gönderdiği peygamberlerini yalanlayanların hali nice olmuş!

(Onların yerlerinde yeller esiyor.) Sanki buralarda hiç yaşamamışlar gibi..." (Bkz. Neml, 69; Hûd, 95)

Doğrusu sadece bu iki ayet bile dünyanın bel bağlanılacak bir yer olmadığını çok veciz bir biçimde ortaya koymak için kâfidir...

Cuma gününün feyiz ve bereketinin üzerinizde olması niyazıyla sağlık ve afiyetler dilerim.

Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN