Arama

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Eylül 10, 2021
Dua, insanın, Yaradan katındaki değerini belirler…
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş'ın Yargıtay binasının açılışında yaptığı dua, yaklaşık bir haftadır ülke gündeminde… Medyada gazeteci, program yapımcısı, yazar, yönetmen… gibi vasıflarla bilinen bir kesim, Diyanet İşleri Başkanının yapmış olduğu duayı eleştirmekle kalmadı ve çekilmesi hiç düşünülmeyecek yerlere çekerek yeni bir manipülasyon ve dezenformasyon örneğine kötü ve çirkin imzalarını attılar maalesef… Aslında yaşananlar, çıkarılma aşamasında olan yeni Sosyal Medya Düzenlemesi'yle ilgili kararın ne kadar önemli olduğunun da bir başka göstergesiydi… Çünkü adı "anılmaya değmeyen" bu kişilerin sarf ettiği sözler ve yazdıkları yazılar, yine yalan ve iftiralarla örülüydü…

Anayasal bir kurumun başkanlığını yürüten muhterem Başkan'ın yaptığı iş, aslında hem kendisinden beklenen hem de kendisi tarafından yerine getirilmesi gereken bir görevdir. Zira Diyanet İşleri Başkanlığı dinî ve hayrî hizmetleri yürütmekle görevlendirilmiş bir resmî kurum olduğu gibi, kuruma başkanlık eden zât da hem bu vazifeleri yürütme, ifa etme ve yerine getirme hakkına sahip olan; hem de bu görevle "muvazzaf" kişidir. Ne var ki, bu mahut "kesim" böylesine inkar edilemez hakikati görmezden gelerek Başkan'ın, bir resmi kurumun yeni binasının açılış merasiminde yaptığı ve hayırlı-uğurlu olması temennilerinden oluşan duasını, "adaletin öldüğü, laikliğin ruhuna fatiha okunduğu" bir durum olarak görmüş ve bu garabet dolu cümleyi sarf etmekten çekinmemişlerdir…

Yine yapılan duayı, "Ortaçağ Ritüeli" olarak gören ve "buna ne yargının ne de ordunun tepki vermeyişini" son derece yakışıksız ifadelerle eleştiren bu kesimin, gerçekte ne kadar tutarsız olduklarını kısa bir muhakeme işleminden sonra anlamak ve kabul etmek hiç de zor değildir. Lakin asıl onlara zor gelen şey, gözlerinin önüne koyduğunuz hakikatleri kabullenmeyişleridir. Çünkü İlahi Beyân, "bazı kalplerin hakikati/gerçeği fark etmek ve anlamaktan; bazı gözlerin bunları görmekten; bazı kulakların da onları duymaktan yoksun olduğunu" haber verir bizlere… (Bkz. A'raf, 179)

Yine de biz "dua"nın ve "duada bulunmak" davranışının bir insan ve bir mümin için ne ifade ettiği/etmesi gerektiği üzerine aşağıdaki satırları kaleme almayı, bu günlerin üzerimize düşen bir vazifesi olarak görüyoruz.

DUA NEDİR? DUA ETMEK NASIL BİR EYLEMDİR?

Dua, dilimize yerleşen Arapça bir kelime olup "küçükten büyüğe, aşağı mertebede bulunanın yukarı makamda olana talep ve niyazı" anlamına gelmektedir. Aslında, "çağırmak, seslenmek, istemek; yardım talep etmek" mânasındaki da'vet kelimesinden türeyen bu kelimeye İslâm dini derin bir anlam yüklemiştir. Buna göre dua, Allah'ın yüceliği karşısında kulun aczini itiraf etmesini, sevgi ve tâzim duyguları içinde lütuf ve yardımını dilemesini ifade eder. Dua, insanın Allah katında değerini belirleyen bir ölçü ve Allah'a kul olmanın şerefini barındıran bir öz mesabesindedir. Çünkü müminlerin özelliklerinden bahseden Furkan suresinin son ayetlerinde Rahman'ın kullarının dualarından bazı örnekler verilerek onların ulaşacakları yüce mertebelere vurgu yapıldıktan sonra inkar edenlere şöyle seslenmesi istenir Son Nebi'den… "De ki ey Resulüm! Duanız yoksa eğer, Rabbim size ne diye değer versin?" (Furkan, 77). Sevgili Peygamberimizin konuyla ilgili şu veciz ifadesi de dikkat çekicidir: "Dua, Allah'a kulluğun iliğidir/özüdür." Hadis-i Şerif'in metninde geçen "muh" kelimesi "ilik ve öz" anlamlarına gelmekte ve ona hem kök hem de çekirdek nazarıyla bakmamıza imkan vermektedir. Kur'an-ı Kerim'de duadan ve öneminden bahseden pek çok ayetin; Peygamber Efendimizin hayatından ve hadislerinden aktaracağımız yüzlerce duanın mevcudiyeti bize şu hakikati öğretmektedir: Bir mümin kulun Allah katındaki değeri, kendisiyle Yaratıcısı arasındaki dua bağının sağlamlığına ve güzelliğine göredir…

Bir mümin için belirlemeye çalıştığımız duanın değeri konusunu insan teki için de ele alacak olursak şunu tespit etmek zor olmayacaktır. İnsanoğlunun yeryüzünde varoluşundan beri, asırlardır süregelen yaşantısına bakıldığında, onun hiçbir zaman dinsiz yaşamadığı görülecektir. Gerek Antropoloji gerekse Psikoloji ve Sosyoloji alanındaki çalışmalar, bu gerçeği ortaya koymuştur. İnsanlık tarihi araştırmalarında, mutlak manada dinsiz bir millet görülmemiş, hangi insan ırkı ve toplumuna bakılmışsa, orada basit ve batıl da olsa bir dine, bir ilâh fikrine rastlanmıştır. Mehmet Akif'in şu beyti bu durumu veciz bir şekilde ortaya koyar:

"Her cemaatten beş-on dinsiz zuhûr eyler, bu hal
Pek tabiidir. Fakat ilhâdı bir kavmin pek muhal…
Hangi millettir ki, efrâdında yoktur hiss-i din?
En büyük akvâma bir bak, dini her şeyden metin."

İnsan topluluklarının din ile olan münasebetini dile getiren bu bilgilere şunu da eklemek gerekir: İster gökteki güneşe, aya ve yıldızlara; ister yerdeki toteme, eliyle yaptığı putlara veya kutsallık atfettiği hayvanlara "Tanrı" gözüyle bakan insanoğlunun, kutsal kabul ettiği varlığa olan inancını ifade edip ondan yardım dileme faaliyetidir dua… Dolayısıyla dua, bir "Ortaçağ Ritüeli" değil, kadim bir kulluk geleneğidir. Onun tarihi insanlık kadar eskidir!..

DUADA YER VE ZAMAN FAKTÖRÜ

Konuya bir olay aktarımı ile devam etmek istiyoruz. Dinin, sosyolojideki yeri üzerine şöyle bir örnek olay anlatılır. İngilizlerin, Çin'de sömürge idaresini kurduğu yıllarda, tarım arazileri için köylülerin ihtiyacını karşılamak üzere bir baraj inşa etmeye karar verilir. Gerekli ekipman, techizat ve insan gücü bölgeye gönderilerek inşa faaliyetine başlanır. Ancak çakılan kalıpların ertesi sabah sökülmüş olduğuna şahit olunur. Tekrar çakılan ve üzerine bir miktar beton da dökülen kalıpların başına yine aynı şey gelince sebebini çözmek adına bir sosyologdan yardım talep edilir. İlgili kişi kısa bir araştırmadan sonra, köylülerin her bir işe başlarken rahiplerinin duasıyla başladıklarını aksi halde işin uğursuzluk getireceğine inandıklarını belirler ve bu durumu üst makamlarına bildirir. Sonuçta bölgenin rahibiyle görüşerek yapılacak işin bölge için faydalı olduğu ifade edilerek kendisinden temel atma işleminde dua etmesi istenir. Rahibin duasıyla temeli atılan baraj inşaatı sorunsuz bir şekilde tamamlanır.

Duanın sosyal, psikolojik, medikal açıdan çok derin bir şekilde incelenmeyi gerektiren zengin bir kaynak olduğu bilinen bir gerçek… İslam dini bu gerçeği insan için görmezden gelmemiş, ona bu gerçeğin farkında olmasını öğretmiştir. Müslüman, mukaddes kitabı Kur'an-ı Kerim'den, önceden yaşamış peygamberlerin ve Allah'ın sevgili kullarının dualarını öğrenir... Son Peygamber Hz. Muhammed (sav) Efendimizden adeta hayatın her anına dair bir duası olduğunun farkına varır. Son derece özlü, kısa ve fakat derin anlamlar taşıyan bu dualarla Yüce Yaradan ile irtibat kurmanın yolunu öğrenir…

Bu bilgilerle donanmış Müslümanlar ve kurdukları medeniyetlerde dua ile başlanır güne… Bir dua olan besmele ile başlanır yemeğe… Yine dua ile kalkılır sofradan… Dua ile atılan adımlarla çıkılır evden… Dua ile tutulur her işin ucundan ve yine bir dua ile; hamd ü senalarla tamamlanır görevler, işler… Dua ile uğurlanır okuluna çocuklar, dua ile gelin edilir kızlar… Dua ile kurulur yuvalar, dua ile bebeğin kulağına okunur ezanlar… Ve dua ile yolcu edilir ahiret yurduna sevdiğimiz cânlar…

Diyeceğimiz o ki, Mehmetçiğimizi askere uğurlarken ettiğimiz dualar kadar, bir tesisin temelini atarken, bir binayı hizmete açarken ellerimizi semaya kaldırarak ettiğimiz hayır dualar ve niyazlarımız da pek tabii bir insani ihtiyacımız ve hakkımız, aynı zamanda Müslümanlık görevimizdir… Bu görevin yerine getirilmesinde öncülük etmesi de elbette ki, öncelikle dini temsil adına en üst makam sahibi Diyanet İşleri Başkanına düşer!..

Cuma gününün feyiz ve bereketi üzerinize olması dileğiyle, sağlıcakla kalınız.

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN