İhyâ'dan ne anlamalıyız?
Değerli okuyucum.
Birbiriyle bağlantılı kavramları ele almaya bu yazımızda da devam ediyoruz. Geçen yazımızda "tecdîd" üzerinde durmuştuk. Bugün ise "ihyâ" üzerinde duracağız.
Arapça bir kelime olan "ihyâ" için sözlükler şu karşılıkları vermektedirler: "Can vermek/canlandırmak/diriltmek/herhangi bir şeyi eski biçimine, eski durumuna getirmek/geliştirmek/güçlendirmek/daha iyi duruma getirmek."
Allah Teâlâ'nın sıfatlarından biri de olan ihyâ, O'nun hem "el-Hayy" hem de "el-Muhyî" isimleriyle alâkalıdır. Zira el-Hayy ismiyle her dâim "diri" olan Rabbimiz, aynı zamanda el-Muhyî ismiyle de varlıklara can veren ve diriltendir. Kur'an-ı Kerim'de pek çok ayette Yüce Mevlâmızın can veren, dirilten ve kıyamette varlıkları yeniden diriltecek oluşundan bahseden ayetlere rastlanabilir.
Öte yandan ihyâ, "herhangi bir zaman dilimini değerlendirmek ve bir mekânı aslî hüviyetine döndürmek" gibi manalar ihtiva eder. Bunun için ihyâ kelimesi, mübarek gün ve gecelerle alakalı ifadelerde de kullanılır. Söz gelimi, böylesi bazı özellikleri sebebiyle faziletli ve bereketli kılınan Regâib, Miraç, Kadir geceleri; bayram günleri ve geceleri gibi Allah katında "değerli" olan zaman dilimlerini ibadetle geçirmek, "geceyi ihyâ etmek" şeklinde ifade edilir. Yahut, yok olmaya yüz tutmuş herhangi bir eseri, yeniden imar edip ayağa kaldırmak, eski durumuna ve asli hüviyetine kavuşturmak için de aynı şekilde "ihyâ etmek" ifadesi kullanılır. Hz. İbrahim'in, Kâbe'nin temellerini bularak yeniden inşa etmesi duvarlarını yükselterek onu bugünkü haline getirmesi de ihyâ olarak kabul edilmiştir. Aynı zamanda ihyâ, "şenlendirmek ve sevindirmek" anlamları da taşır. Nitekim atalarımız, bir ziyaret sonrasında birbirlerine iltifat ve teşekkür amacıyla söyledikleri "bizi ihyâ ettiniz" sözüyle, neş'e ve sevinç vermeyi kast ederlerdi.
Bu örnekler şunu ortaya koymaktadır: Yaşanan hayat bazı şeylerde eksilme, eskime ve pörsüme gibi durumlar meydana getirmektedir. İnsan zaman zaman muhatap olduğu bu durumları aşabilmek için yeni bir aşk ve heyecana muhtaçtır. Ki, eksikliğini hissettiği şeyi tamamlayabilsin, eskimiş olanı yenileyebilsin ve pörsümüş olanı yeniden canlandırabilsin… Terk edilmiş ve yıkılmaya yüz tutmuş bir eski eseri, aslî durumuna/orijinal haline uygun bir şekilde restore edip yeniden kullanılabilir hale getirmek ihyâ olduğu gibi, hangi amaçla inşa edilmişse o yönde hizmetine devam edebilmesini sağlamak ve devam ettirmek de ihyâ'dır. Unutulmuş bir sünnet-i seniyyeyi hayatta yaşanılır bir hale getirme çabaları da bir ihyâ faaliyetidir…
Din yaşanan bir hakikattir. Zaman ve değişen şartlar, beraberinde birtakım sorunları getirdiği gibi verilen dinî hüküm (fetva) ve yapılan içtihadlarda bazı değişiklikler yapılması da icab edebilir. Bu ise bir yenileme ve yenilenme işlemidir. Buna tecdîd denildiği gibi, yapılan işleme ihyâ adı da verilebilir. Dinin değişmez/değiştirilemez özellikleri, yani sabiteleri bâki kalmak şartıyla zamanın getirdiği birtakım yeni sorunları çözmek amacıyla eski hükümler yeniden ele alınarak ictihad edildiğinde aynı zamanda bu hükümler de ihyâ edilmiş olur. İşte bu önemli işi gerçekleştiren kimseler çoğu zaman "Müceddid" olarak bilinirler. Onların ortak paydaları aynı zamanda "Muhyiddin" oluşlarıdır. Çünkü onlar bu yüce dinin hükümlerini yaşanılan dünyada yaşanabilir hale döndüren, dinin hayat içinde yaşanılan bir hakikat olarak devamını sağlamak adına çaba gösteren değerli insanlardır.
Aziz okuyucum.
İşte bahsini ettiğimiz bu değerli İslam âlimlerinden biri olan ve geçirdiği her bir ânın kıymetini bilerek ve en mükemmel şekilde değerlendirerek çeşitli alanlarda birbirinden değerli eserler veren büyük İslam âlimi İmam Suyûtî, tecdîd üzerine yazdığı eserinde, Peygamber Efendimizin (sav) hadisinde bahsi geçen ve "ümmetin içinden gönderilecek müceddidlerden" olduğunu düşündüğü isimlerden bir kısmının, Ömer b. Abdülaziz, İmam Şâfii, İmam Ebul-Hasan el-Eş'ari, İmam Gazâlî, Fahreddin Râzî olduğunu ifade etmiştir.
Burada, adı geçen isimlerden biri olan İmam Gazâlî'den ve onun meşhur eserinden söz ederek ihyâ kavramı üzerine biraz daha derinleşebiliriz.
"İhyâu Ulûmi'd-Din" adını taşıyan bu eserini, Ümmet-i Muhammed'i ıslahı maksadıyla kaleme aldığını ifade eden Gazâlî, kendi döneminde –ki 1067 yılında Bağdat'ta kurulan Nizâmiye Medreseleri'nin bugünkü anlamda rektörüdür- İslâmî ilimlerin öğrenilmesi ve öğretilmesinde zayıflamalar tespit ettiğini, "selef-i sâlihîn" dediği değerli İslam büyüklerinin takip ettiği yolun artık unutulduğunu görerek böyle bir kitap yazmanın gerekli olduğu kanaatine vardığını ve bu sebeple eserine "dinî ilimleri yeniden canlandırma" manasına gelen "İhyâu Ulûmi'd-Din" adını verdiğini ifade eder.
Kısaca İhyâ adı verilen ve bu isimle İslâm dünyasında şöhret bulan esere bakıldığında, Gazâlî'nin, Müslümanların içine düştüğü birtakım dinî-ahlâkî ve kültürel alanlardaki sıkıntıların, Ümmet-i Muhammed üzerindeki etkilerini tespit ederek bunlara dikkat çektiği görülmektedir. O, toplumunun dertlerini teşhis eden ve tedavisi için bu dertlerle dertlenen biridir.
Meşhur eseri dört ciltten oluşmaktadır. Ancak onu bir fıkıh ve ilmihal kitabından ayıran en önemli özelliği, ibadetlerin zâhirî usûl ve erkânı hakkında bilgi verdikten sonra, Gazâlî'nin "kalbin amelleri" dediği mânevî şartlarıyla ahlâkî boyutları üzerinde de durmasıdır. Böylece eser, "ihlas ve huşû" gibi İbadet Psikolojisi alanını ilgilendiren bilgileri de aktararak insanların bu husustaki sorularına cevap verebilmiştir.
Gazâlî'nin, yazdığı bu eserle, aynı zamanda İslâmî bir aile, devlet, toplum ve iktisat düzeninin temellerini de ortaya koymuştur. Bu cümleden olarak, yeme içme âdâbı, evlilik, ekonomik hayat, helâl ve haram, ülfet, kardeşlik, sohbet ve muaşeret âdâbı gibi hususlarda verdiği bilgiler, okuyanların dikkatini çekmiştir.
Gazâlî'nin, Müslümanlara tavsiye ettiği bu modelde asıl unsur; ailevî, sosyal, ekonomik ve siyasal ilişkilerinde dinî ve ahlâkî bilgisiyle, bilinçli, duyarlı ve sorumluluk duygusu gelişmiş fertlerdir. Bu özelliklere sahip fertlerin elindeki dünya hayatının, kendisi "güzel" olacağı gibi bu hayat, âhiret mutluluğunu da hazırlayan bir hayat olacaktır.
Yine Gazâlî bu eserinde "güzellik" ve "âhenk" kavramlarını ele alarak o güne dek kimsenin gündeme getirmeyi düşünmediği Sanat Felsefesi alanında dikkat çekici sözler söyleyerek buradan Allah'ın varlığına-birliğine ulaşılabileceğini düşünmektedir.
Kısacası, "Dini hükümleri ihyâ eden" (Muhyiddin ve Müceddid) bir İslâm âlimi olarak İmam Gazâlî, İslâm tarihinde son derece önemli bir şahsiyettir. Yazdığı eseri de hem döneminde hem de sonraki dönemlerde Müslümanların, İslam'ı anlama ve yaşama konusundaki eksiklerini tamamlayan, eskiyen ve pörsüyen anlayışlarını yenileyen ve canlandıran; kısacası ihyâ eden bir fonksiyon icra etmiştir.
Kıymetli okuyucum.
Önceki yazılarımızda ifade ettiğimiz hususu bir kez daha vurgulayarak sözlerimizi tamamlayalım: İslam'ın bir güncellenme sorunu yoktur. Fakat bugün biz Müslümanların ihyâya, verilen fetvaların ve yazılan hükümlerin ise bir tecdîde ihtiyacı vardır. Her şeyden önemlisi tecdîd ve ihyâ işlemlerini gerçekleştirecek "müçtehid" vasıflı İslâm âlimlerine muhtacız bugün…
Gelecek yazımızda içtihad ve müçtehid kavramları üzerinde durmayı düşündüğümüzü ifade ederek hepinizin Regâib Kandilini tebrik ediyorum. Yüce Rabbimiz, bu mübarek geceyi gereği gibi ibadetlerle "ihyâ" ederek feyzinden ve bereketinden nasiplenmeyi hepimize nasib eylesin.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.