Önce gaziydi, şimdiyse şehidlerden biri: İbrahim Ebu Süreyya
(Kudüs ve Mescid-i Aksâ Üzerine-3)
ABD Başkanının aldığı haksız ve hadsiz kararı protesto eden Filistinli Müslümanların üzerine zulüm ve vahşette sınır tanımayan İsrail askerlerinin gerçek mermilerle açtığı ateş sonucunda şehid olan iki kişiden biriydi İbrahim Ebu Süreyya… 2008 yılında bir hava saldırısında iki bacağını kaybetmiş ve tekerlekli sandalyesiyle katılmıştı son protesto gösterilerine… Önce gazilik mertebesi, sonrasında şehadet makamına ulaşan Ebu Süreyya için İsmail Heniyye, cenaze namazını kıldırdığı törende şu anlamlı sözleri söyledi: "Ebu Süreyya için cihad ve direniş yükümlülüğü yoktu. Çünkü engelli bir kimse için böyle bir yükümlülük yoktur. Ama o, gösterilerde en ön saflara kadar ilerledi ve şehid oldu. Onun bu durumu bizler için büyük bir örnektir. Filistin halkının istediği ve vazgeçmeyeceği şey özgürlüktür!.."
Annesi ise vakûr ve metîn… 2008 yılında bacaklarını kaybetmesine rağmen oğlunun gönlünde Mescid-i Aksâ için şehid olmak arzusunun hiç dinmediğini ve nihayet bu emeline ulaştığını ifade ediyordu, kendisiyle yapılan röportajda…
İbrahim Ebu Süreyya bacaklarını kaybettiğinde on dokuz yaşındaydı, şehid olarak can verdiğinde ise yirmi sekiz… O gün, Yâsin Sükker isimli yirmi üç yaşındaki bir gençle beraber şehadet şerbetini içtiklerinde, açılan ateş sonucu beş kişi de yaralanmıştı.
Aziz okuyucum.
Yukarıda anlattıklarımız, son on gündür Kudüs'ü İsrail'in başkenti yapma kararının haksızlığını ve yanlışlığını dile getirme adına düzenlenen protesto gösterilerinde yaralanan ya da hayatını kaybeden Filistinlilerden sadece birkaçına ait...
Siz bu satırları okuduğunuzda bugün bir başka genç Filistinli mahkemeye çıkarılacak, neyle suçlandığını bilmediği bir halde ama çeşitli işkencelere maruz kaldığı süreç sonrasında… Bir haftadır tutuklu olan 15-16 yaşlarındaki Fevzi el-Cüneydî'den söz ettiğimizi tahmin etmişsinizdir. Hani direnişin son sembolü olan, gözleri bağlı ama dik duran... Tek kişiyken, 22 İsrail askerinin gönlüne korku salan Fevzi'den… Cüneyd, "küçük asker" demek Arapça'da… İsmiyle müsemma Fevzi tam da böyle bir rol üstlendi âdetâ… Kendisi bile farkında değildi, tüm dünyaya nasıl bir muhteşem mesaj verdiğinin…
Bütün bunlar Filistin şehirlerinde ve Kuds-ü Şerif'te yaşanırken, Dönem Başkanı olan Türkiye ve onun "ümmetin derdiyle dertlenen" Cumhurbaşkanının önderliğinde İslam İşbirliği Teşkilatı'nın almış olduğu tarihi kararın Filistin hesabına gerçekleşmesi beklenen olumlu sonuçlarına dikilmiş durumda bütün gözler…
Buraya kadar aktardıklarımız Filistin'de Kuds-ü Şerîf'te ve Mescid-i Aksâ da yaşananların ajanslara yansıyan son derece küçük diyebileceğimiz örnekleri… Ortada ise koca bir Filistin Meselesi, Kudüs ve Mescid-i Aksâ gerçeği duruyor!.. Hani zaman zaman İsrail'in haksız ve zalimce uygulamalarına karşı uluslararası camia tarafından verilen tepkiler, yapılan kınamalar, Birleşmiş Milletler toplantılarında bu kınama kararlarına karşı, mahut ülkelerin vetoları… Hep bu minval üzere geldik bugünlere kadar… İşte bu "inkâr edilemez hakikatler" sebebiyledir ki, İslam ülkelerinin Filistin, Kudüs ve Mescid-i Aksâ meselesini dert edinen halkları, yani Ümmet-i Muhammed İİT tarafından alınan kararın pratik birtakım sonuçlarını görmek istiyor artık… Yoksa, 1917 yılından bu yana geçen hazin süreç içinde yaşananlar gibi son dönemde yaşananlar da -bir kez daha- "yaşanmış" ve "unutulmuş" olacak…
Değerli okuyucum.
Hatırlayacağınız üzere, geçen yazımızı, "iman varsa imkân da vardır" sözü, "Hasbunallah" demenin tâ kendisidir diye bitirmiştik. Bu söz üzerinden devam ederek; Filistin, Kuds-ü Şerîf ve Mescid-i Aksâ'nın hürriyeti meselesinde Müslüman kişi ya da kuruluşlar olarak neler yapılabileceği hususunda görüşler paylaşmak istiyoruz, bu yazımızda.
Önce bu kelime üzerinde kısaca durmak istiyoruz. "Hasbunallah", "Allah bize yeter" demektir. Allah'a olan imanın, O'nun her şeye kadir ve muktedir oluşuna inancın ifadesi… İlk olarak Hz. İbrahim (as) söylemişti bu sözü, tam ateşe atılırken… Yani her şeyin bittiği anda kuluna yeteceğine ve yardımının ona yetişeceğine inanarak (Buhari, Tefsîr, 3/13)…
Asr-ı Saadet'teki hatırasına gelince… Son derece mânidar bir hatırası var, bu sözün ve ilgili ayetlerin… Gelin önce ilgili ayetlere kulak verelim:
"Bunca yara aldıktan sonra yine Allah'ın ve peygamberin çağrısına koşanlar var ya işte onlardan bu güzel davranışta bulunan ve karşı gelmekten sakınanlar için de büyük mükâfat vardır. Birtakım insanlar onlara, "İnsanlar size karşı asker toplamışlar, onlardan korkun" dediler de bu, onların imanlarını arttırdı ve "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!" diye cevap verdiler." (Al-i İmrân, 172-173)
Uhud Savaşı sona ermiş ve Kureyş ordusu Mekke'ye dönmek üzere yola çıkmıştı. Ancak Revhâ denilen yere geldiklerinde Müslümanların tamamını imha edebilme imkânı varken bu durumu değerlendirmediklerine pişman olmuşlar ve bir an dönüp Medine'ye saldırmayı bile düşünmüşlerdi. Ne var ki bu cesareti gösteremediler ve Mekke istikametinde yollarına devam ettiler. Sevgili Peygamberimiz (sav) düşmanın böyle bir fırsatı değerlendirmeyi düşünebileceğini tahmin etti. Ashabını topladı ve Kureyş ordusunu takip etmenin gerekli olduğunu anlattı. Sahabe-i Kiram yorgun, bitkin ve bir kısmı yaralıydı. Buna rağmen -ayette de bildirildiği üzere- büyük bir cesaret ve feragat göstererek Allah Resûlü'nün çağrısına uydular. Resul-i Ekrem (sav) savaşa katılan 200 civarında kişiyle yola çıkıp Medine'ye yaklaşık 15 km. uzaklıktaki Hamrâülesed denilen yere geldi ve burada üç gün konakladı. Geceleri yakılan ateşi görenler, ordunun daha fazla bir kişiden oluştuğunu zannetmeye başladılar. Bu bilgi Kureyş ordusu komutanı Ebû Süfyân'a ulaştı ve onun Medine'ye dönüp yeni bir saldırıya ait planlarına son verdi. Ancak Ebû Süfyân o esnada oradan geçmekte olan bir kervanın adamlarına, "Muhammed'e rastlarsanız ona, kendilerini toptan yok edeceğimizi söyleyiniz" diyerek psikolojik savaş yöntemiyle Müslümanları korkutmak istedi. Bu söz Peygamberimize ve Ashâb-ı Kiram'a ulaştığında onlar, "Hasbunallah ve ni'me'l-vekîl" (Allah bize yeter, O ne güzel vekildir) dediler. İşte bu olay üzerine inen bu âyetler, her türlü olumsuzluğa rağmen müslümanların Allah ve Resûlü'ne olan imanlarını, güvenlerini ve kararlılıklarını göstermektedir.
Yaşanmış bu hatıra bize şunları söylüyor sanki… Mümin, mevcut şartlar müsait görünmese de bir kul olarak iman ve azimle, önce kendi üzerine düşeni yapmalı…
Mümin, kendisinin zayıf, imkanının kıt, gücünün yetersiz olduğunu görüp kabul etse Allah'ın "Ekber" olduğuna gönülden inanmalı…
Mümin, her şeyin bittiği anda kuluna Allah'ın yettiğine, yardımının mutlaka yetişeceğine Ashab-ı Kiram misali yürekten iman etmeli…
İman bir gönül işidir. Gönle tahakküm mümkün değil. Ancak kişiye düşen sorumluluk noktasında bilgi ve becerinin, telkin ve eğitimin, plan ve programın büyük rol oynadığı da bir gerçek…
Filistin, Kudüs ve Mescid-i Aksâ konusunda kirli emellerini, büyük bir incelikle ördükleri planlarla gerçekleştiren İsrail karşısında; bu meselenin Müslümanlar lehine çözümü hususunda plan, program ve idealden yoksun bir İslam âlemi gerçeği duruyor önümüzde… Protesto gösterilerinin, kınamaların ve sloganların meseleyi çözemediği artık açık bir hakikattir. Bu hakikati görüp anlamlı bir adım atma örneği güzel bir gelişmeyle sözlerimizi bitirmek istiyoruz. İstanbul Medeniyet Üniversitesi Senatosu, oybirliğiyle almış olduğu bir kararla, Uluslararası Kudüs ve Filistin Araştırmaları Birimi adı altında konuyu bilimsel bakış açısıyla ele alması düşünülen bir teşekkül kurmuş bulunuyor. Hayırlı çalışmalara vesile olmasını niyaz ediyoruz rabbimizden...
Konumuza sonraki yazımızda devam edeceğiz.
Mescid-i Aksâ, Kudüs ve İslam beldelerinin cümlesine selamet ve esenlik dilekleriyle…
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.