Peygamberimizin engellilere tesellisi
3 ARALIK ENGELLİLER GÜNÜ MÜNASEBETİYLE
Değerli okuyucum.
Malum olduğu üzere, Çarşamba günü idrak ettiğimiz Mevlid Kandili münasebetiyle bir hafta süresince Mevlid-i Nebi Haftası kutlamaları çerçevesinde Son Nebi Hz. Muhammed (sav) Efendimiz, farklı açılardan ele alınarak tüm insanlığa tanıtılmaya çalışılmaktadır. Bu etkinlikler çerçevesinde biz de bugünkü yazımızda, dün idrak ettiğimiz "3 Aralık Dünya Engelliler Günü" münasebetiyle, Sevgili Peygamberimizin, engellilere bakışı, onlarla ilgili sözleri ve yaşadığı hatıralarına değinmek istiyoruz. Böylece Onun eşsiz güzellikteki hayatından, konuyla ilgili mesajları da günümüze taşıyabileceğimiz kanaatindeyiz.
İnsan, bütün mukaddes dinlerde "değerli" bir varlıktır. Özellikle İslâm dini, insanı "yaratılmışların en şereflisi/değerlisi" olarak görmektedir (İsrâ, 70). Çünkü insan, "en güzel yaratılış üzere yaratılmış"; "bedenine Allah Teâlâ tarafından ruh üflenmiş", böylece üstün bir nitelik kazanarak yeryüzünde "Allah'ın halifesi" olmayı hak etmiştir (İlgili ayetler için bkz. Tîn, 4; Hicr, 29; Bakara, 30).
Böylesi bir ayrıcalığa sahip olan insan, gerek yaratılıştan, gerekse sonradan birtakım uzvî/bedenî engeller taşısa bile, yine değerinden bir şey kaybetmiş olmayacaktır.
Mukaddes kitabımız Kur'ân-ı Kerim'e bakıldığında pek çok ayet yanında, bir tek Abdullah b. Ümm-i Mektum hâdisesini anlatan ayetler bile, İslâm dininin engellilere bakış açısını ortaya koymak için yeterli bir örnektir. Hatırlanacağı üzere, Abese Suresinin ilk ayetleri, bir görme engelli olan Abdullah b. Ümm-i Mektum'un Sevgili Peygamberimize gelerek İslâm hakkında bilgi almak isteyişinden ve sonrasında yaşanan hâdiselerden bahsetmekteydi.
Rahmet Peygamberi (sav) Efendimiz, kendisini uyaran ve bu konuda şahsında bütün müminler için davranış şeklimizi belirleyen âyetlerden sonra, Abdullah b. Ümm-i Mektum'a her zaman ayrı bir ilgi ve yakınlık göstermiştir. Sanki Abese Sûresi, Resûl-i Ekrem (sav) Efendimizin, toplumun içinde her asırda ve her dönemde var olan/var olacak engellilere yönelik çağlar üstü, zamanlar ötesi mesajlarını vermesi için bir vesile olmuştur.
Bizler Sevgili Peygamberimizin hayatına ve uygulamalarına baktığımızda net bir şekilde şunları görebiliriz:
- O, engelli insanlarla bizzat ilgilenmiş, onları güçlerinin yetmediği hususlarda sorumlu tutmamıştır.
- Yeteneklerine göre birtakım kamu görevleri de verdiği engelli insanların toplum nezdinde saygın kimseler haline gelmesine vesile olmuştur. Böylece onları, sürekli diğer insanlara muhtaç bir durumda kalmaya mahkûm hale düşmekten korumuş; değer vererek ve ilgi göstererek topluma kazandırmaya çalışmıştır. Sözgelimi, durumlarına göre engellilerin bir işte çalışmasını sağlamak maksadıyla onların ticaret yapmasını kolaylaştırıcı –onlara özel- birtakım hükümler bile getirmiştir.
Sevgili Peygamberimizin, gözleri görmeyen bir sahâbî olan Abdullah b. Ümm-i Mektum'u, Medine dışına çıktığı zamanlarda vekil olarak bırakmış olması da dikkat çekicidir. Böylesi bir uygulama yanında O'nun engelli insanlara yönelik teselli dolu ifadeleri ve onlara iyi davranılması hususunda uyarıları da vardır. Gelin, müjdeleyen ve uyaran, bir diğer ifadeyle Beşîr ve Nezîr olan Sevgili Peygamberimizin çağları aşan sözlerine kulak verelim:
"Allah Teâlâ buyurdu ki: "İki gözünü alarak imtihan ettiğim bir kulum bu durumuna sabrederse, o iki sevgili gözüne karşılık ona cennetimi veririm."
"Başına herhangi bir musibet gelen Müslüman, "Biz Allah'a aidiz ve O'na döneceğiz. Allah'ım! Başıma gelen bu musibetin sevabını ver ve bana bunun arkasından hayırlı olan şeyleri ihsan et" derse Allah ona mutlaka daha hayırlı şeyler verir."
Bu müjdelere karşılık şöyle bir uyarıyı da göz ardı etmemeliyiz:
"Gözleri görmeyen (âmâ) bir kimseyi yolundan saptırana Allah lânet etmiştir."
Kıymetli okuyucum.
İnsanlar, farkında olmadan bazen yanlarında bulunan engelli insanların gönüllerini incitebilmektedirler. Bazıları ise bunu kasıtlı olarak da yapabilmektedirler. Her ne suretle olursa olsun engelli kişilerin gönülleri incitilmemeye son derece özen gösterilmelidir. Bazen zulüm, elleri olmayan ya da tutmayan bir insanın yanında, yaptığı el işiyle övünen kişinin davranışında gizlenmiştir. Yine bazen zulüm, gözlerinden yana sıkıntısı olan birine söylenen, imalı bir sözde saklıdır.
Bu bağlamda, çocuğu olmayan kimselerin yanında çocukla ilgili konuşmaların yapılması da onlar için bir eziyettir ve bir bakıma zulümdür diyebiliriz. Kişilerin, karşısındaki insanların özel durumlarını hesaba katarak konuşmaları, incitecek sözlerden kaçınmaları da Peygamberimizin tavsiyelerindendir.
Sevgili Peygamberimizin uygulamalarından ve tavsiyelerinden sonra netice olarak şunları söyleyebiliriz:
İnsanlara lâkap takmak bizlere Hucurât Sûresi'nin 11. âyetiyle haram kılınmıştır. Bu sebeple, engelli kişilere, "kör, topal, sağır, çolak, aptal, geri zekâlı, deli" gibi ifadelerle hitap etmek ya da onları gıyaplarında bu ifadelerle tanımlamak müminlere yakışmaz! Bu davranış Resûl-i Ekrem (sav) Efendimizi de incitir. O ki, ümmetine,
"Gözleri görmeyen birine yol göstermek sadakadır. Sağır ve dilsiz durumdaki kişilerin dertlerini anlatmalarına yardımcı olman da bir sadakadır." buyurarak, Allah'ın rızasına nâil olmak için engellilere hizmeti bir adres olarak gösteriyordu.
O ki, herhangi bir kusuru ve eksikliğinden dolayı bir mümini küçük görmenin, ayıplamanın ne denli kötü bir iş olduğunu çağlar öncesinden söyleyip, çağlar sonrasında gelen ümmetini şu sözlerle uyarıyordu:
"Bir kimsenin mümin kardeşini küçümsemesi günah olarak ona yeter."
"Din kardeşinin derdine sevinip gülme. Sonra Allah ona merhamet eder, (onun sıkıntısını kaldırır) sana da onun derdini verir."
Yukarıdaki müjdeler ve uyarıların, engellilerle ilişkilerimiz hususunda insanlar üzerinde daha kalıcı bir rol üstleneceğini söyleyebiliriz. Zira engellileri, yılda sadece bir gün değil, her daim fark edebilmek; onlara bir insan olarak değer verebilmek ve onlara yapılacak iyiliklerin mutlaka bir sevap olarak değerlendirileceğini bilmek adına bu Nebevî tavsiyelerin son derece önemli olduğunu düşünüyoruz. Bizlere her yönüyle örnek olan Resûl-i Ekrem (sav) Efendimizin hayatından günümüzdeki yaşantımıza da yansıması dileğiyle bir Asr-ı Saadet hatırası aktararak konuyu tamamlamak istiyoruz.
Ashâb-ı Kirâm'dan birinin gözleri neredeyse görmez olmuştu. Namazlarını kılmak için mescide gelmekte sıkıntı çekmekteydi. Kendi evinde kılmak zorunda kaldığı namazlarını gönül rahatlığıyla kılabilmek için Sevgili Peygamberimizi evine davet etmek istedi ve Ondan şu ricada bulundu:
"Ey Allah'ın Resûlü! Evime kadar gelip de secdegâhımda iki rekât namaz kılabilir misiniz?"
Ertesi gün Sevgili Peygamberimiz (sav), yanında sâdık dostu Ebû Bekir (ra) ile birlikte o sahâbînin evine gitti ve istediği yerde namaz kılarak onun bu arzusunu yerine getirdi.
Sözlerimize, "Şefkat ve Merhamet Peygamberi"ni anlatan bir beyitle son verelim.
Ümmetin üstüne titreyen Sensin
Müjdeci, uyaran, gel diyen Sensin
Kulunu Allah'a sevdiren Sensin,
Geceyi, gündüze çeviren Sensin
Ey Hakk'ın şâhidi yüzünü göster
Kul, şehâdetinle tanınmak ister.
Hayrettin Karaman
Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.