Arama

Zekeriya Erdim
Haziran 23, 2018
Uzlaşma kültürü

Yaratıldığı günden beri, insan; sosyal bir varlıktır. Ana rahminden mezara kadar; başka insanlarla birlikte yaşamıştır, yaşayacaktır.

Dünya ve içindekiler; insanlar ve toplumlar için, bir barınak olarak var edilmiştir. Yerlerde ve göklerde her ne var ise; onların ihtiyaçlarını karşılamak için, lütuf ve ikram olarak verilmiştir.

Birlikte yaşamanın ve bize tahsis edilen nimetleri paylaşmanın yolu; ya zıtlaşarak savaşmak, ya da uzlaşarak barışık olmak ve kalmaktır. Savaşlar çoğunlukla ölümleri, zulümleri getirmiştir; barışlar ise, huzuru ve güveni sağlamıştır, sağlayacaktır.

Bu süreç, evimizde ve ailemizde başlar; ülkemize ve toplumumuza, dünyamıza ve insanlık âlemine kadar uzanır. Barışarak ya da savaşarak yaşamanın içinde; havasından suyuna, güneşinden toprağına, bitkisinden hayvanına kadar tabiat ana da vardır.

ANLAM VE AÇILIM

Kişisel, kurumsal, toplumsal, hatta evrensel hayatımızda uzlaşmak; taraflar için iyi olan, işe yarayan, çatışmayı önleyip barışmayı sağlayan, huzuru ve güveni kalıcı hale getirip koruyan şeylerde birleşebilmek, bütünleşebilmektir. Ortak değerlerin dağılımında, karşılıklı tavizler verilerek yahut anlayışlar gösterilerek; olabildiğince adil ve makul kabul edilebilecek noktaya gelmektir.

Duygu, düşünce ve davranışların birbirlerine uygun düşmesi veya düşürülmesi; günün yahut anın sonunda, denge ve uyum denkleminin kurulmasıdır. Karşıtlar arasındaki anlaşmazlıkların giderilmesi; yapılacak işler ve işlemler konusunda, konuşulup tartışılarak ortak karara varılmasıdır.

Hedefte ortak zararı engellemek ve ortak faydayı temin etmek vardır. Akılların aktif müzakeresi sonucu; ortak akıl çizgisi yakalanır.

Buna, sabit değerlerde birleşip bütünleşme; değişen değerler konusunda, birbirimize sabır ve anlayış gösterme de diyebiliriz. Evlerimiz ayrı olmakla ve kalmakla birlikte; köylerimizin ve şehirlerimizin müşterek olması ve kalması gerektiğini söyleyebiliriz.

Tarihi ve kültürel geçmişimizde; nice uzlaşma örnekleri ve öyküleri var. Asırlar boyu birbirlerine düşman olmuş ülkeler ve toplumlar bile; şartların zorlaması sonucu, temiz bir sayfa açıp dost oluyorlar.

Dinden, örften ve hukuktan kaynaklanan hakemlik, hâkimlik, arabuluculuk gibi uygulamalar; uzlaşma kültürünün kurumlaşmış halidir. Birbirlerine savaş ilan edip, cephelerde karşı karşıya gelen düşman kuvvetler nezdinde bile; silah çekilmeden önce, uzlaşma yahut anlaşma teklif edilir.

YENİ DÖNEMİN YÖNÜ

Son günlerde, aylarda, yıllarda, içerde ve dışarda oluşan ve gelişen sosyal, kültürel, siyasal, ekonomik, askeri, diplomatik şartlar sebebiyle; yeni bir anlayış ve yaşayış biçiminin gerekliliği, gündemimize oturdu. Yeni seçim sistemi ve hükümet modeli; toplumu yönetme ve yüceltme iddiasında bulunanlar için, uzlaşmayı kaçınılmaz zaruret haline getirdi.

Bundan böyle; birbirlerine yakın ve yatkın olan unsurlar, safları sıklaştıracaklar. Bağımsız varlıklarını devam ettirseler bile; ortak paydalar üzerinde daha çok duracaklar.

Eylemler ve söylemler; çoğunluğun doğrularına ve değerlerine göre şekillenecek. Toplumun azamî müşterekleri; belirleyici güç haline gelecek.

Siyah noktaların bir kısmı daha griye; gri noktaların bir kısmı daha beyaza dönüşecekler. İktidar sahibi olmak ve kalmak isteyenler; kendi renklerini ve desenlerini gerektiği kadar değiştirip dönüştürerek, toplumda hâkim olan rengin ve desenin peşine düşecekler.

Ümidimiz ve temennimiz odur ki; birlikte, daha güzel bir kilim dokuyacağız. Seslerimiz ve nefeslerimiz farklı da olsa; artık daha çok, aynı güfteleri ve besteleri okuyacağız.

Çala çala bir havayı bulmamız; ortak kararımız ve kaderimiz olacak gibi görünüyor. Zaman bu istikamette akıyor; tarih, bu yöne doğru gidiyor.

İşte bu yol ve yolculuk içinde; eğitim kadroları ve kurumları, aktif görevler almalıdır. Hazırlıklarıyla meşgul olduğumuz yeni öğretim yılında; örgün ve yaygın eğitim kurumlarının ortak derslerinden biri, uzlaşma kültürü olmalıdır.

Evlerimizde, okullarımızda, camilerimizde, kışlalarımızda, özel sektör işletmelerimizde, kamu kurumlarımızda, caddelerimizde, sokaklarımızda, meydanlarımızda, stadyumlarımızda, hasılı birlikte yaşadığımız tüm çevre ve ortamlarımızda; bir vücudun hücreleri, dokuları, organları gibi olabilmeliyiz. İçeriden ve dışarıdan gelecek tüm tehditlere ve tehlikelere karşı; sarsılmaz kaleler gibi, yekvücut durabilmeliyiz.

Herkese, her zaman lazım olan huzur ve güven; gelirse böyle gelir, kalırsa böyle kalır. O zaman; ülkemiz de dünyamız da daha yaşanabilir bir yer haline gelir.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN