Arama

Ekrem Demirli
Ağustos 23, 2018
Kurban üzerinde düşünceler (1)

Allah insana kötülük emreder mi? Kuran-ı Kerim insanı hayra, yüksek ahlaka ve salih amele çağırırken bir 'eb-rahim', merhametli bir babaya oğlunu kurban etmesini emretmek nasıl yorumlanacaktır? Müslümanların önemli bir bölümü için anlamlı gelmeyebilecek böyle sorular dini düşüncenin birçok konusunu ilgilendiren bir ahlak ve teoloji meselesidir. Müslümanlar başlangıçta Mutezile'nin gelişimiyle birlikte böyle soruları ele almaya başlamıştı. Mutezile belirli ilkelerle hemen her konuyu tahlil ederken İslam tarihinde sistematik ve tutarlı bir dini düşünce geliştiren ilk mezhep olmuştu. Onların beş kurucu ilkesinden birisi aslah-alellah, yani Allah'ın kulu için en iyiyi yapmak ve gözetmek zorunda olduğunu beyan eden ilke idi: Allah kulu için en iyi yapmalıyken âlemi de iyi-mükemmel yaratmış, eşyaya bir doğa vermiş, "yükümlü" insan ise aklıyla eşyadaki iyilik veya kötülüğü öğrenerek ahlakî varlık haline gelme imkânı bulur. Bu ilkeyle meseleye bakınca Allah'ın insana kötü bir işi emretmesi beklenemez.

Mutezile'nin Allah hakkında kullandığı "hüküm" dili (yecibu ale'l-lah: yapmalı, gerekir) Müslüman cemaati ciddi ölçüde rahatsız etmişti. Başta ilahi sıfatlar olmak üzere, ilahi kelam teorisi ve bu dilin bizzat kendisi Mutezile'yi dini düşüncenin merkezinden uzaklaştırdı. Onlar düşüncenin merkezine insan sorumluluğunu alarak bilme ve yapma özgürlüğünün imkânlarını aramıştı. Allah için kullanılan ilahi kudretle çelişen dil ise insan özgürlüğünün alanını genişletmek gereğinden doğmuştu. Ehl-i sünnet öyle bir dilin bizi 'ta'tîl (ilahi sıfatları işlevsiz kılma)' yani bir tür deizme götüreceğini fark ederek Allah'ın sınırsız kudretini esas alan bir düşünceden hareket etti. Onlar için esas mesele Tanrı'nın kadim sıfatları ile bu sıfatların âlemle irtibatında odaklanan tevhit bahsi idi. Ehl-i sünnet akidesini inşa edenler, nazari konuları tartışan kelamcılar ile 'cedel'i sistematik olarak reddeden ve tartışmalara girmeyen "suskun" selefi guruplar ve ehl-i hadis idi. Ehl-i sünnet Allah'a herhangi bir şeyi dayatmayı veya O'nun kudretini sınırlayacak dili kullanmayı dini ahlaka aykırı sayarken aynı zamanda bunu ulûhiyete aykırı gördü. Ehl-i sünnet kadir-i mutlak ilkesinden meydan okuyucu bir tutum takınarak insan özgürlüğünün alanını daralttı. Bu meyanda kudret ilahi sıfatlardan birisi değil, tüm ilahi niteliklerin ortak anlamıdır; her sıfatta kudret içkindir: O'nun iradesi-meşiyeti engellenemez, bilgisi sınırsızdır, ne dilerse onu yapar. Bu bakış açısıyla Allah'ın fiilleri mutlak hayırdır ve zülüm veya hata veya başka bir noksanlıkla nitelendirilemez. Haddi zatında mülkün mutlak sahibi olanın fiilleri sebepli (illet) de değildir. O'nun kuluna ne emredip emretmeyeceğine kendisi karar verir, dilerse hidayet eder, dilerse etmez, dilerse cennete koyar, dilerse koymaz vs. Bunlar Mutezile'nin dini düşünceyi belirleyen ilkelerini anlamsız kılan Ehl-i sünnet'in ulûhiyet anlayışının neticeleriydi. Bu bakış açısıyla sorduğumuz sorunun cevabı aşikârdır.

Ehl-i sünnet kelamı Mutezile'nin etkinliğini yitirmesiyle birlikte yerini daha çok fıkha bırakarak bir daralma ve donuklaşma süreci yaşadı. Burada suskun kanadın daha öne çıkması da söz konusu olabilir. Bu kelam dördüncü, beşinci asırlardaki ivmesini sürdürebilseydi daha güçlü bir düşünce hayatı ortaya koyabilir, günümüzde de etkilerini görebileceğimiz daha derin bir bakış açısını bize miras bırakabilirdi. Fakat kelamda içtihat kapısı çok erken bir tarihte kapandı; bu nedenle kelam müslümanların hayatında ortaya çıkan hatta naslarda yer alan pek çok konuyu bir mesele olarak ele almadı.

İbnü'l-Arabi'de Kurban: Allah Hz. İbrahim'e Neyi Emretti?

Varoluşçu felsefenin kurucu isimlerinden Soren Kierkegaard Hz. İbrahim'in oğlunu kurban etmesi bahsi üzerinden "iman sıçraması" veya paradoksu diye anlaşılabilecek bir kavramlaştırmayla inancın varlığı anlama ve davranışımızı yönlendirmedeki yerini izah etti: Hz. İbrahim ilahi bir emirle oğlunu kurban etmek üzere uzun bir yolculuğun ardından kurban yerine ulaşır. Bu süreç içinde iman-teslimiyet ile ahlaki ilkeler arasında tereddütler yaşayan Hz. İbrahim yine de emri yerine getirmek üzere yolculuğunu sürdürdü. Yazar eserinde Hz. İbrahim'in bu süreçteki düşüncesini, halet-i ruhiyyesini maharetle işleyerek insani bir durum olarak tahlil eder: ne hissetmiştir, ne yaşamıştır, oğlu kurban hadisesini nasıl karşılamıştır? Hz. İbrahim'in yaşadığı tereddüt ahlaken kötü olan bir emir ile Tanrı'nın buyruğuna teslimiyet arasındaki gerilim idi. Bu esnada Hz. İbrahim ikili bir duygu içindeydi: Bir yandan Tanrı'nın buyruğunu yerine getirmek kararlılığı –ki iman ve teslimiyet bunu iktiza ediyordu-, ikincisi ise bir insan öldürmenin kötü bir iş olmasıydı. Hz. İbrahim tereddüdün ortaya çıkardığı bir "iman sıçraması" ile sıradan hayatın sınırlarını aşarak metafiziğe intikal edebildi. İnsan gerçek anlamını Tanrı ile kurduğu bu ilişkide bulacaktı.

Kierkagaard'ın düşüncesini üzerine kurduğu teori "oğlu kurban etme" emrini gerçek kabul etmekten kaynaklanıyor. Peki ya Allah gerçekte oğul kurbanını emretmemişse o zaman ne diyeceğiz? Allah başka bir şeyi emretmiş ve Hz. İbrahim emri yanlış yorumlamış olamaz mı?

İslam düşünce ekolleri içinde meseleye en özgün yaklaşımı getiren isimlerin başında muhtemelen İbnü'l-Arabi gelir. Onun yaklaşımı günümüzde daha derinleştirilerek ve farklı yönlerden ele alınacak unsurlar taşır. Konuyla ilgili ayet-i kerimelerin tefsirlerde nasıl ele alındığına bakınca, onun yaklaşımındaki sahiciliği hemen fark ederiz: Fakihler, kelamcılar, hatta pek çok sufi ayet-i kerimeye yüzeysel yorumlarla değinirken İbnü'l-Arabi sorunu temel bir dini düşünce sorunu olarak ele alarak dikkatimizi Allah-insan ve ahlak ilişkisine çeker. Onun yaklaşımında Mutezile'nin aslah-alellah ilkesi kadar Ehl-i sünnet'in ilahi kudret anlayışı etkisini gösterir. Konuyu bir sonraki yazıda ayrıntılı ele almak üzere şimdilik şunu söyleyebiliriz: Ona göre Allah Hz. İbrahim'e 'oğlunu kes' diye emretmedi; tabir edilmesi gereken bir rüyadan Hz. İbrahim "emir" anlamı çıkartınca gönderilen kurban ile onun içtihadı tashih edildi.

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN