Arama

İstanbul’un ilk kadısı Hızır Bey

Zekâsıyla, bitmek bilmeyen çalışma azmiyle dini ve fenni ilimlerde derin bir âlim olan ve İkinci İbn Sînâ olarak bahsedilen Osmanlı âlimi Hızır Bey, kimsenin bilemediği bilgileri bilirdi. Bu durum Fatih’in de gözünden kaçmadı ve bu önemli Osmanlı âlimini, İstanbul’un ilk kadısı olarak atadı.

İstanbul’un ilk kadısı Hızır Bey
Yayınlanma Tarihi: 30.5.2018 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 30.05.2018 12:10

Hızır Bey İstanbul'un fethinden sonra yeni başkentin ilk kadısı olarak tayin edildi. Arap ülkelerine gitmeden Arapçayı öğrenen Osmanlı âlimlerinden ve aynı zamanda Fahreddin er-Râzî'nin kelâm ekolünü devam ettirenlerden biri oldu. Kaynaklarda ondan "İkinci İbn Sînâ", "ilim dağarcığı" ve "ilmin âlemi" (başlı başına bir ilim dünyası) şeklinde bahsedilir.

Hızır Bey, Eskişehir'e bağlı Sivrihisar kazasında doğdu. Küçük yaşta babasından ilim tahsil etti. Daha sonra Molla Yegân'a talebe olup, aklî ve naklî ilimleri tamamladı ve kızıyla evlenip damadı oldu. İbn-i Cezerî'den kırâat ilmini öğrendi. Öğrenim hayatını tamamladıktan sonra Sivrihisar'daki bir medresede müderris olarak göreve başladı. Taşköprizâde onun 837'de (1433) burada kadı olarak bulunduğunu belirtir.

HIZIR BEY'İN YENİ BAŞŞEHRE KADI OLARAK TAYİNİ

Hızır Bey asıl şöhretini II. Mehmed'le tanıştıktan sonra kazandı. Edirne'de II. Mehmed'in huzurunda yapılan ilmî toplantılardan birinde Mısır veya Suriye'den gelen bir Arap âlimiyle giriştiği tartışmada üstünlük sağlayınca padişahın dikkatini çekmiş, bir Osmanlı âliminin bu başarısı karşısında memnun olan padişah sırtından kürkünü çıkarıp kendisine giydirmiş ve onu Bursa'daki Çelebi Mehmed (Sultâniye) Medresesi'ne 50 akçe ile müderris tayin etmiştir. Bu hadisenin II. Mehmed'in saltanatının ilk yıllarında vuku bulduğu kaydedilir.

Hadise ise şöyle cereyan eder:

"Fâtih Sultan Muhammed Hân'ın padişahlığının ilk senelerinde, Arabistan'dan bir zât gelip, çeşitli ilim ve fenlerden sualler sordu. Zamanının âlimleri tatmin edici cevaplar veremediklerinden, Fatih'in canı sıkıldı. Bütün beyleri, paşaları ve vezirleri topladı ve: "Ülkemde bu adama cevap verecek bir ilim adamımız yok mudur? Çabuk olun, araştırın ve bana derhâl müsbet bir cevap getirin!" dedi. Vatan topraklarını iyi bilen vezirler, düşündüler ve Sivrihisar Medresesi'nde görev yapan Hızır Bey hatırlarına geldi ve Fatih'e; "Sultanım! Ülkemizde Hızır Bey adında değerli bir âlimimiz var, emir buyurursanız, haberci gönderip onu buraya çağıralım" dediler. Sultan hemen; "Durmayın, kim varsa derhâl davet edin, gelsin" dedi. Bunun üzerine, Hızır Bey'i çağırmak üzere Sivrihisar'a üç kişilik bir hey'et gönderdiler. Hızır Bey, bu hey'etle İstanbul'a geldi.

Hızır Bey, o zaman daha otuz yaşlarında ve asker kıyafetinde bulunduğundan, yaş ve kıyafeti, meşhur âlimlere meydan okuyan zatın alay edercesine gülmesine sebep oldu. Ancak, onun sorduğu bütün sorulara cevap verdi. Bundan sonra Hızır Bey suale başladı. O kimse cevap veremeyip, mağlup oldu ve şu itirafı yaptı: "Hızır Bey, İslâm âleminde benzeri pek az bulunan ilim adamlarınızdan biridir. Kendisinde öylesine bir hafıza ve zekâ var ki, karşısında durmak mümkün değildir."

Bu durum Fâtih Sultan Mehmed Han'ı fevkalâde memnun ettiğinden, ona; "Yüzümüzü ak eyledin, Cenab-ı Hak da iki cihanda senin yüzünü ak eyleyip, ilmini ve fadlını arttırsın" dedi. Fatih'in, Hızır Bey hakkındaki muhabbet ve teveccühü günden güne arttı. Bursa'da bazı medreselerin müderrisliği kendisine verildi ve maaş bağlandı. Daha sonra Anadolu ve Rumeli'de bazı kadılıklarda bulundu.

GENÇ SAYILABİLECEK BİR YAŞTA VEFAT ETTİ

Edirne'deki Üç Şerefeli Cami Medresesi'nde ders veren Hızır Bey Yanbolu kadılığı da yaptı. Fâtih Sultan Mehmed, İstanbul'un fethinden hemen sonra Hızır Bey'i yeni başşehre kadı olarak tayin etti. Böylece Hızır Bey şehrin çeşitli meseleleriyle ilgilenmeye başladı; adliye, belediye, emniyet ve imar hizmetlerinde önemli düzenlemelerde bulundu. Ancak bu görevde iken genç sayılabilecek bir yaşta vefat etti (Rebîülevvel 863/Ocak 1459). Naaşı kendisinin yaptırdığı Hacı Kadın Camii haziresinde yer bulunmadığı için kızı tarafından Voynuk Şucaeddin Camii haziresine defnettirildi. Cami 1957'de yıktırılmış ancak haziresinin etrafı çevrilerek Unkapanı'nda İMÇ Blokları arasında bir avlu ortasında korunmuştur.

KADIKÖY'ÜN İSİM BABASI

İstanbul'un Kadıköy ilçesine bu ad, buranın Fâtih Sultan Mehmed tarafından Hızır Bey'e arpalık olarak tahsis edilmesi dolayısıyla verildi. İstanbul Unkapanı'nda onun adını taşıyan bir mahalle ve bir mescidinin de olduğu bilinir. Adı, İstanbul'un Kadıköy ilçesinde dolaylı olarak yaşar…

Hızır Bey, Arap ülkelerine gitmeden Arapça'yı öğrenen Osmanlı âlimlerinden ve aynı zamanda Fahreddin er-Râzî'nin kelâm ekolünü devam ettirenlerden biriydi. Kaynaklarda onun ilmî şahsiyeti "İkinci İbn Sînâ", "ilim dağarcığı" ve "ilmin âlemi" lakapları ile ifade edilir.

YÜKSEK BİR ŞİİR KABİLİYETİ

Hızır Bey'in güzel ahlâkı, zühd ve takvâsı da, ilmi gibi yüksekti. Taassuptan uzak, açık fikirli, ince ruhlu olduğu ve latifeden hoşlandığı belirtilen Hızır Bey Arap, Fars ve Türk edebiyatında da geniş bilgi sahibi olup, şairliği de vardı. Az fakat öz eserler verdi. Eserlerinin azlığında, idarecilik görevleri yanında genç sayılabilecek bir yaşta ölmesinin de etkisi vardır. Hızır Bey'in ilmî ekolünü devam ettiren ünlü öğrencileri arasında Hayâlî, Hocazâde Muslihuddin ve Kestelî sayılabilir.

Hızır Bey her üç dilde de kıymetli şiirler yazdı. Akaide dâir meşhûr "Kasîde-i Nûniyye"yi nazmetti. Yedi beyitten meydana gelen müstezad, Hızır Bey'in hassasiyetinin ve ince ruhunun ürünü olarak kabul edilir. Süleymaniye Kütüphanesi'nde iki nüshası bulunur. "Kasîde-i Nûniyye", talebesi Molla Hayâlî ve diğer âlimler tarafından şerh olundu. "İcâletü leyletin el-leyleteyn" adında Arabca bir Kasîde-i Nûniyyesi ve diğer ba'zı eserleri daha vardır. Arapça, Farsça ve Türkçe şiirleri de olup, şu beyt onundur:

Vermiş sabâ benefşeye peygâm-ı zülf-i yâr,
Ol lezzetin hevâsı dimâgındadır dahî.

Çok sevdiği mübârek bir zâta hitaben yazdığı bir beytinde; "Ey benim ruhumun dostu, senin cisminin (vücûdunun) gölgesi, vefatımdan sonra kabir toprağına bir düşse; kabirdeki kemiklerim, zerrelerim selâmına cevap verirdi" der. Fârisî bir beytinde ise; "Aşk yetmiş iki millet dışında kalan bir hâldir. Âşıklara kalabalık hâli tatlı olmayıp, onlar yalnızlığı isterler" der.

TARİH DÜŞÜRMEYİ İLK KEZ BAŞLATAN ÂLİM

Türkçe, Arapça ve Farsça şiirler yazan Hızır Bey'den önce tarih düşürme daha çok bir lafız, terkip veya sadece ebced harflerinin zikriyle yapılırken, o bunu şiirin son mısraında uygulayarak yeni bir çığır başlatır. İstanbul'un fethi için düşürdüğü tarih bunun örneklerinden biridir:

"Feth-i İstanbul'a nusret bulmadılar evvelûn
Feth edip Sultan Muhammed kıldı târîh "âhırûn"

ESERLERİ

el - Ķasîdetü'n - nûniyye : Hızır Bey'in eserleri içinde en meşhur olanı. 105 beyitten meydana gelen kasidede kelâm meseleleri önemlerine göre bir veya birkaç mısrada ele alınmış ve Mâtürîdî ekolü çerçevesinde işlenmiş. Eser pek çok kimse tarafından çeşitli dillere tercüme ve şerhedilmiştir.

Ucâletülleyle ev leyleteyn : Kaynaklarda verilen bilgiye göre; Fâtih, Hızır Bey'in kendisine sunduğu bu kasideyi, görüşünü almak üzere Molla Gürânî'ye gönderir. Gürânî, lâzım olan "zâde" fiilinin kasidede müteaddî olarak kullanıldığını sultana bildirir, sultan da durumu Hızır Bey'den sorar. Hızır Bey bu itiraza, "zâde" fiilinin Kur'an'da müteaddî kullanıldığını gösteren, aynı zamanda hasetçilik ve ikiyüzlülüğe dair iğneleyici ifade taşıyan bir âyetle (elBakara 2/10) karşılık verir. Ucâle'nin ayrı bir kaside mi, yoksa el-Ķaśîdetü'nnûniyye'nin ithafnâmesi mi olduğu tartışmalıdır.

Tefsîr – i Yâsîn-i Şerîf: Yasin suresinin Türkçe tefsirinden ibaret olan eserde âyet ve hadis metinleri yazıldıktan sonra gerekli açıklamalar Türkçe olarak yapılmaktadır.

Terceme-i K ülliyyât-ı Hoca Ubeydullah : Nakşî şeyhlerinden Hoca Ubeydullah'ın vaazlarını ve tasavvufî nasihatlerini ihtiva eden risâlelerinin Türkçe tercümesi.

Terceme - i Metâliu'l - envâr : Kadı Sirâceddin el-Urmevî'ye ait Metâli bu'l envâr adlı mantık kitabının bazı ilâvelerle birlikte Farsça'ya yapılan tercümesi. Hızır Bey'in, kaynaklarda üzerinde önemle durulan ve bazılarında bir Kasîde - i Tâiyye olduğu ileri sürülen bir müstezadı da bulunur. Yedi beyitten meydana gelen müstezad, Hızır Bey'in hassasiyetinin ve ince ruhunun ürünü olarak kabul edilir.

HIZIR BEYİN YAZMIŞ OLDUĞU "KÂSİDE-İ NÛNİYYE"NİN TERCÜMESİ

"Vasıfları ve şânı yüce, hükmü her türlü adaletsizlikten münezzeh olan Allah-u Teâlâ'ya hamd olsun. O'nun dinini bildiren Peygamberimiz Muhammed Mustafa'nın üzerine ve bulutlar bol yağmurları ile çayırları suladığı müddetçe, Peygamberin Ehl-i beytine, Ashabına selâm olsun.

Bu kaside, İslâm akaidi olup, büyük günahkâr olan birisine aittir. Ben bu kasideyi, ihsan ve adâlet sahibi olan Allah-u Teâlâ'dan, kıyamet günü mükâfatını görmek üzere hazırladım.

Allah-u Teâlâ Vâcib-ül-vücûd'dür. Bütün varlıklar ve asıl elemanlar, bu dünyayı yapan ve onu düzenleyen, ezelî olan Allah-u Teâlâ'nın varlığına şehadet ederler. Allah-u Teâlâ'nın zatının, varlıklarla ortak hiçbir yönü yoktur. Allah-u Teâlâ her şeyi kuşatmıştır. Fakat Allah-u Teâlâ mekândan ve zamandan münezzehtir. Allah-u Teâlâ diridir. O her şeyi işitir, her şeyi görür, her şeyi bilir. Allah-u Teâlâ, kelâm ve kudret sahibidir. Fakat bu kelâmı, telaffuz edilen bir ses değildir.

Hiçbir şey Allah-u Teâlâ'nın iradesi dışına çıkamaz. Mü'minler, . Allah-u Teâlâ'yı cennette göreceklerdir. İnsanın fiillerinin ve bu fiillerinden doğduğu zannedilen işlerin yaratıcısı . Allah-u Teâlâ'dır. Gerçekte insanları iyi yola sevk eden ve onları dalâlete uğratan yine O'dur.

Allah-u Teâlâ, hidâyet ile bizlere peygamberler göndermiştir. Bu peygamberlerine mucizeler vermiştir. Hazreti Muhammed (aleyhisselâm) bütün peygamberlerden daha üstündür. O'nun mucizelerinden birisi, Osman bin Affân'ın (radıyallahü anh) şehit edileceğini bildirmesidir. Ayın ikiye bölünmesi, mi'râca çıkması, Bedr savaşında düşmanın gözüne çakıl atılmış olması, Uhud savaşında İbn-i Nu'mân'ın gözünü yerine yerleştirmesi O'nun mucizelerindendir. En büyük mucizesi Kur'ân-ı Kerîm'dir. İnanmayanlar, bütün zihnî güçlerini harcamalarına rağmen, Kur'ân-ı Kerîm'in en kısa bir suresinin benzerini bile getirmekten âciz kalmışlardır. Resûl-i Ekremin ( aleyhisselâm ) mi'râcı tamamen uyanık olduğu hâlde, ruh ve beden beraber olarak vuku bulmuştur. Bu husus, Kur'ân-ı Kerîm'de âyet-i kerîmeler ile ve Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) Hadîs-İ Şerîfleri ile sabit olmuştur.

Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) getirdiği din, bütün dinleri nesheder. İcmâ' ile sabittir ki, Peygamberler yalan ve ahlâka aykırı olarak belirtilen şeyleri yapmaktan beridirler. Peygamberler meleklerden üstündür. Evliyanın gösterdiği kerametler haktır.

Peygamberlerden sonra insanların en üstünü hazret-i Ebû Bekir'dir. Çünkü o, Peygamberimizin (aleyhisselâm) getirdiği her şeye inanmakta akranlarını geride bırakmıştı. Hazreti Ebû Bekir'den sonra Hazreti Ömer-ül-Fâruk gelir. Zira o, dinin yayılışında Peygamberimize (aleyhisselâm) en çok yardım edenlerdendir. Hazreti Ömer-ül-Fâruk'tan sonra, âlimlerin icmâ'ı ile Hazreti Osman'ın üstünlüğü için en ufak bir şüphe yoktur. Hazreti Osman'dan sonra Hazreti Ali gelir ki, soy olarak Peygamberimize (aleyhisselâm) en yakın olup, damatları arasında özel bir yere sahipti. Allah-u Teâlâ'nın Peygamberinin (aleyhisselâm) bütün arkadaşları hakkında ancak güzel ve saygılı sözler sarf et ve kötüleyicinin onlara karşı yönelttiği kötülüklerden sakın! Peygamberin bütün arkadaşları, din uğruna cömertçe canlanın verdiler ve İslâm dininin en iyi destekçileri oldular.

Ey Allah'ım! Beni onların sevgisinden asla mahrum etme! "Âmin" diyen, imanın her türlü nefyinden ma'sûm olsun! Yeryüzü Nisan yağmuru altında yeşillendikçe, beni hayırla anan, ebedî olarak sevincin pırıltısını muhafaza etsin!"

Derlenmiştir.
TDV, HIZIR BEY - Mustafa Said Yazıcıoğlu

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN