Arama

Bakü Fatihi: Nuri Paşa

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yerli savunma sanayisinin gelişmesine dair açıklamalarda bulunduğu esnada, Türk savunma sanayisi tarihinde önemli bir yeri olan ve ilk yerli silah sanayini kuran Nuri Killigil Paşa’dan bahsetmesiyle, Kafkas Cephesi'nin ve Milli Mücadele'nin unutulan kahramanını ve hikâyesini tekrar hatırlamış olduk.

Bakü Fatihi: Nuri Paşa
Yayınlanma Tarihi: 3.11.2017 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 03.11.2017 15:39

Enver Paşa'nın kardeşi Killigil, 1918 yılında Bakü'nün Rus ve Ermenilerden kurtuluşunu gerçekleştiren Kafkas İslam Ordusu Kumandanı olarak görev yapmış, Milli Mücadele'de görev almış komutan ve girişimciydi. Cumhuriyet tarihinin ilk endüstriyel silah tasarımcılarından ve 1930'larda kurulan, 1949'da bir sabotaj sonucu havaya uçurulan Nuri Killigil Silah Fabrikası'nın da kurucusuydu.

Fabrikasına düzenlenen bir sabotajla her şeyi yok oldu. 1909 yılında başladığı askerlik hayatı boyunca İtalyanlara, Balkan Devletlerine, İngilizlere, Ruslara ve Ermenilere karşı giriştiği savaşlarda başarılar aldı ve rütbesi yüksek olmamasına rağmen Fahri Ferik unvanıyla kendisine verilen görevleri üstün başarıyla yerine getirdi.

Paşa'nın 59 yıllık (1890-1949) hayatı incelendiğinde cesur, atılgan, teşkilatçı, sorumluluk sahibi, kafasına koyduğunu yapan, uğraşan, araştırıcı, girişimci, çalışkan, mücadeleci, fikir üreten bir karaktere sahip olduğu net bir şekilde görülüyor.

GÖREVLERİ ÜSTÜN BAŞARIYLA YERİNE GETİRDİ

1909 yılında başladığı askerlik hayatı boyunca İtalyanlara, Balkan Devletlerine, İngilizlere, Ruslara ve Ermenilere karşı giriştiği savaşlarda başarılar aldı ve rütbesi yüksek olmamasına rağmen Fahri Ferik unvanıyla kendisine verilen görevleri üstün başarıyla yerine getirdi.

Nuri Paşa yapmış olduğu, Kafkas İslam Ordusu Komutanlığı'yla, Azerbaycanlıların duydukları, Onun şahsında Osmanlı askerlerine türkü yakmalarıyla somut bir hale dönüşen sevgileri, Anadolu Türklüğü ile Azerbaycan Türklüğü arasında bir köprünün ifadesi oldu ve bu köprünün sağlamlığı hâlâ bozulmadı.

İlk mektep tahsilini Manastır'da yapan Nuri Killigil, Enver Paşa Yüzbaşı rütbesinde iken borçları yüzünden evlerinin satılması üzerine Selanik'e, oradan da ailesi ile tekrar İstanbul'a göçtü. 1906 yılında Kuleli Askeri Lisesi'ndeki tahsilini bitiren Nuri Killigil, Harp Okulu'na girerek burada eğitimine devam etti. 1909 tarihinde Mülâzım-ı Sani (teğmen) olarak mezun olduktan sonra ilk görev yeri 3. Ordu olmasına rağmen daha sonra Padişah'ın maiyet bölüğüne atandı. Orada amcası Halil Paşa'nın (Kut) emrinde çalışmaya başladı. Yeni görevini icra ettiği sırada İtalya'nın emperyalist düşüncelerle Trablusgarp'a saldırması üzerine Trablusgarp Savaşı başladı. Gönüllü olarak oraya giden subaylar arasında kendisi de yer aldı. Ağabey'i Enver Paşa'nın kafilesi ile Mısır üzerinden Trablusgarp'a gitti. Türk Subaylarının çoğu bu kararı aldıklarında yurt dışı görevlerinde bulundular ama savaş çıkınca görevi bırakıp cepheye gitmek için hızla Başkent'e geldiler. Büyük devletler ve İtalya karşısında ise Devlet Ricali'nin psikolojisini göstermesi bakımından Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa'nın Neşet Paşa'ya yolladığı mektup önemli bir belge niteliği taşır:

" İşte bu menfi şartlar içinde o bir avuç kahraman evladımız, biz devrini tamamlama yolundakiler için teselli ve şeref mesnedidir. Gazaları mübarek olsun..."

I. Dünya Savaşı'nın çıkması üzerine Enver Paşa, kardeşinin Trablusgarp Savaşı'nda bütün cephelerde savaşması, bölgeyi çok iyi bilmesi ve yerel halkın Nuri Paşa'yı çok sevmelerini de hesaba katarak bunu devletin çıkarına kullanmak için Nuri Paşa'yı oraya yollamayı düşünür. Nuri Paşa burada 1912'lerde temeli atılmış olan teşkilatlanmayı ele almak, teşkilatlanmayı genişletmek ve halktan kurulacak gönüllü kuvvetlerle İtalyan ve İngilizlere karşı savaşmak ve savaşırken daha rahat hareket etmesi için önce Fahri Mirliva ve daha sonra Fahri Ferik unvanıyla Afrika Grupları Komutanı olarak bölgeye gönderilir. Bölgede kendisine düşen görevi, genç yaşına rağmen üstün başarıyla yerine getiren Nuri Paşa, buradan, değişen dünya siyasetinin zorlamasıyla oluşturulan planlar neticesinde yeni kurulan Kafkas İslam Ordusu'nun komutanlığına atanmasıyla Ocak 1918'te ayrılır.

ASKERİ VE SİYASİ FAALİYETLERDE BULUNMA YETKİSİ VERİLDİ

Nuri Paşa Trablusgarp'tan döndüğünde rütbesi binbaşıydı. Trablusgarp ve Bingazi'deki başarıları göz önüne alınarak rütbesi Kaymakam'lığa (Yarbay) yükseltildi. Yalnız yeni görevinde, emri altında çalışacak subay kadrosunun yaş ve kıdemce daha büyük olacağı düşünülerek, Padişah fermanıyla Fahrȋ Ferik rütbesi ile Kafkaslarda Padişah adına askeri ve siyasi faaliyetlerde bulunma yetkisi verildi. Ayrıca, Yaverân-ı Hazret-i Şehrȋyârȋ'lik payesi verilerek Padişahın yaveri odlu.

Nuri Paşa, Kafkasya meselesini konuşmak için başkente geldi ve görevini yapacağı faaliyetleri öğrendikten sonra Şubat 1918'de Haydarpaşa'dan Musul'a gitmek üzere yola çıktı. Musul'dan sonra Gence'ye gelen Nuri Paşa, karargâhını bu şehre kurdu. Hazırlıklar tamamlandı ve Bakü istikametinde taarruza başlandı. Sırasıyla; Gökçay, Salyan, Aksu, Kürdemir,ve Şamahi tekrar ele geçirildi.

Her ne kadar Almanlarla aynı safta savaşılmasına rağmen Almanların, Kafkaslarda müttefiki olan Osmanlı Devleti'nin harekât yapmasından rahatsızlık duyduklarını ve bunu engellemek için bazı faaliyetlere gireceğini devlet yöneticileri farkındaydı ve bunu biliyorlardı. Nuri paşa da çektiği telgraflarla bundan rahatsızlık duyduğunu bildiriyordu. Enver Paşa'nın dediği gibi:

"Almanları sevmemin sebebi duygusallık değil, sevgili vatanım için tehlikeli olmadıklarından dolayı tam aksine bizim için faydalılar ve her iki memleketin menfaatleri beraber yürüyor ve daha uzun süre bir arada yürüyebilir. (...) Milletleri birleştiren duygu değil çıkarlardır".

BAKÜ ASAYİŞE VE EKONOMİK REFAHA KAVUŞTU

Bakü'nün fethi için yapılan ilk taarruz sonuçsuz kalınca, Nuri Paşa eksiklikleri tamamlamaya çalışmış ve tamamlama akabinde Kafkas İslam Ordusu 5 Ağustos'taki başarısızlığın oluşturduğu psikolojik çöküntü ortadan kaldırılmaya çalışılmış, 13 Eylül gecesinde tekrar taarruza kalkmış ve 15 Eylül'de ordunun fetih için inançlı olması, taarruzu başarıyla neticelendirmiştir. Türk Ordusu Bakü'ye girdiği 15 Eylül günü, şehir tarihinin en heyecanlı ve unutulmaz günlerini yaşadı. Halk Ermeni ve Bolşeviklerin baskı ve şiddetinden kurtulmuş, huzur içinde yaşama imkânına kavuşmuştu. Hemen mülki idarenin tanzimine başlandı. Birkaç gün içinde şehirde normal hayat başladı. Dükkânlar açıldı, yiyecek sıkıntısı en kısa sürede giderildi. Türk askerlerinin kontrolü altında Bakü asayişe ve ekonomik refaha kavuştu.

Yüzbaşı Selahattin Bey olayı şöyle anlatır:

"Bizler bir gün dinlenmek ve bir gün sonra Bakü'ye girmek için gerideki köye geldik. Yol tahrip edildiği için Alman süvarileri gelememiş, Bakü'de alınmıştı. Durum Başkomutanlığa bildirildi. Gece yarısı Başkomutandan şu emri aldık: 'Bakü Ruslara verilecek, petrolünü Almanlar alacaktı. Neden oraya taarruza lüzum gördünüz? Niye bunu Başkomutanlığa haber vermediniz? Sizin yeriniz Kars'tır. Bakü'de ne işiniz var? Derhal Kars'a dönünüz ve bir daha Başkumandanlıktan izin almadan böyle işlere kalkışmayın.' Bu emir Harbiye Nezareti telgrafhanesinden geliyordu.

Aradan üç saat geçtikten sonra Enver Paşa kendi evindeki telgrafhaneden şu telgrafı çekiyordu:

'Büyük Turan İmparatorluğu'nun Hazer kenarındaki zengin bir konak yeri olan Bakü şehrinin zaptı haberini en büyük meserretle (sevinçle) karşılarım. Türk ve İslam tarihi sizin bu hizmetinizi unutmayacaktır. Gazilerimizin gözlerinden öper, şehitlerimize Fatihalar İthaf (hediye etmek) ederim.' Görülüyor ki, birinci şifre Alman İmparatorluğu müttefiki Osmanlı İmparatorluğu'nun Başkumandanlığı tarafından; ikincisi Türk Enver Paşa'dan geliyordu. O gün hepimiz hayatımızın en mutlu günlerinden birini yaşadık ve ertesi gün sabahı Bakü'ye gireceğimiz hülyasıyla yataklarımıza uzandık."

YÜKSEK BİR PATLAMA SESİ DUYULDU

Killigil, Zeytinburnu'nda kok kömürü satan bir şirketi satın alıp burayı bir madeni eşya fabrikasına dönüştürdü. Bu fabrikada tabanca, matara, demir çubuk, gaz maskesi ve mermi üretmeye başladı. Daha sonra Killigil fabrikasını genişleterek Sütlüce'ye taşıdı, yeni motor ve makinelerle havan ve havan mermisi üretimine de başladı. Bir süre sonra fabrikanın silah üretmeyeceğini beyan etti; fakat üretim gizlice devam etti.

1944 senesi sonuna doğru savaşın Almanya tarafından kaybedildiği anlaşıldığında hükümet Almanya'yı destekleyenlere karşı sert tedbirler almaya başladı. Türkiye Cumhuriyeti yaralarını sarmaya ve kendi savunma sanayisini kurmaya çalışıyordu. Takvimler 1949'un 2 Mart'ını gösterdiğinde İstanbul'un Sütlüce mahallesinde yüksek bir patlama sesi duyuldu. Patlama Nuri Killigil'in sahibi olduğu silah fabrikasında gerçekleşti.

Mart 1949'da fabrikada faili meçhul üç büyük patlama meydana geldi. İlk patlama kimyahanede olmuştu. Sonradan cephane deposuna sıçrayan ateş mermilerin patlamasına yol açmış, ertesi gün bile duman ve patlamalar devam etmişti. Barut kokusu Galata Köprüsü'nden hissediliyordu. Fabrika çevresi kordon altına alındı. İçişleri Bakanı Ankara'dan gelerek tahkikatla bizzat ilgilendi.

Aralarında Nuri Killigil'in de bulunduğu 27 kişi bu patlamada hayatlarını kaybetti. Nuri Killigil'in cesedi bulunamadı. Ve boş tabut defnedildi. (Daha sonra Nuri Paşa'nın cesedinin ana gövdesi 20 gün sonra Haliç'te su üstüne çıkmış ve cenaze namazı kılınmadan Edirnekapı Şehitliği'ne defnedilmiş. Patlamanın kimler tarafından gerçekleştirildiği ise meçhul kalmış.)

67 YIL SONRA CENAZE NAMAZI

Nuri Paşa'nın cesedinin ana gövdesi 20 gün sonra Haliç'te su üstüne çıkmış. Ailesi yeniden cenaze töreni yapmak istemiş, ancak o tarihte İstanbul Müftüsü olan Ömer Nasuhi Bilmen "Sadece bir ceset parçası için cenaze namazı kılınamayacağı" yolunda fetva verince aile perişan olmuş. Sonuçta cenaze, Killigil'in yakınları tarafından hocasız bir şekilde 24 Mart 1947'de Edirnekapı'daki şehitliğe gömülmüş. Killigil'in ölümünden 67 yıl sonra Atilla Oral, geçen ay Nuri Paşa'nın mezarının yerini tespit etti. Edirnekapı Mezarlığı'ndaki mezarı onarıldı ve kendisi için 67 yıl sonra Atilla Oral öncülüğünde şehitlikte cenaze namazı kılındı.

SABOTAJ, MİLLİ ENDÜSTRİ SEKTÖRÜMÜZÜ ORTADAN KALDIRDI

Bakü'nün fethi Türk ve İslam âleminde sevinçle karşılandı. Yıllardır savaşla çöken moraller yükseldi. Karabağ'a kadar olan bölgeyi fetheden Nuri Paşa, Enver Paşa'dan;

"Savaşın bittiğini ama ateşkes masasına elimizin güçlü olarak oturmamız gerektiğini, bunun için de gerekirse Azerbaycan Hükümet şeklini Osmanlı Devletine benzer şekilde biçimlendirilmesi ve devlette söz sahibi olması gerektiğini" bildirdiği telgrafı aldı.

Ama İstanbul'da kurulan yeni hükümet orduyu tasfiye etmesi gerektiği ve başkente geri gelmesini kesin bir emirle bildirir. Nuri Paşa, Trabzon'a oradan da deniz yolu ile İstanbul'a gelir. Vapurdan indiğinde polisler tarafından tutuklanır. Ünlü Bekir Ağa Bölüğü'nde kalır. Ertesi gün İngilizlere teslim edilir. İngilizler, adından bile korktukları Nuri Paşa'yı Batum'daki Ardahan Kışlasına hapsederler. Yalnız Paşa'nın burada olduğunu duyan Azerbaycan ve Batumlular Paşa'yı kaçırmaya karar verirler ve 8 Ağustos 1919 gecesi muvaffak olurlar.

Kafkas İslam Ordusu Komutanı olarak buradaki Türklerin gönlünde kazınmayacak, asla kaybolmayacak bir yer edinen Nuri Paşa, Gence'ye geldiğinde Azerbaycan Halkı, heyecanını şu dizelerle somut hale getirir:

"İrevan'ın sürüsün
Sürün dağlar bürüsün
Şanlı Türk'ün ordusu
Gence deyin yürüsün"
Azerbaycanlı Türk öğrenciler ise hep bir ağızdan;
"Salon (tren) gelir yan gelir
Genceli'ye şan verir
Gence'nin civanları
Bakü diye can verir."

Şehit olan Osmanlı askerlerinin kabirleri bölge insanının zihni yapısında bugün bile geçerliliğini koruyan bir evliya türbesi gibi algılanmış ve Sovyetlerin baskıcı döneminde bile Azerbaycan halkı kendisine en zor günlerinde ışık olmak için Anadolu'dan gelen bu soydaşlarının kabirlerini ziyaret etmekten vazgeçmediler. Bugün Kafkas İslam Ordusu'nda şehit olanlar için Türk şehitliği yaptırılmış ve kendilerini Ermeni ve Rusların soykırımından koruyan soydaşlarına vefalarını göstermişlerdir. Şehitlerin mübarek canı ve kanıyla sağlamlaşan iki ülke halkları arasındaki kardeşlikte büyük pay sahibi olan Nuri Paşa, Mehmet Emin Resulzade'nin deyimiyle "Gökten inmiş bir halaskâr melektir."

AZERBAYCAN NURİ PAŞA'YI HİÇ UNUTMADI

TBMM tarafından İstiklal Madalyası'yla onurlandırılan Killigil, Türk savunma sanayinin ilk özel sektör fabrikalarından birini, bunun yanı sıra Kütahya'da da bir çini ve seramik fabrikasını kurdu. Sütlüce'de kurmuş olduğu silah ve mühimmat fabrikası ise Türk Savunma Sanayi için önemli bir girişim oldu. Arap- İsrail savaşında ambargoya rağmen buradan Arap direnişçilere mühimmat satışları devam etti. Yapılan sabotaj çok önemli bir milli endüstri sektörümüzü ortadan kaldırdı. Nuri Killigil'in silah fabrikasının bulunduğu yere İstanbul Büyükşehir Belediyesi meclisince Paşa'nın ismi verildi ve ziyaretçileri bilgilendirmek maksadıyla bir anıt yapıldı.

15 Eylül 1918'de Bakü'yü Ermeni- Bolşevik işgalinden kurtaran Killigil'in adını taşıyan park ve anıt Sütlüce'de açıldı. Açılış konuşmasını yapan İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Kütüphane ve Müzeler Müdürü Ramazan Minder, Nuri Killigil'in askeri başarılarından ve savunma sanayisi konusunda yaptığı çalışmalardan bahsetti.

Birinci dünya savaşının sonunda Bolşevik ve Ermeni askerlerinin Azerbaycan'a saldırdığını, Osmanlı'nın buna sessiz kalmadığını ve müdahale ettiğini belirten Minder, şöyle konuştu:

"Osmanlı, Kafkas İslam Ordusunu kurdu ve başına Enver Paşa'nın kardeşi Nuri Paşa'yı atadı. Kafkas İslam Ordusu 25 Mayıs'ta Gence'ye girdi. Hedef Bakü'yü kurtarmaktı. 26 Ağustos'ta Rus, Ermeni ve İngilizlere karşı kesin bir zafer kazanıldı. 14 Eylül sabahı saat 02.00 de Bakü'nün kurtuluş harekatı başlatıldı ve Kafkas İslam Ordusu 15 Eylül'de Bakü'ye girdi. Bu savaşta bin 130 askerimiz vatan için şehit düştü. Azerbaycan halkı bu kahraman orduyu ve onun kumandanı Nuri Paşa'yı hiç unutmadı. Bizler de bu kahramanları unutmamak için bugün buradayız. Uzun zaman tarihimizin birçok kahramanlarını ve kahramanlık destanlarını unuttuğumuz gibi Kafkas İslam Ordusunu ve Nuri Paşa'yı unutmuştuk. Ta ki araştırmacı yazar Atilla Oral'ın Nuri Killigil kitabını yazmasına kadar."

NURİ PAŞA'NIN BİR MİSAFİRLİKTEKİ İZLENİMLERİ

Nuri Paşa hakkında yazılan bir eserde, Nuri Paşa'nın Azerbaycan'ın ünlü insanlarının evindeki bir misafirlikteki izlenimler ve evin kızı Süreyya Hanım ile aralarındaki olay, Nuri Paşa ve Enver Paşa'nın bu topraklardaki insanlar için ne ifade ettiğini gayet iyi özetler. Hatıra, Süreyya Hanım'ın ağzından şöyle anlatılır:

"Nuri Paşa evimizde ziyafette olanda bir nece (kaç) Türk şiiri okudu. Okuduğu şiirde bir nağmeni ele o dakikada ezberledim. Özü de okuduğunda kederlendi.

Mavi Tuna akmam diyor
Sahilimden çıkmam diyor
Adı güzel Gazi Osman

Plevne'den çıkmam diyor.

Hacı kızı sustu ve ilave etti.9 Adım Süreyya'ya uygun bir şiir de okuyordu. Özü de sevinesine, güler yüzle o da aklımdadır.

Çok kadim (eski) zamanlarda
Bizim ana Turanda

Lahudud (hudutsuz) Türkistanda
O mukaddes torpağda
Bir peri kızı varmış
İsmi Süreyya imiş
Sevgiler ulduzuymuş (yıldızıymış)

İğidler (yiğit) gıblesiymiş

Eh! Diye sustu. Çehresindeki elem bulutları daha da katılaştı. Sohbetin mevzusunu değiştirdi.

Hacı Ahmet Paşa o zaman diller ezberi meşhur Türk generali Enver Paşa ve Nuri Paşa'nın atası evimize ve bağımıza ziyafete gelmişti. Nuri Paşa'nın emisi (amcası) Halil Paşa Osmanlı Şark Cephesi'nin Ordu Kumandanı idi. Behtever (bahtı açık) nesil, behtever günler eh!!!

O astadan (hafiften, alçak sesle) lakin çok hararetli ele ürekten (yürekten) danışırdı ki ele bil (sanki) on iller erzinde (on yıllar boyunca) korkudan hamıdan (herkesten) öz- özünden (kendi kendinden) bile gizlediği yâdına salmağa korktuğu aziz hatıraları danışıb yüreğini boşaltmağa, hiç olmazsa öz ağzından işitip hayalen o zamanlara gayıtmag (dönmek) istiyordu. Sesi selis (düzgün) ve ahenktar idi. Mene ele geldi ki melal (üzüntülü) dolu gözleri başımın üstünden o uzak geçmişe, o tantanalı debdebeleli manzaraya, ihtişama bakardı.

Derinden ah çekip dedi: 'Hey gidi dünya, telatumlu (çalkantılı) vefasız dünya!' Birden komşu otağda (evde) radyoda çalmağa başlayan hezin musikiya Han Şusiki'nin tesevvuf fevkindeki melahetli (güzel) sesle okuduğu mahnı kanatlandı.

Saçın hermezler (örmezler)
Seni mene vermezler
Eyil yüzünden öpüm
Karanlıktır görmezler
Ay kulum, bülbülüm sensen benim öz kulum

Kızıl gül oyum oyum
Derim sinene koyum
Yağış yağar doymaz
Men senden nice doyum
Ay kulum, bülbülüm sensen benim öz kulum.

Bayagdan (biraz önce) gözlerinde oynayan gulab ( gül suyu) kadar saf, şeffaf damlaları yanaklarıyla yüzü aşağı yuvarlanmağa başladı"

Hatıratta Süreyya Hanım şu şekilde cümleyi bitirmektedir:

"Vefası, neşesi, cezası bele olur ilk muhabbetin diye öz özüme fikirleştim." (kırmızılar.com)

NURİ KİLLİGİL TABANCASI NEDİR?

Nuri Killigil tarafından sınırlı sayıda üretilmiş 9 mm çapında, yarı otomatik tabancadır. Zamanının ilerisinde bir tasarıma sahiptir. Mükemmel durumda saklanmış bir örneği İstanbul Harbiye Askeri Müzesi'nde bulunabilir. Tabanca, Nuri Killigil'in mirasçıları tarafından müzeye bağışlanmış ve özel kutusunda ilk günkü gibi saklanmaktadır. Yedek şarjörü ve mermileri ile bir arada görülebilir.

AZERBAYCAN HALKININ NURİ PAŞA'YA VEFASI

Başkent Bakü'de bulunan Tezepir Camisi'ndeki eski minber, "Nuri Paşa minberi" diye anılıyor.

15 Ekim 1918'de Nuri Paşa (Killigil) komutasındaki Kafkas İslam Ordusu, uzun bir sefer ve zorlu savaşların ardından Bakü'ye girmeyi başarmış ve burayı Ermeni ve Bolşevik çetelerinden temizlemişti. 16 Ekim'de, Tezepir Camisi imamı Ahunt Ağa Alizade, Nuri Paşa'yı camiye davet etmiş, ünlü komutan camiye gelerek buradaki minberden halka hitap etmişti.

Bakü Devlet Üniversitesi Öğretim Üyesi tarihçi Prof. Anar İskenderli, "Kafkas İslam Ordusu Azerbaycan'a gelmeseydi 28 Mayıs 1918'de Tiflis'te ilan olunan bağımsızlık kâğıt üzerinde kalırdı" dedi.

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN